BEN îmana tâlibim. Sûretimi görmeden görürüm sîretimi. Yaşamaya
kapılmadan yaşatmayı duyumsarım. Bir yaprağın fısıltısında bulurum hakikati.
Onu okurum kitaptan öğrenir gibi. Derinliği fark ederim ve sonra tasdik ederim
acizliğimi.
Denizler ayaklarıma vurdukça, gökyüzüne çapamı vururum. Gökyüzüne bağlandım
sanırım, hâlbuki kaybolurum. “Gayb” olurum gaybın kucağında, bilemem var mıyım,
yok muyum. Göğün yükseltisini hesaplayacağım derken cebri unuturum. Kendimi yok
eder, O’nu bulurum.
Ben aşka tâlibim. Nereye baksam, nereye gitsem, “O”… O uzaklaştıkça
benden, rûhum cehennemlere saplanıyor. Kendimi kaybettikçe buluyorum onu, ona
yaklaştıkça daha çok kaybediyorum kendimi. O, karada hiç göremeyeceğim
ihtişamlı deniz, o gökyüzünün bilinmeyen katmanı… O, avcumun içine ismini
yazdığım, suya tutmaktan sakındığım… Sımsıkı kaparım avcumu ve kimse dokunamaz ellerime.
Dokunmasın, ben ona tâlibim! O aşk, o lâle, o yaprak, o tohum, o toprak, o
yağmur... O, ben! Benim içime saklı olan, kanımda dolanan, nabzımın sayılmayan
yanı… O, kendimi teslim ettiğim, uzattığım, uzandığım…
“Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş”… O ne kadar uzaksa
ateşten, ben o kadar ateşlere düşerim. Lâle güzelliğiyle vurur beni; kırlangıç
olurum, kanadım yanar, yüreğimle ben yanarız. Lâle ilkbahar mateminde
savururken yapraklarını, iki adım ötede ben seyrederim. Yaklaşamam, yaklaşırsam
uzaklaşırım yanışlarımdan. Ona ulaşmak budur, bilirim. Onun hasreti lâlenin yapraklarını
okşayarak geçmez. Lâle çürür gider, onun aşkı baki kalır bende.
Ben dâvâya talibim. Göğsüm bir yangın yeri, telâşlandırır
uzuvlarımı. Ellerim düşeni kaldırmaya, ayaklarım yerde olması gerekeni
çiğnemeye hazırdır. Ben içimin o yangınında kızdırırım sapan taşlarını.
Biriktirdikçe hazırlanırım beklediğim günlere.
Beni yakamaz alev topları, ezelden yanmışımdır. Küllerim savrulur,
yere göğe sığamamam bundan. Kuşlar kanatlarıma yol verir. Yollar huzura götürür
beni. Çığlıklarım sessizliğe ermek için savaştadır. Duyulmayanı duyarım, çünkü
o çığlıkları ben anlarım. Çığlıklarım duyulmayana haber iletir. Duyulmayan umudunu,
çığlığını kesmesin diye çırpınırım. İşte o zaman bağlanırım ona, onun beklediği
ben olurum! Delerim dağları, çölleri aşarım, döner dolanır, bulur, ona kalkan
ele savururum kılıcımı.
Bilirim, ondan gayrı tutunduğum dal yılan olur, elime dolanır.
Ondan başka söylediğim kelâm yalan kalır. Baktığım eksik kalır, aciz kalır
ışıklar. Ben yüreğimle, rûhumla yönelirim.
Aslında îmanımla, dâvâmla ve aşkımla bakarım. Dilerim sonra,
doğmayan güneşler doğsun, solmuş çiçekler açsın, tutulmamış eller tutulsun, yürekler
ayaklansın, ona koşsun…
Atılan bombalar da kızdırsın kanları, kusursuzluğun ihtişamı da,
nizâmın bozulmuşluğu ya da inciden dokuma kelimelerin ahlâkı da. Çaresiz
çölleri ıslatmak, kan göllerini kurutmak, soğuktan yanmış ellere, açlıktan
kıvrılmış midelere derman olmak titretsin göz kapaklarını.
Hayal bahçelerinden çiçekleri koparılan çocuklara olsun rotalar.
Ben isterim ki sonra, gökyüzüne bir bulut uçsun ve yağmurunu sakınsın.
Tamamlanmak için sabretsin, gözyaşları toplansın her gün biraz daha. Sonra bir
gün onun aşkıyla öyle bir çarpılsın ki, ağlayana rahmet, ağlatana hezîmet
olsun. Bir bulut olsun yüreğim, intifadanın kapılarını aralasın, taş yağsın
taştan adamlara. Uçan balonlar patlamalardan utansın adaleti gölgelediği topraklarda.
Topraklar yeşersin; alevle değil, çimenle donansın.
Elbet var bir dileğim. Yeter ki âsude bir bahar gelsin dünyaya ve bir daha ayrılmasın; ben, toprak olmaya tâlibim...