Tâlibim

Atılan bombalar da kızdırsın kanları, kusursuzluğun ihtişamı da, nizâmın bozulmuşluğu ya da inciden dokuma kelimelerin ahlâkı da. Çaresiz çölleri ıslatmak, kan göllerini kurutmak, soğuktan yanmış ellere, açlıktan kıvrılmış midelere derman olmak titretsin göz kapaklarını.

BEN îmana tâlibim. Sûretimi görmeden görürüm sîretimi. Yaşamaya kapılmadan yaşatmayı duyumsarım. Bir yaprağın fısıltısında bulurum hakikati. Onu okurum kitaptan öğrenir gibi. Derinliği fark ederim ve sonra tasdik ederim acizliğimi.

Denizler ayaklarıma vurdukça, gökyüzüne çapamı vururum. Gökyüzüne bağlandım sanırım, hâlbuki kaybolurum. “Gayb” olurum gaybın kucağında, bilemem var mıyım, yok muyum. Göğün yükseltisini hesaplayacağım derken cebri unuturum. Kendimi yok eder, O’nu bulurum.

Ben aşka tâlibim. Nereye baksam, nereye gitsem, “O”… O uzaklaştıkça benden, rûhum cehennemlere saplanıyor. Kendimi kaybettikçe buluyorum onu, ona yaklaştıkça daha çok kaybediyorum kendimi. O, karada hiç göremeyeceğim ihtişamlı deniz, o gökyüzünün bilinmeyen katmanı… O, avcumun içine ismini yazdığım, suya tutmaktan sakındığım… Sımsıkı kaparım avcumu ve kimse dokunamaz ellerime. Dokunmasın, ben ona tâlibim! O aşk, o lâle, o yaprak, o tohum, o toprak, o yağmur... O, ben! Benim içime saklı olan, kanımda dolanan, nabzımın sayılmayan yanı… O, kendimi teslim ettiğim, uzattığım, uzandığım…

“Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş”… O ne kadar uzaksa ateşten, ben o kadar ateşlere düşerim. Lâle güzelliğiyle vurur beni; kırlangıç olurum, kanadım yanar, yüreğimle ben yanarız. Lâle ilkbahar mateminde savururken yapraklarını, iki adım ötede ben seyrederim. Yaklaşamam, yaklaşırsam uzaklaşırım yanışlarımdan. Ona ulaşmak budur, bilirim. Onun hasreti lâlenin yapraklarını okşayarak geçmez. Lâle çürür gider, onun aşkı baki kalır bende.

Ben dâvâya talibim. Göğsüm bir yangın yeri, telâşlandırır uzuvlarımı. Ellerim düşeni kaldırmaya, ayaklarım yerde olması gerekeni çiğnemeye hazırdır. Ben içimin o yangınında kızdırırım sapan taşlarını. Biriktirdikçe hazırlanırım beklediğim günlere.

Beni yakamaz alev topları, ezelden yanmışımdır. Küllerim savrulur, yere göğe sığamamam bundan. Kuşlar kanatlarıma yol verir. Yollar huzura götürür beni. Çığlıklarım sessizliğe ermek için savaştadır. Duyulmayanı duyarım, çünkü o çığlıkları ben anlarım. Çığlıklarım duyulmayana haber iletir. Duyulmayan umudunu, çığlığını kesmesin diye çırpınırım. İşte o zaman bağlanırım ona, onun beklediği ben olurum! Delerim dağları, çölleri aşarım, döner dolanır, bulur, ona kalkan ele savururum kılıcımı.

Bilirim, ondan gayrı tutunduğum dal yılan olur, elime dolanır. Ondan başka söylediğim kelâm yalan kalır. Baktığım eksik kalır, aciz kalır ışıklar. Ben yüreğimle, rûhumla yönelirim.

Aslında îmanımla, dâvâmla ve aşkımla bakarım. Dilerim sonra, doğmayan güneşler doğsun, solmuş çiçekler açsın, tutulmamış eller tutulsun, yürekler ayaklansın, ona koşsun…

Atılan bombalar da kızdırsın kanları, kusursuzluğun ihtişamı da, nizâmın bozulmuşluğu ya da inciden dokuma kelimelerin ahlâkı da. Çaresiz çölleri ıslatmak, kan göllerini kurutmak, soğuktan yanmış ellere, açlıktan kıvrılmış midelere derman olmak titretsin göz kapaklarını.

Hayal bahçelerinden çiçekleri koparılan çocuklara olsun rotalar. Ben isterim ki sonra, gökyüzüne bir bulut uçsun ve yağmurunu sakınsın. Tamamlanmak için sabretsin, gözyaşları toplansın her gün biraz daha. Sonra bir gün onun aşkıyla öyle bir çarpılsın ki, ağlayana rahmet, ağlatana hezîmet olsun. Bir bulut olsun yüreğim, intifadanın kapılarını aralasın, taş yağsın taştan adamlara. Uçan balonlar patlamalardan utansın adaleti gölgelediği topraklarda. Topraklar yeşersin; alevle değil, çimenle donansın.

Elbet var bir dileğim. Yeter ki âsude bir bahar gelsin dünyaya ve bir daha ayrılmasın; ben, toprak olmaya tâlibim...