İNSAN, yaratılırken iki yöne eğilimli yaratılır: Bir yön takva/iyilik, diğer yön ise fücur/kötülük... İnsana verilen irade, bu iki yönü özgürce seçme ve o yolda yürüme yetisidir. Fakat insan, seçtiği ve yürüdüğü yoldan ve yolda yaşadıklarından sorumludur. Sorumluluk ise bir “hesap verme” ve “kazanma” fırsatı içerir.
Kur’ân’da, insan fıtratında, insanı fücura/kötü yola davet eden, teşvik eden, telkin eden ve de bu yolu “süslü-zevkli” anlatan mekanizmaya “şeytan” ismi verilir. Dolayısıyla “şeytan”, fıtratta olan bir mekanizmanın adıdır.
İnsan fıtratında, insanı iyi olana, takvaya davet eden, telkin eden, teşvik eden mekanizmanın adı da “akıl” olarak isimlendirilir.
Kur’ân’daki “İnsanların çoğu akletmez” ifadesi, insanların çoğunun “şeytan” mekanizmasından daha çok etkilendiğini hatırlatır. Peki, neden? Çünkü şeytan dediğimiz mekanizma, insanın doğasındaki “zayıf” yönleri kullanma ve “tuzaklama” konusunda çok marifetlidir. İnsan özellikle üç konuda şeytana teşnedir: Güç, zevk ve sorumlu tutulmayacak davranışlar...
Akıl ise üç konuda insanı teşvik eder: Adalet, aşk ve sorumlu davranışlar…
İnsanın bu iki ayrı yöne eğilimi ve tercihe göre seçtiği yolda yaşadıklarının tarihine baktığımızda iki temel örgütlenme içinde olduğunu görüyoruz: Toplum ve devlet…
O zaman şu cümleyi kurabiliriz: Toplum ve devlet, insanın seçtiği yol üzere bir örgütlenme aşaması ve biçimi ise “iyi toplum” ve “iyi devlet” olduğu gibi “kötü toplum” ve “kötü devlet” de vardır. Dolayısıyla toplum ve devlet kavramlarını insanın seçtiği yoldan bağımsız tarif edemeyiz.
Kötü/fücur yolu üzere olan ve o yolda karşılaşmış insanların ortaya çıkaracağı toplum da, devlet de o yolun yolcusudur. İyi yolda karşılaşanların örgütlediği toplum ve devlet de o iyilik yolunun yolcusudur. Tarihteki toplum ve devletlere baktığımızda, bahse konu iki yol üzere örnekleri görmek mümkün.
Bizim bu yazıda konu etmek istediğimiz ise, modern zamanlardaki toplum ve devlet modellerinin hangi yol üzere örgütlenme biçimi olduğudur.
Doğrusu bu konuda dünyada bir kafa karışıklığı var. Çünkü modern zamanların en karakteristik özelliği, “iyi” ve “kötü” kavramlarının tarihteki tariflerine ve kullanım biçimlerine temelden itiraz ediyor. Yani toplum ve devlet modellerinin “iyi” ve “kötü” sıfatlar eklenmesine itiraz ediyor. Onun yerine bize göre “şeytanca” bir metot sunuyor ve bunu “akıl ürünü” olarak dayatıyor.
Peki, ne diyor modern zamanlardaki insan bu yol ayrımı ve tarifleme sürecinde kullandığı akıl maskeli fakat şeytanca kelimeye? “Sözleşme”…
Sözleşme neden akıl maskeli şeytanca bir kelime olsun ki? Çünkü modernleşmede sözleşme, özünde ve sözünde şunu savunur: Yolun kendisi iyi veya kötü olarak bölünemez, tariflenemez. Sadece o yol üzere olanların karşılıklı rızaları ve bu iradelerini “tartışma dışı” tutmak adına aralarında “sözleşme” yapma hakları vardır. Hiçbir sözleşme “iyi yolda” veya “kötü yolda” şeklinde sıfatlanamaz.
Bunu bir başka açıdan şu cümlelerle tekrarlayabiliriz: Sözleşmenin tarafları sözleşmeye sadık kaldıkları sürece, o sözleşme iyinin ve kötünün konusu değildir. Örneğin, özgür iradeleri ve karşılıklı mutabakatla, sözleşme ölçeğinde etkinleştirilmiş bir ticaret modeli için kimse “iyi” veya “kötü” etiketiyle bunu analiz edemez, yargılayamaz. Sözleşmenin taraflarını hesaba çekemez.
Örneğin, özgür iradeleri ve karşılıklı mutabakatla, cinsel tercihler ve bunların yapılış biçimi de “iyi” veya “kötü” etiketleriyle ele alınamaz.
