Tarih ve eğitimle toplumsallaşma serüveni

Sabahattin Bey, Türk düşünce hayatında ferdiyetçiliğin temsilcisi olmuştur. Ona göre Batı’nın gerçek üstünlüğünü sağlayan, aslında onun bireyci yapısı idi. Oradaki bütün fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin temelinde bu vardı. Bizim de Batılılaşmamız, kendi kendimizi yönetebilmemiz, gerçek hürriyete kavuşmamız için ferdî girişkenlik ve ferdî haklar temeli üzerine bir toplum yapısı kurmamız gerekiyordu.

DAHA resmî ve örgütlü bir toplumsallaşma kurumu, eğitim ve bunun içindeki öğretmelerle gerçekleştirilir. Okul yapma sadece bilgi ve beceri değil, toplumsal sorumlulukları da öğretir. Bu nedenle çocuğu etkileyen ilk organizasyon eğitimdir. Yeni okula başlayan bir çocuk, kendisine yabancı birçok yüzle karşılaşır. Eğitimin başlamasıyla birlikte toplumun temel yapısı anlatılmaya ve öğretilmeye başlanır.

Böylece uygulanan çeşitli kurallarla çocuklara, diğer insanlarla ilişkilerinde karşılaşacakları güçlükler gösterilmeye, toplum hâlinde yaşamanın kuralları anlatılmaya çalışılır. Bu şekilde çocuklar gerek birey, gerekse grup olarak kendilerinden beklenenleri anlamaya çalışır ve toplumun birer parçası olmaya başlarlar.

İşte bu aktarmada çok önemli bir rol düşer eğiticilere! Aldıkları sorumluluk onlara, gösterdikleri yol, davranış ve kişilik özellikleriyle öğrenciye ilk örnek olma niteliğini verir. Öğretmenler öğrencilerine bilgi ve beceri aktaran profesyonel toplumsallaşma kurumlarıdırlar.

Eğitimin açık ve gizli fonksiyonları, bireyin toplumsallaşmasında büyük önem taşırlar. Birinci açık fonksiyon, okuma, yazma ve aritmetik yeteneğini geliştirmektir. Bu tür fonksiyonlar toplumsallaşmanın önemli parçalarındandır. Gizli fonksiyonlar ise çocuğun toplumsal sistemi anlamasını ve benimsemesini kolaylaştırırlar. Örneğin, evde çocuk sadece ailesi ile ilgili norm ve değerleri öğrenirken, okuldaysa çok daha geniş bir bakış açısıyla dünya ile ilgili evrensel değerleri öğrenir. Böylece yaşadığı toplum içerisindeki yaygın ekonomik değerleri benimseyen genç, çalışma yaşamına da bir ölçüde bu sıralarda hazırlanır. Kısaca eğitim, bütün dünya çocuklarına kendi ülkelerinin ekonomik ve politik sistemlerini öğrenmelerinde ve desteklemelerinde büyük katkı sağlar.

Eğitim kurumları

Eğitim kurumları ya da okullar, çocuğun ya da gencin sosyalleşmesinde rol oynayan müesseselerin başında gelir. Eğitim kurumlarını diğer kurum ya da gruplardan ayıran en önemli özellik, toplumsallaşma sürecinin plânlı ve kontrollü bir biçimde gerçekleştirilmesindeki rolünden ileri gelir. Okulda çocuğa toplum tarafından benimsenmiş değer ve normlardan hangilerinin öğretileceği, kültürün hangi özelliklerinin kazandırılacağı önceden belirlenir. Tüm eğitim etkinliklerinin amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmesi öngörülür. Çocuklar ve gençler okulda, bir yanda yaşamlarını sürdürmek ve karşılaşacakları sorunların üstesinden gelmek için gerekli olan bilgi ve becerileri kazanırlarken, aynı zamanda da gelecekte üstlenecekleri rollerin gerektirdiği birtakım kazanımları edinirler.

