Taklit sarmaldır, tahkik saran

İnsan, kimi vakit çağrıldığı davete sağırdır. Bilakis çağrılmadığına ise kulak kabartandır. Dahası, çağrılmadığına iştah kabartandır. Oysa çağrıldığı davet onu olgunlaştırır. Diğeri ise sadece cismini ve yükünü büyütür. Biri obez belirtisiyken diğeri gelişim belirtisidir.

İNSAN doğduğu ortamda çoğu şeyi hazır bulur. Bu, kendisine ikram buyurulan zengin bir sofradır. Ne ki, zahmetsiz olan karşısında eksiklik de insana aittir. Diğer tabirle, hakikatin misafiri olmak zordur. Hakikat karşısında sağlam bir duruş sergilemek de öyledir. İhsan karşısında insan kalabilmek elbette kolay olmayacaktır. Bunun için öncelikle dirilmek lâzım gelir. Dirilmeye ise bir ışık, bir can... Diğer ifadeyle, tutuşmak için kıvılcım icap eder.

Kıvılcım veya ışığın nereden geldiği burada önemlidir. Bu bilinmediğinde parlayan her unsura teşnelik ziyadeleşir. Böylece insan, tanıma köşesinde körelebilir. Nihayet benzetmelerin muhasarası başlar. Velhasıl, kendi kuşatmasındaki esarete boyun eğer. Başkaca bir tabirle, olmayacak yerde yorulur.

İnsanı ne yorar?

İnsan ömrüne nispetle yürünen yol uzundur. Üç günlük ömür bazen çok kısadır. Ancak içinde bulunduğu bağlamda bereketlenebilir. Başka bir bağlamda oldukça uzayabilir. Diğer boyutuyla, ömrüne nispetle insan yorgun varlıktır. Aslında yürüdüğü yol onu yormaz. Ne uzunluk zarar verir, ne de kısalık daraltır. Ne ki hâl, hakikat ve yolun zemini buluşamayabilir.

İnsan birinin üzerindeyken diğerini pekâlâ kaçırabilir. Bilvesile hakikatle buluşma vaktini ve yerini kaçırabilir. Hâl böyle olunca, yorgunluk galebe gelebilir. İnsana galip olan, onu kendine çeker. Nihayet tahkik adına taklidin rüzgârı da burada başlar. Taklit ile tahkik her vakit zıtlık içermez. Ancak taklitten kurtulamadıkça aradaki zıtlık belirginleşir.

Zira taklit sarmaldır, tahkik saran...

Üstümüzdeki tesirinden kumaşın kalitesini anlamak zorundayız. Kimi kumaş alerjik bir duruma yol açabilir. Kimi kumaş kalındır ama üşütebilir. Kimisi incedir ama ısıtabilir. Bir kumaş da düşünün ki, her koşula uyum sağlayabilir. Koruyup yaklaştıranla sıvazlayarak uzaklaştıranı ayırt etmeliyiz.

Zira biri büyütür, diğeri yetiştirir.

İnsan, kimi vakit çağrıldığı davete sağırdır. Bilakis çağrılmadığına ise kulak kabartandır. Dahası, çağrılmadığına iştah kabartandır. Oysa çağrıldığı davet onu olgunlaştırır. Diğeri ise sadece cismini ve yükünü büyütür. Biri obez belirtisiyken diğeri gelişim belirtisidir.

Zira biri illettir. Biri derttir.

Bu, öyle ki, alışmış olmakla kardeş bir illettir. Ki illet, asıldan uzaklaştırır. Büsbütün yola yabancılaşmaya neden olur. Yolda düşürür. Amansızdır. Çürütür. Dert ise asla yaklaştırır. Her an ilk defa gelir gibi gelir. Cilalar ve yeniler. Ayağa kaldırır. Dahası, insan olma yolunda onu yüceltir. Nihayet çok olandan uzaklaştırır.

Biri kesrettir, biri vahdet…

Taklit, vaktiyle hayâle yaklaştırabilir. Doğrudan olmasa da ona meyli artırır. Denilebilir ki, taklit, istemli-istemsiz bir yakıştırmadır. O nedenle vehim biriktirmeyle akrabalığı vardır. Yansıması ise zihne mütealliktir. Zihni durduramamaktır.

Tahkik ise tekliğin vukuudur. Işığı şeş cihetten sabit olandır. Işığı tek noktada sebat ettirendir. Bu nedenle yankısı kalbe mütealliktir. Dahası, yeri kalptir. Kalp ile zihnin karakter farkı belirgindir. Ne ki, kiminle dostluk güçlüyse, eğleşme de onun mekânındadır. Buradan hareketle, biri duraktır, diğeri mesken...  

