DOĞRULUK,
dürüstlük, güzel ahlâk ve prensip benzeri önemli insanî değerler, özgür ve
özgün düşünen, olaylara önyargısız yaklaşarak irdeleyip değerlendirmesini bilen
kişilerin lügatinde anlam bulur. Aksi takdirde insanî olması mümkün değildir. Bu
durumda, kişiye karşı güven ortadan kalkacağı gibi, inanılırlığı kalmayacak,
kişinin yalnızlaşmasına sebep olacaktır. Benzer kişilerin çoğunluk olarak yer
aldığı toplumlarda, kargaşa ve huzursuzluk en yaygın şekilde kendisine yer
bulacaktır. Bunlar kendileri olmaktan çok, takip ettiklerinin duygu ve
düşünceleriyle yaşayan, tarafgirliği hayat felsefesi hâline getiren
kişiliklerdir.
Gündelik hayatta sıklıkla kullanılan bir kelimenin küçük bir
değişiklikle ne kadar olumsuz hâle geldiğini “taraf” kelimesi ile görebiliriz.
Sözlük mânâsıyla taraf, “yön, yan, yöre, soy ve karşıt olanlardan her biri”
olarak ifade edilmektedir. Genel olarak yanlardan her biri olarak da izah
edilebilir. Yön, yan, yöre, soy veya karşıtlardan biri olmanın hiçbir olumsuz
yanı bulunmamaktadır. “İstikamet belirleme, yanında veya bağlı olma” mânâsında
düşüncelerimizi izah etmede de sıklıkla kullanılan kelimelerden biridir taraf.
Taraf olmak, taraf tutmak olarak bir fiil ile birlikte
kullanıldığında da herhangi bir olumsuzluğu çağrıştırmaz. Toplu yaşama uyum açısından
gereklilik olarak da görülebilir. Ancak “tarafgir” olarak, bir ek ile yeni bir
anlam kazandığında işin rengi değişmektedir.
Tarafgir, “bilerek ve isteyerek bir tarafı tutma, kayırma”
anlamı yüklendiğinde üzerine, “onun dışındakileri öteleme, reddetme” noktasına
gelmektedir. Öteleme ve başkalarını reddetme gibi olumsuzluklarına rağmen bu da
nispeten hoş görülebilir. Bireyin açık ve net olarak düşüncesini ortaya
koyduğunun belirtisi anlamında kabul edilebilir. İnsanlar arasındaki iletişimde,
gerektiğinde rahatlıkla kullanılabilir ve hoşgörüyle karşılanabilir. Her özgür
insanın buna hakkı vardır ve istediği gibi kullanması, insanlığının gereğidir.
İnsanlar arasındaki iletişimi çekilmez yapan durum, “tarafgir”in
“tarafgirlik” hâline dönüşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Burada sorun, taraf
tutmakla yetinmeyip doğruluğuna veya gerçekliğine bakılmaksızın, irdelemeden,
sorgulamadan, aynı yapıdaki diğerleriyle kıyaslama yapmadan, körü körüne ve
bağnazca savunma durumuna geçilmesidir. Bu hâliyle kişinin aklı devre dışıdır.
Sadece takipçi ya da taklitçidir. Bir aşamadan sonra kişiyi müzmin bir hastalık
gibi sarıp sarmalar, kendi olmaktan çıkarıp başkası veya başkaları adına konuşmakla
birlikte onlar adına yaşar duruma sokar. O andan itibaren bireyselliğini kaybetmiş
olur. Bir papağan gibi, itaat ettiği merkezin söylemlerini tekrarlar, hatta
onunla da yetinmez ve orayı haklı çıkarabilmek için çaba sarf eder. Aslı astarı
olmayan kelime ve cümlelerle bağımlısı olduğunun haklılığını ortaya koymaya çaba
gösterir.
Bu kadar uzun bir girişten sonra hayatın gerçeğine dönüp
baktığımızda, toplumu saran tarafgirlik hastalığının gün geçtikçe sarmalına
aldığı yürek sayısını arttırmaya devam ettiğine şahit olmaktayız. Birey veya
grup, bu durumu istismar eden çıkar çevrelerinin hasat tarlası olmaktan
kurtulma şansını kaybetmiştir artık. Kişi kendi olmaktan çıkar ve başkasının
gözüyle görüp başkasının zihniyle hareket etmeyi yaşantı hâline getirir. İşte
bu noktada, insan olma vasfını kaybederek piyon durumuna geçmektedir!
Nasıl tarafgir olunur?
Bütün gayreti başkasının menfaatlerine uygun yaşam sürdürür
hâle gelir tarafgirin. Kendisine has kişiliği otomatik olarak kaybolmuştur.
Bu hâlde olan insanlara her ortamda rastlanır. Onlar için
iyi/kötü, başarı/başarısızlık, güzellik/çirkinlik (ikilemleri istenildiği kadar
çoğaltmak mümkün) gibi benzer ikilemleri kendi keyfî durumlarına uygun bir
şekilde kullanmaktan imtina etmezler.