Örneğin, bir sözleşme üzere inançları geliştirmiş toplulukların inancı onlara aittir; reddedilemez veya o inanç hakikat olarak insanlığa sunulamaz.
Bu modern zamanlarda geliştirilmiş ve kurumsallaştırılmış metot üzere uyarlamalar, inançtan aile hayatına, ekonomiden kültüre kadar her alan için geçerli kılınmak istenmiştir. Son iki yüzyılda yaşananlar da açıkça göstermiştir ki, bu metot benimsenmiş ve dünya genelinin ortak yaşam tarzı olmuştur.
Peki, “Dünyada ‘sözleşme’ üzere ve de iyi ve kötü tanımlardan sıyrılarak yaşamanın en popüler kodları nelerdir?” diye sorsak ve “Dünyada en çok hangi kavramlar ön plâna çıkıyor acaba bu bağlamda?” diye eklesek… Bu sorulara cevap olacak kodlardan sadece ikisini yazımıza gündem kılalım istiyorum: Demokrasi ve bürokrasi…
AK Parti içinde hatırı sayılır düzeyde, artık iyi-kötü kavramlarından bağımsız, kutsanmış sözleşmeleri meşru gören bir sosyal tabaka oluştu. Bu kesim AK Parti’ye irtifa kaybettirdi.
Demokrasi ve bürokrasi
Demokrasi “sözleşme maddeleri için ortak karar” olarak, bürokrasi ise “sözleşmenin uygulama modeli” olarak etkinleştiriliyor. O nedenle modernleşmede “demokrasi” ve “bürokrasi” kavramlarını hiçbir gerekçeyle “iyi” veya “kötü” kavramları ve kavramların kapsamıyla ilişkilendirmesine izin verilmiyor. Yani sözleşmenin kendisi kutsanıyor ve bu sözleşmenin hangi yol üzere olduğu önemsizleştiriliyor. Örneğin dünyadaki eşcinselliğin bir sözleşme türü olarak bütün dünyaya dayatılma çabası da bu modern metot kabulünün bir başka alandaki tezahüründen ibarettir.
Peki, bu ön perspektiften sonra “millî bürokrasi” tabirini nasıl tarif edeceğiz? Hatta buna ek olarak soralım: “Millî demokrasi” tabiri de aynı bağlamda kullanılabilir mi?
Modern zamanların sözleşme tarifine göre “iyi sözleşme” denemez; fakat “millî sözleşme” denebilir. Çünkü “millî” ifadesi zaten bir toplum ve devletin kendi yolu üzere örgütlenmiş hâlini ifade ettiği için yani “millî” ifadesi özünde bir “sözleşme üzere olanları” imgelediği için “millî bürokrasi” tabiri kullanılabilir.
Dikkat kesilelim: Millî bürokrasiye izin veren yaklaşım, bu tabirin özünü “iyi” veya “kötü” kavramlarından bağımsız ele almakta ve bir toplumun kendi iç sözleşmesinin uygulama metodu olarak tarif etmektedir. Nitekim bu modernleşme metodunu benimsemiş toplumlarda millî ile iyi arasında bir ontolojik ve sosyolojik bağ kurulmuyor. Aksine, iyi kavramı yerine bir başka kavramı oturtuyor modernleşenler: “Çıkar/kendi lehine oldurmak”...
Bu modern zamanların getirdiği “yeni bir durum” olarak bütün dünyada ontolojik ve sosyolojik travmalar doğurdu. Çünkü “iyi” ve “kötü” kavramlarının insan fıtratındaki doğası, kimyası bozuldu ve insan zihni iyi ve kötü kavramı arasındaki bağı kopardı.
Modern zamanların “Kime ve neye göre iyi? Kime göre iyi veya kötü? Herkesin iyi ve kötü tarifi kendine, kendinde saklı kalsın; esas olan sadece sözleşmedir” dayatması kabul gördü. Dolayısıyla hiçbir sözleşmenin iyi veya kötü yol üzere var olması gerekmiyordu; bu dayatma, zamanla “özgürlük”, “demokrasi” ve “evrensellik” etiketleriyle beslendi ve meşrulaştırıldı.
Nitekim gün deldi, “millî çıkarlar” ifadesi bile “İyi yol üzere olmak zorunda değiliz” veya “Kötü yola karşılık da gelebilir çıkarlarımız” gibi bir anlam -ve işlevinde- kullanılabilir oldu.
Oysa bu tarif etmelere, metoda ve sözleşmeyi kutsayan zihniyete itiraz etmemiz gerekiyor. Özellikle “millî” kavramını iyi ve kötü kavramlarından tamamen kopararak tarif etmeye ve sadece sözleşme ile meşrulaştırmaya milletçe itiraz etmemiz gerekiyor.
