SORSANIZ, herkes Lâtin
alfabesinin en kolay alfabe olduğunu söyler. Doğru olabilir. Hattâ bizim için
tabiî ki en kolayı odur; ilk öğrendiğimiz alfabe olduğu için… Peki, hangi dil
daha kolaydır? Hangisi daha estetik, hangisi daha bilimsel? Hangi dil daha çok
kullanılır dünyada?
Akademik
dil olarak İngilizcenin kullanılması bir tercih değil, mecburiyet hâlini
almıştır meselâ. İyi ama İngilizce makale yazanların hepsi İngilizce mi düşünüp
İngilizce mi yaşamaktadırlar? Bu, tamamen İngiliz sömürge zihniyetinin ve ABD
ile İngiltere’nin ekonomik güçleri sayesinde bilimin merkezi olmasının
sonucudur.
Ne
dünyada en çok kullanılan dil İngilizce, ne de en çok kullanılan alfabe Lâtin
alfabesidir. Tüm dünyanın ısrarla okumaya devam ettiği Tolstoy ve Dostoyevski
gibi yazarlar, eserlerinde kendi özgün alfabeleri ve dillerini kullanmıştı.
Tarihin
ilk robotunu yaptığı kabul edilen El-Cezerî, 15’inci yüzyılın en büyük
astronomu ve matematik âlimlerinden Ali Kuşçu, çizdiği dünya haritasının sırrı
5 asırdır çözülemeyen Pîrî Reis, ilk uçuş denemesini yapan ve “ilmi çok”
anlamına gelen “Hezârfen” lakaplı Ahmet Çelebi, 50 senelik gezi notlarını 10
ciltlik Seyahatnâme eserinde toplayan Evliya Çelebi de Lâtin alfabesini
kullanmamışlardı. Lâkin her biri dünyanın kabul ettiği değerler olarak kendi
kulvarlarındaki yerlerini koruyorlar hâlâ.
Dünyanın
en büyük ekonomileri sıralamasında ikinci Çin, üçüncü Japonya, yedinci
Hindistan, onuncu Güney Kore, on ikinci sıradaki Rusya kendi dillerini
konuşmaya, kendi alfabelerini kullanmaya devam ettikleri için ne kaybettiler
acaba?
Onların
dilleri Osmanlıcadan daha kolay, alfabeleri Arap alfabesinden daha mı etkiliydi
dersiniz?
Osmanlıcanın
bilimin, kültürün, sanatın ve ekonominin önünde bir engel olduğunu düşünmek,
akla zarar bir fikir bence. Örneklerden de görüldüğü üzere, ne Osmanlı, ne de
bugün dünyada sözü geçen diğer bir ülke dili sebebiyle bir kayıp yaşamıştır.
Tam tersine, kültür ve tarihlerine olan erişilebilirlik ve bağlılıkları, onları
daha güçlü kılmıştır.
Osmanlıcayı,
sesli harfleri eksik, imlâ kuralları yetersiz, anlaşılabilirliği zayıf diye
nitelemek, tarihe ve tarihin bize mîrası olan bilim, kültür ve sanat
insanlarına saygısızlıktan başka bir anlam ifade etmez.
Ben
bugün Osmanlı arşivine girip kendi tarih belgelerimi okuyamıyor, atalarımın
kabrine gittiğimde mezar taşlarında yazanları ancak çevirisinden
okuyabiliyorsam, bu benim devletimin bana dayattığı dilin ayıbıdır.
***
1
Kasım 1928 tarihinde kabul edilen 1353 sayılı Kanun ile Türk-İslâm tarihinin en
büyük hazînesi toprağa gömüldü.
Yeni
Türk alfabesinin kullanılmaya başlamasıyla, toplumun geçmişle olan bağı
koparıldı. Bu konuda iyi niyet arayanların bütün çabaları nafiledir bence.
“Yeni
Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla dayatılan bu sözde
inkılâp, adından da anlaşılacağı üzere, asla ve asla bir inkılâp olmamıştır.
“Harf
İnkılâbı” denmesi ise başlı başına bir aldatmacadır. Zira ortaya konulan alfabe
ne tarihsel altyapısı olan bir Türk alfabesidir, ne de yeni bir alfabe. Sadece
birkaç harf ilâvesi ve birkaçının da çıkarılmasıyla Lâtin harfleri alınmış ve “Türk
alfabesi” olarak önümüze konulmuştur.
Yeni
alfabenin en önemli muhaliflerden biri olan İsmet İnönü’nün, “Hatıralar”
kitabında bu konuda önemli tespitleri yer alıyor. İnönü, Enver Paşa’nın
denemesine atıfta bulunarak bu işin uygulanamaz olduğunu, bu fikrini Mustafa Kemal’e
ilettiğini ve onun da şevkini kırdığını, ancak sonunda bir “emrivaki” ile yeni
alfabeye geçildiğini anlatıyor.
Uygulamanın
başlamasından sonra ise mecburen kanunun savunucusu olan İnönü’nün birçok
methiye cümlesinin arasına sıkışan en büyük itirafı ise şudur: “Harf İnkılâbının bizde tesiri ve büyük faydası,
kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır.”
İşte
can alıcı nokta budur!
Alfabe
değişikliği, bir kolaylık getirmesi amacıyla değil, eskiyi yok edip yeniyi
enjekte etme çabasındandır. Burada eski diye düşünülen, köklü Türk, Osmanlı ve
İslâm kültürü, yeni olarak adlandırılan ise yozlaşmanın tek adresi olan Batı
kültürüdür.
Evet,
biz Türkler tarih boyunca kendi alfabelerimizi kullanmamış olabiliriz. Murat
Bardakçı’nın dediği gibi, Orhun Kitabeleri bile Runik alfabesiyle yazılmış
olabilir. Ancak yaklaşık son 12 yüzyıldır kullandığımız ve artık bizimle özdeşleşen
bir alfabeden vazgeçmek için de haklı bir sebep yoktur ortada. Varsa,
zorlukları ortadan kaldırmanın yolu bu kökten değişiklik değildi muhtemelen.
Belki
Enver Paşa’nın 1914’te yapmaya çalıştığı ve Osmanlıcanın yazıldığı gibi
okunmasına yardımcı olacak bir imlâ kuralları bütünü ile birkaç sesli harf ilâvesi
düşünülebilirdi. Öyle olsa idi, bugün tarihini doğru anlayan, kültürünü doğru
yaşayan, dininden uzaklaşmamış bir nesle sahip olabilirdik.
İşte
bütün bu sebeplerden dolayı, 1353 sayılı Kanun’a sonuna kadar karşıyım!