Eğitimin açık işlevleri: Toplumun kültür mîrasının birikiminin aktarılması, yenilikçi ve değişmeyi sağlayan elemanlar yetiştirmek, siyasal işlev, seçme işlevi ve ekonomik işlev.

Eğitimin gizil işlevleri: Eş seçme, tanıdık sağlama, konum kazandırma, çocuk bakıcılığı, işsizliği önleme, ekonomik sömürülmeyi önleme, temizleyicilik.

Toplumsallaşma

“Toplumsallaşma” kavramını ilk kullanan Durkheim'dir. Topluma hazırlanma ve katılma süreci, bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürünü ve toplumdaki rolünü öğrenerek toplumla bütünleşmesi anlamına gelen temel sosyal süreçtir.

Toplumsallaşma, bireyin dünyaya gelmesiyle başlar. Dünyaya yeni gelen bebek, hayvanî gereksinimleri ve dürtüleriyle biyolojik bir organizmadır. Bununla birlikte o, başlangıçtan îtibâren sosyal olarak belirlenmiş durumlara tepki göstermek yönünde koşullanmaya başlanır. Büyüdükçe içinde yaşadığı grup tarafından tanımlanmış davranış biçimlerini ve grubun değerlerini öğrenmeye başlar. Giderek grubun değerlerini kendi bireysel yapısı içerisinde içselleştirir ve böylece bir kişilik kazanarak toplumun bir üyesi hâline gelir. Toplumsallaşma, toplumsal ve bireysel yaklaşımlara bağlı olarak iki şekilde ele alınır.

Birincisi, nesnel bakımdan (toplumsal açıdan) sosyalleşmedir: Bireyin kültürünü öğrenerek içinde yaşadığı organize yaşam biçimiyle uyuşmasıdır.

İkincisi, öznel bakımdan (bireysel yaklaşıma göre) sosyalleşmedir: Kişinin doğuştan getirdiği potansiyel birikimi toplum içerisinde arttırması ve geliştirmesi sürecidir.

Toplumsallaşma ve eğitim

Sosyoloji açısından bakıldığında eğitim, sosyalleşmenin özel bir görünümü, özel bir şekli olarak anlaşılıyor. Çünkü eğitim, belli amaçlar doğrultusunda kişide belirli davranış yatkınlıklarını geliştirmek veya istenmeyen bazı davranış ve alışkanlıkları değiştirmek (davranış modifikasyonu) olarak görülmektedir.

Eğitim amacıyla görevli ve yetkili makam, kurum ve kişiler, çocukları ve gençleri yönlendirme işini yapmaktadırlar. Ama bir yandan örgün eğitim sürerken, öte yandan arkadaş grupları, kitle iletişim araçları, çıkar birlikleri, politik kuruluşlar ve kamuoyu tarafından yapılan etkilemeler de sürmektedir.

Okul, öğrencilere sadece eğitim programındaki bilgileri aktarmak, oradaki amaçlar doğrultusunda bazı beceri, alışkanlık ve davranış kalıplarını kazandırmakla sosyalleştirme görevini yapamaz. Elbette çocuklar farklı bilim alanlarındaki bazı pratik ve teorik bilgileri öğrenmek, becerileri kazanmak için okula gelirler. Ama bu bilgi ve becerileri öğrenirken aile ve diğer sosyal kurumlardan çok farklı bir yapıya sahip olan “okul toplumu” içinde yaşamayı da öğrenirler.

Okullar, âdeta aile ortamı ile büyük sosyal kurumlar arasında bir geçiş toplumudurlar. Belki aile kadar sıcak ve hoşgörülü değildirler ama içinde yaşadığımız toplumun diğer bazı kurum ve gruplarındaki kadar acımasız da değildirler.

Çocuklar okulda kazandıkları birçok bilgi ve becerilerin yanı sıra aile fertlerinden başka yabancı çocukları, büyükleri ve yöneticileri de tanırlar. Farklı davranış şekilleri, farklı alışkanlıklar, gelenekler, değerlendirme teknikleri ile karşılaşırlar. Öğrenciler arkadaşlarından, öğretmenlerinden, okul yöneticilerinden, memur ve hizmetlilerinden gelen bu tipik davranışlara yavaş yavaş alışırlar; okuldaki sosyal ilişkiler ağını, sosyal örgüyü öğrenirler. Bu, onların daha sonra katılacakları “yetişkinler toplumu”ndaki örgüyü tanıma ve öğrenme şanslarını gösterir.