Her şeyden önce biz “Müslüman millet” olarak iyi ve kötü kavramlarından yalıtılarak, arındırılarak ve ikisi ile bağı kopmuş, salt sözleşme üzere meşrulaştırmalara karşıyız. Bizi “millet” kılan, zaten İslâm yolu üzere toplum ve devlet olmamızdır. İslâm iyi ve kötü kavramlarıyla ilişkili olarak her şeyi tarif ettiği için, “millî” ifadesine en yakın duracak kelime “çıkar” değil, “iyiliktir”.
Kuşkusuz “Sözleşme esastır ve iyi-kötü çetelesi tutulamaz” metodu ve hatta modern ideolojinin kimi adına “kapitalizm”, kimi “liberalizm” diyor (bu da ayrı bir bahse konu) fakat bizce bir kelime daha var ki, asıl “millî bürokrasi” konusunun sadece iyi-kötü kavramlarıyla ilişkili ele alınması gerektiğini hatırlatmıyor ve ayrıca “millî” kelimesinin neden bürokrasinin önüne getirilmesi gerektiğini bize telkin ediyor: “Sömürgecilik”.
Evet, sömürgecilik!
Unutmayalım ki, iyi ile bağın koptuğu bürokraside iki mekanizma aktif demektir: Rüşvet ve “modernleşme” adı altında Batı ülkelerine hizmet...
Sömürgecilik nedir?
Sömürgecilik, iyi ve kötü kavramlarıyla ontolojik ve sosyolojik bağı kopmuş ve salt sözleşmeye dayalı oluşturulmuş toplum ve devletleri esir alma ve esir olarak kullanma ideolojisidir. Bunu açmam gerekiyor…
Şimdi bir birey, aile, topluluk, toplum ve devlet “İyiye doğru mu yöneldim ve iyi yol üzere miyim, yoksa yanlışa yöneldim ve yanlış yolda mıyım?” bilincinde değilse, sadece “Sözleşme esastır ve sözleşmeden gelecek çıkara bakarım” diyorsa, o zaman dünyadaki güçlerin önüne koyduğu sözleşmelere bu kafa ve bu gözle bakar. Nitekim uluslararası sözleşmelerin çoğu, “Sözleşmeyi iyi-kötü çetelesiyle ele alma, çıkarına bak” telkiniyle dayatılır. Hatta “karşılıklı çıkarlar” veya “kazan-kazan” propagandasıyla servis edilir. Oysa iyiden veya kötüden koparılmış her sözleşme, sadece güçlü olana ve sözleşmeyi hazırlayana hizmet eder.
Peki, modern zamanlarda yaşanan bu “sözleşme” rüzgârlarında yelkenini şişiren ve gemisini yürüten en büyük sömürgeci ülke hangisi oldu? Tabiî ki sözleşmeleri hazırlayan İngiltere ile sözleşmeleri uygulayan yani bürokrasi devi ABD!
O zaman kritik sorumuzu burada soralım: “İngiltere-ABD sömürgeciliğinin sözleşmeler üzerinden tuzağına düşürdüğü ve sömürdüğü ülkeler arasında Türkiye Cumhuriyeti var mı?”
İkinci bir soru ekleyelim: “Türkiye’de demokrasi ve bürokrasi, özünde ve sözünde, iyi-kötü kavramlarıyla mı, yoksa bunlardan arındırılmış sözleşme üzere mi yapılandırıldı?”
Son bir soru daha: “Millî demokrasi ve millî bürokrasi, toplumun yöneldiği ve iyi olarak bildiği İslâm yolu üzere mi örgütlenmiştir?”
Biz bu sorulara cevap vereceğiz elbette, fakat önce Turgut Özal’ın, daha sonra da Recep Tayyip Erdoğan’ın ısrarla altını çizdiği “bürokratik oligarşi” ve “bürokrasi vesayeti” ifadelerini ele alarak, acaba bizim yukarıda uzun uzun ve detaylıca analiz ettiğimiz, modern zamanların getirdiği kutsanmış sözleşme kültürünün bu alandaki tezahürüne mi işaret ettiklerine bakalım. Yoksa sadece bu, “Biz siyasetçiyiz, projeler üretiyoruz; fakat bunu bürokrasi ya yavaşlatıyor veya sabote ediyor” serzenişi mi?
Kuşkusuz Özal’ın ve Erdoğan’ın kastettiği de bu ikinci anlam ve bağlam. Fakat şu dikkat çekici değil mi: İktidara kim gelirse gelsin bu serzeniş bitmiyor ve vesayetçi bürokrasi hep aktifliğini koruyor? Neden?