“İnsan böyle bir duruma nasıl düşer veya neden tenezzül
eder?” diye bir soru akla gelebilir. Bunun asıl kaynağı, insanda var olan “ait
olma, birlikte olma, güç birliği oluşturma” gibi çok doğal insanî tavırlardır.
Buraya kadar herhangi bir sakıncası yoktur. Sakınca, kişinin bireysel
yetersizliğinden, aklını kullanabilme becerisi gösterememesinden, kendisinde irdeleme
ve sorgulama gücü bulamamasından dolayı inandığı kişi veya grupların
takipçiliğine soyunmasıyla ortaya çıkar. Güçsüzlüğünün ve idraksizliğinin telâfisini,
bir yerlere gözü kapalı bağlılık göstermekte bulur. Bu noktadan itibaren de
kişilik kaybı oluşmaya başlar.
Benzer durumlar ideolojilerde, siyâsî ortamlarda, spor takımı
tutmalarda, hatta her türlü grup ve topluluklarda yer alabilme niyetlerinde görülebilir.
Taraf veya tarafgir olarak sürdürülen ilişkiler bir noktaya kadar, aidiyet
duygusunu yaşayabilmenin ihtiyacından kaynaklandığı için çekilir hâle gelebilir.
Kişinin özgür iradesinin gereği olarak da kabul edilebilir. Bağnazca
tarafgirliğe dönüştüğünde ise durum çekilmez hâl alır; kişi, bireyselliğini
kaybetmiş, bir sürünün elemanı olmanın da ötesinde körü körüne bir girdabın
içine yuvarlanır duruma girmiş demektir.
Tarafgirliğin en tehlikelisiyle, siyâsî veya ideolojik olaylara bakış açısında karşılaşılmaktadır. Bu alanda yapılan tarafgirliğin sonunda toplumsal ayrışmaya gitmek gibi tehlikeli bir ihtimâl vardır. Bu tehlike gözden uzak tutulmamalı; kendi taraftarlarını çoğaltma adına toplum dinamiklerinde çatlamaya fırsat vermemek için özen gösterilmelidir. Bu konuda kendisini önder kademesinde görenler, ağır yükümlülükler altında olduklarını unutmamalıdırlar. Çatlağın oluşması kolaydır, ancak önüne geçmek hiç de kolay olmadığı gibi, sonu toplumsal hüsrana gidecek neticelere gebedir.
Gerçek hayatta bunun yansımalarıyla her an karşı karşıya
kalınmaktadır. Bir arkadaş grubu veya bir toplantıda ağızdan çıkan kelimenin ne
olduğuna dahi bakılmadan, konuşan kişinin ne söylediği veya ne söyleyeceği daha
ortaya çıkmamışken, birilerine karşı gard alındığını görürsünüz. Konuşanın
sözünü tamamlayabilmesi beklense, belki de karşı çıkmasına gerek kalınmayacak.
Ancak cümlenin ortasından kopararak karşı savunmaya geçmek gibi abes durumlara
düşüldüğünün farkında olunmamaktadır. Bu durum televizyon oturumlarında
sıklıkla görüldüğü gibi, sosyal medya paylaşımlarına yapılan yorumlarda da
sıklıkla karşılaşılmaktadır. Duyduğu veya okuduğu üzerine fikir üretemeyenler,
yeni yorum getiremeyenler, sırf farklı bir şey söylemiş olmak için beynini
ipotek ettiği noktalardan yola çıkarak ezberinde kalan sloganvari kelime ve
cümleleri peş peşe sıralamaya başlamaktadırlar. Merkezdekilere mesaj gönderme
kaygısıyla yola çıktığı için söyledikleriyle anlam kargaşası yarattığı ise onun
için hiç önemli değildir.
Takip ettiği kişi veya kişilerin bir önceki söylediğine
inanarak alkışlayıp desteklerken, kısa bir müddet sonra ilk sözü söyleyenin tam
zıt bir anlatımda bulunduğunda da benzer şakşakçılığı yapmakta hiçbir sakınca
görmemektedir. Bu tutum, insanların özgür olmadıkları ortamların davranış
biçimidir. Kişinin, aklını ve iradesini devre dışı bıraktığında, yaratılışında
var olan özgür yapısından bahsedebilmek mümkün değildir.
Özgür yaratılışlı bir yapıya sahip olan insan, aklını ve
özgür iradesini kullanma yeteneğini gösteremediğinde, insanî vasıflarını
kaybetmiş, herhangi bir yaratık durumuna düşmüş demektir. İnsanî vasıfsa
bilmediğini öğrenmek, duyduğu ve okuduğu fikirler üzerinde düşünerek irdelemede
bulunmak, sorgulamak ve kıyaslamalar sonucu bir kanaate ulaşabilmeyi gerektirir.
Toplumumuzun özeline indiğimizde, okuyup öğrenmeyen, araştırmayan, birilerinin
söyledikleri ile yetinmekle birlikte, her duyduğunu doğru kabul ederek körü
körüne peşlerinden giden insanlar yığını hâline gelindiği görülecektir.
Sağlıklı
bir insanın kalp gözü açık, zihni özgür olur. Görme engelli bir insana rengi
anlatmak ne kadar imkânsızsa, cahil bir insana lâf anlatmak da o kadar zordur.
