ANADOLU’nun bir ücra
kasabasında altı yıl yatılı okuduk. “Saçları aylarca okşanmayan çocuklardık”
hepimiz. Kısa dönem çocukluğumuzun ardından, ilkokul sonrası kendimizi
bulmuştuk bu parasız yatılı okulda.
Düşe
kalka, ağlaya güle, kâh hüzünle, kâh eğreti sevinçlerle lise son sınıfa
gelmiştim. Bir gün, 6-MAT-A sınıf başkanına gönderilmiş kalınca bir mektup
zarfı aldım. Bu zarf, altı yıl boyunca aldığım ilk mektuptu. Hoş, o da zaten
ismime değil, sınıf başkanına gönderilmişti.
Gönderen
kısmında, geçen sene tayini çıktığı için okulumuzdan ayrılan matematik hocamız
Haydar Orhan’ın ismi yazıyordu. Açtığım zarftan otuz iki adet bayram tebriki
çıkmıştı. Eskiden bayramlarda, yılbaşında, özel günlerde insanlar birbirlerine
tebrik kartları gönderirlerdi. Güzel günlerdi vesselâm...
Sınıftaki
otuz iki öğrenciye ayrı ayrı yazılmış otuz iki tebrik kartı… İşin garibi, her
öğrencinin adına yazılmış kartta, tuttuğu takımın posteri bulunmaktaydı.
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor…
Sınıfça hayretler içerisinde kalmıştık. Haydar Hoca, tuttuğumuz takımları biliyormuş; dahası, bir yıl sonra bile unutmamış ve her birimize, tuttuğumuz takımın kartını göndermişti. Çok duygusal bir gündü, anlatamam ve asla unutamam!
Yatılı
okulun akşam etüdünde sınıfımızın kapısı açıldı. Gelen nöbetçi öğretmen, Haydar
Hoca idi. Elinde bir parça karton ve keçeli bir kalem vardı.
Hâlen
öyle midir bilmiyorum ama o zamanlar derse giren hocalar kapının üzerindeki
bölmeye isimlerinin yazılı olduğu isimliklerini asarlardı.
Haydar
Hoca kimin yazısının güzel olduğunu sordu sınıfa, beni söylediler. Hoca benden,
kendisine isimlik yazmamı rica etti, kabul ettim. Etüt sonunda ortaya berbat
bir isimlik çıkmıştı. Hayatta yaptığım -belki de- en kötü ikinci şeydi.
Gerçekten
çok kötü yazmıştım, hiç beğenmemiştim ve büyük utanç içerisindeydim. Keşke yeni
bir karton olsaydı da yeniden yazabilseydim, ama yoktu.
Etüt
sonunda Haydar Hoca geldi, yüzüne bile bakamadan utanç içerisinde isimliğini
kendisine verdim. Saçlarımı okşayıp çok teşekkür etti. Yıl sonuna kadar o
isimliği kullandı. Muhtemelen kendisi de beğenmemişti ama yeni bir isimlik
yazdırırsa üzüleceğimi düşünmüş olmalıydı.
Eminim,
o berbat isimlik, özel eşyalarının arasında bir yerlerde duruyordur. Öyle bir
hocaydı o.
Derse
mutlaka hazırlıklı gelir, anlatacağı konuları ve örnekleri ortadan ikiye
böldüğü harita metot sayfasına titizlikle yazar, derste matematik kitabının
yüzüne bile bakmazdı.
Bizlere
herhangi bir formül ezberlettiğini hatırlamıyorum hiç. Bizler formüllerimizi
kendimiz çıkarırdık. Bu formüllerin nereden, nasıl geldiklerini öğretirdi bize
Haydar Hoca.
Meselâ,
ardışık iki sayının toplamı daima tek sayıdır, bunu biliriz. Yani üç ile dördün
toplamı yedidir ve tek sayıdır. Haydar Hoca, bu tip kaideleri bizlere ispat
yöntemleri ile anlatırdı.
Liseden
mezun olalı otuz yılı geçti. Bugün LGS’ye hazırlanan kızım yapamadığı matematik
sorularını hâlâ bana getiriyorsa, Haydar Hocamız sayesindedir bu.
Sadece
sınıf içerisinde değil, ders dışında da bizlerle abi gibi, baba gibi
ilgilenirdi o. Futbol maçlarımıza, basketbol maçlarımıza katılırdı sık sık.
Haydar Hoca ile aynı sahada terlemek, aynı masanın iki tarafında masa tenisi
oynamak büyük keyifti hepimiz için.
Okulumuzdan
ayrılalı otuz yılı geçmiş olsa da birbirimizden hiç kopmamıştık.
Bugüne
kadar…
Bugün
(Kadir Gecesi’nin gündüzünde) Haydar Hoca’nın Covid-19’dan rahmetli olduğunu
öğrendim. Üzüntüm çok büyük. Sadece eski bir öğretmenimi değil, bir arkadaşımı,
dostumu, abimi kaybetmiş gibiyim.
Allah
biliyor, kendisini çok severdim ve iyi bilirdim. Tanısaydınız, eminim, siz de
onu çok severdiniz ve iyi bilirdiniz.
Acımı
sizlerle paylaştığım Ramazan’ın bu mübârek son günlerinde kendisi için birer
Fatiha’nızı esirgemezseniz ziyadesiyle minnettar olurum dostlar.
Bu
vesileyle Ramazan Bayramınızı tebrik eder, hepinize sıhhat, afiyet, huzur ve
mutluluklar dilerim dostlar.
Kalınız sağlıcakla efendim…