Şimdi, yeri gelmişken biz cevaplayalım ve son sözlerimizle yazımızı bağlayalım. Çünkü Türkiye’deki hem demokrasi, hem de bürokrasi, modern metodun getirdiği iyi-kötü kavramından bağımsız tarif edilen ve kutsanan sözleşme metodunu benimsemiş bir nesil, bir sosyal tabaka ve en önemlisi de modernleşmeden bunu anlayan bir CHP zihniyetinin yapılandırdığı süreçlerdir.
CHP’nin İslâm’la bile özde sorunu, aslında modernleşmenin doğasında olan yeni dünya, yeni hayat, “iyi” ve “kötü” kategorilerinde ele alınamaz. Artık sadece, “Karşılıklı rıza ile imzalanmış sözleşmedir gerçek olan” zihniyetini benimsemesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasi ve bürokrasi tarihinin her aşaması, “Türkiye’nin modernleşmesi” etiketiyle söz konusu bu sözleşme üzere toplumsallaşma ve devletleşme ısrarı ve kavgasıyla doludur. Türkiye’deki demokrasi ve bürokrasi adına tüm örgütlenmeleri yapan kişilerin, kurum ve kuruluşların kendine rol model olarak Batı ülkelerini alması, Batı ülkelerinde eğitim almış olmaları ve de en önemlisi, ülkemizdeki demokrasi ve bürokrasi karnesinin sürekli Batılı adreslerce verilmesinin benimsenmesinin sebebi de aynıdır: “Modernleşme”.
Dolayısıyla “millî bürokrasi” tabirini “devletine ve milletine hizmeti önceleyen bürokratlar” eşiğine düşürmek veya “Başka ülkelerin çıkarına hizmet eden ve karşılığında Batı’dan para ve övgü alan kadrolar yerine milletini seven ve devletinin çıkarlarını kollayan milliyetçi kadrolar” formatına sokmak, çok büyük bir tuzağı unutarak hareket etmek olur.
Türkiye’yi bir tehlike daha bekliyor: İyi ve kötü kavramlarından arındırılmış “kutsanmış çıkar” etiketli yapılanmalar… Bu yapılanmaların slogan gibi kullandıkları “millî çıkar” etiketine çok dikkatli bakılmalı.
Meselemiz şudur: “Millî” demek, bir yol üzere örgütlenmiş toplum ve devlet toplamıdır. Yol ise, “iyi” ile ilişkili yoldur. İyi tarifini ve rotasını belirleyense İslâm’dır. O nedenle İslâm ile bağı koparılan her şey bizim için gayr-i millidir. İyi yol üzere örgütlenmiş toplum ve devlet olarak bizler “çıkar”a bakmayız. Bize düşen iyiliğe bakar ve bu iyilikten insanlığı ne kadar faydalandırabileceğimizin çetelesini tutarız.
Unutmayalım ki, iyi ile bağın koptuğu bürokraside iki mekanizma aktif demektir: Rüşvet ve “modernleşme” adı altında Batı ülkelerine hizmet...
31 Mart Yerel Seçimleri bize iki riskli yönelişi açıkça gösteriyor: AK Parti içinde hatırı sayılır düzeyde, artık iyi-kötü kavramlarından bağımsız, kutsanmış sözleşmeleri meşru gören bir sosyal tabaka oluştu. Bu kesim AK Parti’ye irtifa kaybettirdi.
İkinci risk ise daha büyük: Modernleşme tutkunu ve “Türkiye modernleşmesi yarım kaldı, tamamlayalım arkadaşlar!” diyen ve yaşam tarzlarında “Sözleşme bizi ilgilendirir, iyi-kötü kavramlarıyla Tanrı ilgilensin” diyen hatırı sayılır örgütlü adresler, yerel yönetimlerde kendi bürokrasi ve demokrasilerini yaşatacaklar!
Bu arada FETÖ terör örgütünü anmadan geçmeyelim…
Halka iyi-kötü kavramlarının önemini anlatırken, aslında sözleşmelere tapan bir örgüt vardı karşımızda. Batı dünyasıyla yaptıkları sözleşmelere hep sadık kaldılar. Zaten Batı’ya kaçmalarının ve Batı’daki ülkelerce sahiplenmelerinin sebebi de bu sadakatleri.
Türkiye’yi bir tehlike daha bekliyor: İyi ve kötü kavramlarından arındırılmış “kutsanmış çıkar” etiketli yapılanmalar… Bu yapılanmaların slogan gibi kullandıkları “millî çıkar” etiketine çok dikkatli bakılmalı. Ne kadar iyi ile ilişkili ise millîdir, ne kadar iyiden uzaklaşıyorsa o kadar modernleşmenin kötü bir kopyasıdır, sözleşmeyi kutsayan zihniyetin bir başka yüzüdür.



