Tanrısal bir arena olarak sosyal medya

Sosyal medya doğru kullanıldığında eğitimden sanata, hayatın çok farklı alanlarında önemli işlevleri yerine getirme potansiyelini sunan çok büyük bir nimettir. Ama medya okuryazarlığı eğitiminin yeterli olmadığı yerlerde bilinçsiz sosyal medya kullanımı, yukarıda değindiğim gibi dilin yozlaşması veya kumarın meşrulaştırılması gibi değinemediğim birçok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

KİTLE iletişim araçlarının, özellikle de sosyal medyanın ortaya çıkması ile birlikte hayatımızda köklü değişiklikler meydana geldi. Bu değişiklikler hayatı yeniden yorumlama ve yeniden anlamlandırma noktasında farklı sonuçlar doğurdu. Hayat bir gösteri hâline dönüştü. En başta nesnelere yüklediğimiz klasik anlamlar fululaşmaya başladı. Buna bağlı olarak da gerçekler deforme oldu. Onun yerini yeni anlamlar ve sanal gerçekler aldı.

Bu süreçte “zaman ve mekân”, en fazla değişikliğe uğrayan kavramlar oldu. Gerçek hayatta en yakınlarımızla olan fiziksel mesafemiz çok yakın olmasına rağmen zihinsel mesafelerimiz açılmaya, tam tersi fiziksel olarak uzak olduğumuz insanlarla zihinsel mesafelerimizse azalmaya başladı.

Bulunduğu mekânla irtibat kurmakta zorlanan insanlar o mekânın ruhuna ve mekânın ortaya koyduğu gerçekliğe yabancılaşır. Sosyal medya bu yabancılaşmayı da hızlandırdı. Soysal medyayla birlikte gerçek mekânlar ile fiziksel irtibatımız olsa bile zihinsel irtibatımız azalmaya, tam tersi fiziksel irtibatımız olmayan sanal mekânlarla da zihinsel irtibatımız güçlenmeye başladı. Bu da bizi zamanın ve mekânın ruhuna sirayet etmekten ve ondan beslenmekten alıkoydu. 

Zaman ve mekân kavramındaki bu değişime bağlı olarak otokontrol mekanizmalarımız da zayıflamaya başladı. Zaman ve mekân dışında kişilik ve kimliklerden de soyutlanma imkânı sağlayan sosyal medya, kişilik ve kimliğe bağlı otokontrol mekanizmalarını çok daha esnek hâle getirdi. Kimileri bunu bir tür prangadan kurtulma ve özgürlük olarak görse de bu durum kişiyi en başta kendine yabancılaştırdı.

Sosyal medya hayatımıza girmeden önce gösteriden uzak durmak ve sahip olunanı göze sokmamak, önemli bir ahlâkî kuraldı. Ancak sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte bu ahlâk normu ortadan kalktı. Sıklıkla verilen bir örneği tekrar etmekte fayda var: Önceden bakkaldan/manavdan alınan herhangi bir meyve, “Başkaları görür, canı çeker ama alamaz” diye bir şekilde kamufle edilirdi. Başkasının iştahını kabartmamak için yemekler evlerin balkonlarında dahi yenilmez, salonlarda yenirdi. Ama sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte, artık bunları gizlemek şöyle dursun, insanların gözünün içine sokmak için türlü kurgular eşliğinde sosyal mecralarda hareket eder hâle geldik.

Mahrem mekânlar dahi sosyal medyadaki gösterinin kullanımına sunuldu. Bu durum, mahremiyet olgusunun da ihlâli, hatta iflasına sebebiyet verdi. Sosyal medya var olmadan önce mahrem sayılan birçok şey, sosyal medya ile birlikte artık mahremiyet alanının dışına çıktı. Yani sosyal medya, mahremiyet alanını olabildiğince daralttı.

Mahremiyetin daralması doğrultusunda teşhircilik, röntgencilik ve “stalkerlik”, bir ahlâk normu olmaktan çıktı. Zaten gösteriye katılanlar da bilerek ve isteyerek, röntgenlenmeyi ve teşhiri peşinen kabul ederek bu mecrada yer alıyorlar.

Gerçekten bizi koparan ve kendi gerçeğine hapseden sosyal medya, artık imaj oluşturmanın en önemli mecrası hâline gelmiş durumda. İnsan, özlemini duyduğu ve hayâlini kurduğu hayatı sosyal medyada kurgulayabilir hâle geldi. Öyle ki, bu sanal gerçeklik, artık gerçeğin de yerini almış durumda.

Gerçek hayattan kopan ve sanal gerçekliğe hapsolan insan, bir zaman sonra sosyal medyayı tanrısal bir arena olarak görmeye başlıyor. Bu alanda ip oynatanlar da kendilerini sıradan insan olmaktan çıkarıp bu tanrısal arenanın titanları-satirleri olarak görmeye başlıyorlar.