Sosyalleşme, çeşitli sosyal çevre etkileri ile kişinin bazı tutum ve davranışları öğrenmesi, benimsemesi, çevresine uyum sağlamasıdır. Her canlı varlık gibi insan da -yaşayabilmek için- çevresindeki fizikî ve sosyal çevreye uyum yapmak zorundadır. Bu genel uyum eğitiminde sosyal çevresi de insana yardım eder. Hatta yardımdan daha öte, amaçlı ve plânlı birtakım etkileme ve yönlendirmelerle çocuklar ve gençler, istenilen şekilde yetiştirilmek ve kalıplandırılmak istenirler ki, bunun adı “sosyalleştirme” veya “eğitim”dir (Ergün,1986).

Emile Durkheim

Eğitim sosyolojisinin kurucusu, Fransız sosyolog Emile Durkheim'dir. Durkheim, eğitime sosyal bir olay olarak bakmıştır. Eğitimde toplumun göz önünde bulundurulmasına ağırlık vermiştir. Eğitim, toplumda uyumu ve birliği geliştirir, korur.

Sosyal kurumları "sosyal kolektif duyguların kristalize olmuş bir şekli" olarak niteleyen Durkheim, eğitimi de bir sosyal kurum olarak kabul eder. Ona göre eğitim, toplumun bir fonksiyonudur. Çeşitli toplum tiplerine göre değişen eğitim, yetişkin nesillerin genç nesillere etki ederek çocukları belli bir düzeyde ve toplumun istediği şekilde bedensel, ahlâkî ve zihnî düzeye çıkarmaktır.

Durkheim'in görüşlerine genel olarak bakıldığında, onun eğitimi, çocukları ve gençleri sosyalleştirme olarak ele aldığı görülmektedir. O hâlde eğitim, toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenecektir. Böyle olunca da her toplumun kendi devamlılığını sürdürmek için ortaya koyduğu ahlâk, değerler ve diğer sosyal normlar, eğitimin genç kuşaklara benimseteceği ilk unsurlar olacaktır.

Max Weber

Weber’e göre sosyal hayatta bütün faktörler birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler. Ekonomik ilişkilerin din ve diğer sosyal ilişkiler üzerinde büyük etkileri olduğu gibi, meselâ her din de bir iktisadî ve sosyal ahlâk yaratmaktadır. İnsanların duygularını, düşüncelerini, vaziyet alışlarını etkileyen faktörlerin içinde dinin önemli bir yeri vardır. Kapitalizm de Protestanlığın getirdiği kapitalist zihniyetin bir eseridir. Dinler ahlâkî değerleri, ahlâkî değerler de sosyal ve ekonomik hayatı şekillendirmektedir.

Eğitim, fertlerin ileride toplumsal yapı (bürokrasi ve sosyal tabakalaşma) içinde alacakları statüyü belirleme açısından çok önemlidir. Weber'in tipoloji yaklaşımı, eğitim sosyolojisi araştırmalarında çok etkili olmuştur.

Ziya Gökalp

 

Ziya Gökalp, eğitimin amaçları konusunda büyük oranda E. Durkheim'in görüşlerini Türkçeleştirerek işe başlamıştır. Ona göre “terbiye, bir cemiyette yetişmiş neslin henüz yeni yetişmeye başlayan nesle fikirlerini ve hislerini vermesi” demektir. Bu şekildeki bir eğitim, yaygın eğitim ve organize eğitim şekillerinde halk arasında ve okullarda olmaktadır.