Kalp gözü açık olanlardan olmak, renkleri ayırt edemeyecek kadar kör olmaktan
sakınmak gerekir.
Yandaşlık,
sürü psikolojisinin olduğu dönemlerde yoğun olarak taraftar bulduğu gibi,
azınlığa düşüldüğünde de taraftar bulur. Kolaylıkla oltaya takılacakları için,
zayıf karakterlerin avcısı çoktur. Oysa insan, düşünen, akleden bir varlıktır. Ona
av olmak değil, avcılık yakışır.
Kişi
fikrinde ısrarcı ve görüşlerini belli bir temele dayandırıyorsa samimîdir,
kendi açısından doğrucudur. Aksi hâlde, gelecekte esamisi dahi okunmayacaktır. Birilerine
yaranmak ya da şirin görünmek için edebiyat ya da sanat yapıldığında, sonuç sanat
olmadığı gibi, düşünce üretildiğinde de ürün, geçerli bir düşünce olarak yer
bulamaz. Yapıldığı zannedilse bile
aydınca olmaz. Üretilen düşüncenin özgün ve sahici olması, başkalarını takip ve
taklitten arınmış olmakla birlikte, her dönemde geçerliliğini korumasıyla da kendini
gösterir.
Ameller
niyetlere bağlıdır; kişiye ne anlatırsanız anlatın, peşin hükümle yola
çıkıyorsa veya kafası almıyorsa, anladığı kadarını anlamak istediği şekilde
anlar. “İyilik yapalım, iyilik bulalım” diye hür düşüncesine sahip olabilenlerden
olmaya güç mü yeter?
Toplumsal
bir zaaf
Yaşandığı
günün siyâsî konjonktürüne göre taraf veya karşı olunan birçok insan veya
topluluk, ötekileştirilerek değersizleştirilmeye çalışılmış. Birini takdir eden,
diğerini küçük görmeyi marifet saymış. Unutmamak gerekir ki fikirler, zıtlıklar
karşısında gelişir. Bu, bilim ve sanatta da olduğu gibi, edebiyatta da kendini
gösterir. Bütün yenilikler ve gelişmeler, karşısındakinden daha iyi, daha güzel
ve daha anlamlıyı bulmak çabasıyla ortaya çıkmıştır.
Toplumumuzda
oluşmaya başlayan genel yapı, takipçisi olunan kişilerin söylediklerini olduğu
gibi kabullenir hâle gelinmiş olmasıdır. Konuşulanların irdelenip sorgulanmadan
aynen kabul edilmesi, tarafgiri duyduğu veya okuduğuyla kendi düşüncesine daha
da yakın hissettirir. Yazanı veya konuşanı yandaşı olarak görürse, ne söylemek
istediğine, hangi saik ya da ne amaçla o düşünceleri ortaya koyduğuna bakmadan,
olduğu gibi kabullenir, birinci derecede savunucusu durumuna geçebilir. Bu, toplumsal
yapının zaafını oluşturmaktadır.
Doğru
veya yanlış olduğuna bakmadan, duyduklarını olduğu gibi kabul etmek, o konuyla
ilgili kişisel bir fikrinin olmadığı, başkalarının güdümünde yaşantısını
sürdürmeyi kolaycılık olarak kabul ettiğinin göstergesidir.
Önyargılı
olmadan iyiye iyi, kötüye kötü, hatalıya hatalı denilemediği müddetçe, insanlar
kolaylıkla birbirlerini yargılamayı sürdüreceklerdir. Bu ve benzeri davranışlar
toplumsal bütünlüğü zedeler, kargaşa ortamlarının yaratılmasına sebep olur ve
nihayetinde ayrımcılığa yol açar. Oysa her milletin sağlam temeller üzerinde
varlığını sürdürebilmesi, ayrımcılık ile değil, birlik ve bütünlük oluşturmakla
mümkündür. Her toplumun birlikteliğini sağlayan
sağlam yapıştırıcıları vardır. Önemli olan, onları bulup
yaşatabilmektir. Mesele, teferruatlardaki farklılıkları değil, genel yapı içindeki
ortaklıkları görme yeteneğine sahip olabilmektir.
Toplumsal
birliğin sağlanması, inançsal, millî ve ulusal değerleri bir bütün olarak ele
almaktan geçer. Aksi hâlde bu değerler tek başına kolayca yıpratılacaklardır.
Değerlerin yıpratılması, toplumu oluşturan bireyleri sürüleştirmekten ve onları
birbirine yaklaştıran bağların kopartılmasından geçer. Oysa hayata bilinçli
yaklaşan, düşünen, düşündüklerini paylaşan, duydukları ve okuduklarını sorgulayan,
olgular ve olaylar üzerine özgün yorum katabilen bireylerin oluşturduğu
toplumlar, dışarıdan gelebilecek hiçbir olumsuz etki altında kalmaz.
Başkalarını ötekileştirmeden aidiyet duygusu taşıyabilen, hoşgörü ve zihin diriliğinde yaşayabilmeyi becerebilenlerin çoğunluğu oluşturduğu güzel günler sizinle olsun…