“Gösteri” sunmadan, gösteriye katılmadan sanal dünyada var olunamayacağını bilen insan, sürekli bir gösteri hazırlamakta, sürekli bir kurgunun içinde kendini bulmaktadır. Hatta sosyal medya dışında kalan hayatını bile bu gösteriye göre kurgulamaktadır. Bu arenada gösteri sunmak hem ucuz, hem kolay, hem onay mekanizmalarının olduğu eşik bekçiliğinden uzak, hem de çeşitlidir. Etkileşime açık olan sosyal medya alanı, gösteriyi beğenenlere bonkörce davranma, onları çeşitli şekillerde ödüllendirme imkânı sunarken, gösteriyi beğenmeyenleri ise gösterinin dışına itme imkânı vermektedir. Yani bu alanın titanları/satirleri, kendilerini kimin röntgenleyeceğine, ortaya koyduğu gösteriyi kimlerin izleyebileceğine karar verebilme imkânına sahipler.

Potansiyel olarak herkese açık olan bu tanrısal arena, sadece bireylere bu gösteriye katılma imkânı sunmaz. Zaten gösterinin bir parçası olan starlara ve TV yıldızlarına da klasik medyanın dışında ikinci bir alan açar. Bunun yanı sıra, pazarlamadan siyasete kadar hayatın tüm renkleri bu alanda kendine yer edinmek için büyük efor ve maddî güç harcar.

Sosyal medyanın bu tanrısal alanında ortaya konan gösteri, bu alanın titanlarınca/satirlerince en temelde bir imaj yaratma, var olan imajı pekiştirme aracı olarak görülmektedir. Sıradan insanlar için haber almak, yakınları ile iletişim kurmak, zaman geçirmek, eğlenmek, oyun oynamak, yeni arkadaşlar edinmek, evlenmek amacıyla biriyle tanışmak, cinsel ilişki kurmak ve benzeri maksatlarla kullanılan sosyal medyada oluşturulan içeriklerin çok azı bu amaçlar için oluşturulmakta, bunun dışında kalan içeriğin çok büyük bir kısmı ise “gösteri”nin bir parçası olarak hazırlanmakta ve kurgulanmaktadır.

Gösterinin bir parçası olduğunu bilen çok büyük bir kısım, bu tanrısal arenada yarattığı imajı fetişize etmektedir. Bu fetişist ruh hâli, insanı fıtratının işaret ettiği istikamete yabancılaştırıp ruh kökünden uzaklaştırmaktadır. Bu durum kişilik, kimlik ve benlik mutasyonunu beraberinde getirmektedir. Bu mutasyon sonucu patolojik bir benlik ve kişiliğe sürüklenen insanoğlu, fetişize ettiği imajı inşâ edebilmek için âdeta kendi kendini simüle edilmiş bir oyuncağa dönüştürmektedir. Yani bu gösterinin ortasında başkalaşıp titanlaşmakta/satirleşmektedir.

İçine düştüğü boşluk hissini doldurma gayreti ya da anlamsız bulduğu kişilik, kimlik ve benliğini anlamlı kılma çabası olarak adlandırabileceğimiz bu durumu kendine dahi itiraf edemeyen insan, tam tersi bu psikozu yüceltme eğilime girmektedir. (Bazen bu yüceltim, tersinden yapılmaktadır.)

Meşruiyet aracı olarak kutsalların dahi kullanıldığı bu yüceltim sonucunda kayıp ve yitirilmiş benlikler kendini göstermektedir. Onun yerine de simüle edilmiş benlikler konulmaktadır. Simüle edilmiş benliklerin inşâ ettiği hayatlarsa simüle edilmiş gerçeklikleri doğurmaktadır.

Bu sayede kendi “matrix”ini yaratan insan, bir süre sonra yarattığı “matrix”i tanrılaştırmaktadır. İşte bu alana “tanrısal arena”, bu arenada ortaya konan gösterinin aktörlerine de “titan-satir” dememin nedeni budur! Fakat burada gösteriye katılanların göz ardı ettiği ve görmezden geldiği bir sorun var. Bu yeni tanrı(!), insandan kurbanlık olarak ilk önce özgürlüğünü ve vicdanını istemektedir.

Tüm bunlar sosyal medyayı öcü gösterme çabası olarak görülmemelidir. Sosyal medya doğru kullanıldığında eğitimden sanata, hayatın çok farklı alanlarında önemli işlevleri yerine getirme potansiyelini sunan çok büyük bir nimettir. Ama medya okuryazarlığı eğitiminin yeterli olmadığı yerlerde bilinçsiz sosyal medya kullanımı, yukarıda değindiğim gibi dilin yozlaşması veya kumarın meşrulaştırılması gibi değinemediğim birçok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Tüm bunların önüne geçmek için medya okuryazarlığı eğitiminin yaygınlaştırılması ve derinleştirilmesi gerekmektedir.