Eğitimi "ferdin içtimâîleştirilmesi" olarak ele alan Ziya Gökalp'a göre, toplumların gelişmesi sonucu ortaya çıkan işbölümü, fertlerin muhtariyetini doğurmuştur. Çağımızın insanlarında ferdî şahsiyet esastır. Hakîkî ferdiyetler ancak millî fertlerdir, diğerleri dejeneredir. O hâlde “terbiyenin gâyesi, millî fertler yetiştirmektir; millî fertler yetiştirmekse doğrudan doğruya ‘millet yapmak’ demektir”.

Eğitim, millî kültüre göre yetişmiş, onu temsil eden şahsiyet sahibi gençler yetiştirmelidir.

Ziya Gökalp, Fransız örneğinin Tanzimat’tan beri bizim eğitimimizi yanlış yola sürüklediği kanısındadır. Çünkü o, eğitimi "fertlerin millî kültüre intibâkı" şeklinde târif etmekte ve "medeniyetçi" Fransız eğitimine karşı kültürcü ve yüksek şahsiyet yetiştiren Anglo-Sakson ve Alman eğitim sistemlerini beğenmektedir. Türk milleti, modern milletler seviyesine çıkartılmalıdır. Önce okullarda, çocuklara ve gençlere verilecek millî kültür kurulmalıdır. Bunu yapacak olan üniversite millî kültürü kurmalı, bunu geliştirdikten sonra inşâ liselere yayılmalıdır.

Bu bakımdan Ziya Gökalp, modern eğitimin millî kültüre dayanması gerektiğini, millî kültürün de milletin hayatından belirdiğini, Avrupa'dan kültür ve eğitim alamayacağımızı ileri sürmektedir. Ancak fertlerin teknolojiye intibâkı olan öğretim lâmillidir ve bunu Avrupa'dan aynen almalıyız. (Ergün.)

Prens Sabahattin

Sabahattin Bey'in esas gâyesi, önceleri Osmanlı toplumunun, daha sonra da Türkiye'nin nasıl kurtarılacağının yolunu bulmaktı. Toplumu kurtarma çabalarında esas rolü oynayanlardan biri eğitim olacaktı. Ona göre o günkü sefâletimiz, o günkü eğitimin çürüklüğünden geliyordu. Gerçi eğitimin özünü esâsen sosyal yapı belirliyordu; ferdiyetçi toplumlarda eğitim etkin, ferdiyetçi olmayan toplumlarda ise etkisiz (pasif) idi. Ama yine de toplumla eğitim arasında sıkı bağlar vardı. Eğitim, sosyal değişmenin de önemli araçlarından biri idi.

Sabahattin Bey'e göre eğitimde Anglo-Sakson modelini örnek almalıyız. Çünkü bu sistemde gençler, hiç kimsenin yardımı olmadan hayatlarını kazanabilecek bir kişisel girişkenlikle yetiştiriliyorlar. Türkiye'de ise eskiden beri herkes sırtını devlete dayama eğilimindedir. Yeni okul sisteminin mezunları da hep devlet memuru olmayı amaçlıyorlar. Hükûmetlere muhtaç olmadan tarım, ticaret ve sanayi alanında başarılı olabilecek bireyler yetiştirmeliyiz. Memura dayalı eğitim sistemimizi, kuvvetli şahsiyetler yetiştirecek şekilde değiştirmeliyiz.

Sabahattin Bey, Türk düşünce hayatında ferdiyetçiliğin temsilcisi olmuştur. Ona göre Batı’nın gerçek üstünlüğünü sağlayan, aslında onun bireyci yapısı idi. Oradaki bütün fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin temelinde bu vardı. Bizim de Batılılaşmamız, kendi kendimizi yönetebilmemiz, gerçek hürriyete kavuşmamız için ferdî girişkenlik ve ferdî haklar temeli üzerine bir toplum yapısı kurmamız gerekiyordu.


20 Yüzyıl Başlarında Türk Eğitiminin Amaçları Konusundaki Tartışmalara Mukayeseli Bir Bakış, Doç. Dr. Mustafa Ergün (makale).

Eğitim Sosyolojisi, Prof. Dr. Mahmut Tezcan.