İnsanın varacağı bir yer varsa dinlenmesi gerekir. Durak bir yönüyle bunun içindir. Diğer yönüyle varacağı yerin başlangıcıdır. İnsan, bineğine durakta biner ve hedefinde iner. Ancak orada beklemek, onu gideceği yere ulaştırmaz. Durağı mesken eylemek bizi asıl meskenden uzaklaştırır. O nedenle taklitte sebat, insanı sadece oyalar. En önemli boyutuyla durak korunaksızdır. Her yönden ve cihetten tehlikeye açıktır. Ve aidiyetin getirdiği huzur hissi yoktur. Ancak mesken öyle değildir. Evvelâ insanı tehlikelerden korur. Devamında güven ile huzuru hissettirir. Gel ki, asıl meskene giden yol kıldan incedir. Bu hâlde yalpalansa da yoldan çıkmadan yürümek gerekir. Elbette her yola bir yoldaş lâzım gelir.

Sahici bir yoldaş!

Yola bir yoldaş gerekirse o da sahiciliktir. Bu sahicilik bir arkadaş da olabilir. Bir dostun tebessümü de olabilir. Bu sahicilik dosdoğru bir istikamet de olabilir. Dosdoğru bir nazar veya gayret de olabilir. Gözü hedefte tutan her şey olabilir. Bunun aksi ne varsa sahteye mütealliktir. (Sahte ile taklit, bazen birbirinin yerine kullanılabilir. Ancak aralarında ciddi bir fark vardır. Taklidin tahkike inkılap ümidi çoğunlukla saklıdır. Ancak sahtenin böyle bir şansı yoktur.)

Her ahvâlin sorumluluğu farklıdır.

Ne var ki, taklit, her vakit tahkike dönüşemez. Ancak “dönüşmüş” gibi davranmaya bir mazeret de bağışlamaz. Zira her ahvalin sorumluluğu farklıdır. (Öyle ki, taklit hakikatin eşiğine de yaklaştırabilir. Sadece sahte olandan da uzaklaştırabilir. Bazen de zıddını idrake yaklaştırır.) Ancak bu, taklidin uzamasını yine de meşrulaştırmaz. Hâsılı, güçlü bir atıf bizi kurtarmaz. Nihayette olmayanı “Oldu” saydıramaz. Niyet havuzuna gizli bir su karışıyor mu? Esas olan, bunu tespit etmektir. En yakın, bazen en uzaktır.

Taklit ne kadar yaklaşsa da hakikatle bütünleşemez. Hakikate varma yolunda sadece niyeti tecessüm ettirir. Gayreti harekete geçirir, o kadar! Bu, tatlı suyla tuzlu arasındaki perdeye misâldir. Ne kadar yakın olsa da biri diğeri değildir. Ne vakit hakikat tecelli ederse karışmışlık da ayrışır. Birbirine benzemiş olmak da ortadan kalkar. Buna dek ayakta kalabilmek şüphesiz kolay değil. O nedenle asıl güce yaslanmak gerekiyor. O asıl gücü kendinde bulmak lâzım geliyor. Bulunsa da, bulunmasa da aczin kapısını çalmak gerekiyor.

İnsan bir nedenle mahcuptur.

İnsan, dünyaya mahcup olarak geliyor. Aslında dönüp dolaşıp aynı yere varıyor. Varması gerekiyor. Boyutları değişse de bu, ortalama iyi bir senaryo. Ne ki, aczi ve mahcubiyeti kaybedince ipler karışıyor. Doğrusu şöyle: İpleri eline almak isterken ayağına takılıyor. Aczini yenmekle aczine tutunmak arasında savaş veriyor. Mağlubiyet sayısı arttıkça taklit de artıyor. Tutunacak fırsatlar kaçtıkça geriye dönüş de zorlaşıyor. Nihayet pamuk ipliğince de olsa aczine tutunuyor. Ne kadar pas tutsa da… Son nefeste de olsa acze dönmüş oluyor. Geldiği vakti gideceğinden çıkarınca geriye ne kalıyor? Elde, sözden uzak ne kadar acz? Sözden uzak ne kadar hicap? Sözden uzak ne kadar hakikat?

Susalım. Aczimiz cevaplasın. Zira o cevaplarsa taklitten uzak olur. O konuşursa tahkik tahakkuk eder.