Takıntın, kalbinin kiri olmasın!

Aile olarak gençlerimize ve çocuklarımıza çok iyi örnek olmalıyız. Her gördüğünü alamayacağını, her şeyi yiyemeyeceğini, her yere istediği zaman gidemeyeceğini, paranın nasıl kullanılacağını çocukluğundan itibaren aile içinde verilen terbiyeyle ister geleneksel, ister modern çağın gerektirdiği şekilde olsun, karar mekanizmasını doğru çalıştırmasını öğretmeliyiz…

“TÜFENG icat oldu, mertlik bozuldu” sözünün yanına, “Para bulundu, kişilikler bozuldu” sözünü de eklersek abartmış olmayız sanırım. Ne yazık ki her adımımız, her işimiz para üzerine endeksli!

Paramız olmadan bir yerden bir yere adım atamıyor, iş kuramıyor, çocuklarımızı okutamıyor, ev alamıyor, beslenmek için yiyecek alamıyoruz. Kaldı ki, bir kuruşumuz eksik olsa bir ekmek dahi alamıyoruz. Neredeyse soluduğumuz havaya bile para ödemek zorunda kalacağız. “Madem para bulundu, en basit hesaplamalarla bunu nasıl kazanacağız, nasıl harcayacağız, hatta elimizdeki parayı nasıl değerlendireceğiz?” şeklinde ekonomik bir yorum yapmamız gerekecek.

Ekonomi geniş kapsamlı bir bilim dalı olmakla birlikte, “Ekonomi nedir?” sorusuna ünlü bilim insanlarının verdiği cevaplar eşliğinde de bakabiliriz.

Adam Smith: “Ekonomi, servet bilimidir.” Ekonomi kurucusu kabul edilen Adam Smith, servet elde etmek için yapılan tüm çalışmaların, ekonomi biliminin inceleme alanına girdiğini söylüyor. Smith’in bu açıklamasına, 1776 yılında yayımladığı “Ulusların Zenginliğinin Kaynakları ve Tabiatı Üzerine Araştırma” adlı kitabı kaynak olarak gösterilebilir. Bu kitapta Smith ekonomik dünyayı, milyonlarca insanın kendi arasında yarattıkları ve işbölümü içinde üretimde bulundukları bir atölyeye benzetmiştir.

Alfred Marshall: Neo-Klasik iktisadın kurucusu ekonomiyi, “Sonsuz olan, insan ihtiyaçlarını var olan kıt kaynaklarla karşılamasına ilişkin konuları kapsar” şeklinde tanımlıyor. Marshall, ekonomi bilimini insanların refahlarının sağlanması yolunda harcadıkları çabaları her türlü araç ve ölçülerle açıklayan bir bütün şeklinde tanımlamaktadır.

Knut Wicksell: İsveçli ekonomist Wicksell ekonomiyi, “İnsan ihtiyaçlarının tatmini yönünden yapılan düzenli bir çalışma ve faaliyetler” olarak tanımlar.

Lionel Robbins: İngiliz iktisatçı Robbins, “Ekonomi; amaçlarla alternatif kullanım olanakları olan sınırlı kaynaklar arasındaki ilişkiler yönünden insanların davranışlarını inceleyen bir bilimdir” şeklinde tanımlama yapmaktadır.

Hermann Heinrich Gossen: “Ekonomi bilimi, birey ve topluma en az uğraşla en çok doyumu sağlamayı gösteren yöntemler kuramıdır.”

Paul Samuelson: “Ekonomi, insanların çeşitli mallar üretmek ve bunları tüketebilmek üzere toplumun çeşitli üyelerine dağıtmak amacıyla kıt ve sınırlı üretim kaynaklarını ne şekilde kullandıklarını inceleyen bir dalıdır.”

Bu tanımlamalar geniş kapsamlı ve ekonomi uzmanlarının daha detaylı bilgilendireceği derin konular… Ben bu para işini oldum olası sevemedim. Bulunduğu çağdan bu çağa kadar olan zaman dilimi içinde para, “elin kiri” bölümünü geçti, “kalbin kiri” olarak level atladı kanımca. Para kimleri bozmadı ki? “Paran kadar konuş” konumuna getirdiler maalesef. Fakat parasız da olmuyor. “Ne seninle, ne sensiz!” demek düşüyor dilimize.

Asıl önemli olan, parayı nasıl, nerede, kiminle, ne için kullandığınız. Para sizi çirkinleştiriyorsa, ortada ne moda kalır, ne trend, ne de marka. İstediğiniz kadar pahalı marka kullanın, son model arabalara binin, en lüks yerlerde dolaşın, en muheşef malikânelerde yaşayın, kişiliğiniz sıfırsa, paradan da istediğiniz sıfırı atar, istediğinizi ona eklersiniz…

Aile içi ekonomiyi tanımlamak ve ayarlamak içinse elbette hesap uzmanı olmaya gerek yok. Ya da dışarıdan bir uzmanla aile içindeki ekonomiyi ve para akışını düzenlemeye lüzum yok. İnsan yaşamı boyunca etkisini sürdüren bir kurum olarak “aile” kavramını öğreniyor. Birçok kavramı da içine alarak fizyolojik, ruhsal, ekonomik, kültürel ve toplumsal yönleriyle biçimlendiren ve yönlendiren bir kurum olarak karşımıza çıkıyor “aile”. Bir çocuk için de çok önemli! Ne kadar donanımlı, hoşgörülü ve aile içinde demokratikseniz, çocuğun gelişimini, toplum içinde bağımsız kararlar almasını, güçlü, karakterli ve de yaratıcı kişiliğe sahip olmasını sağlarsınız. Verdiğiniz karar ile çocuğun sorgulayarak alacağı kararlar arasında bir çelişki olmayacaktır. Fakat bunlar olmayıp da çatışmalı bir ortamda yetiştiğinde, öfkesine yenilen bir birey olarak sürekli aile ile çatışmalı olacaktır. Hem sosyal, hem de ekonomik yönden aileyi zor duruma sokması da kaçınılmazdır.

Günümüz şartlarıyla teknoloji ve dijital ortamın geliştiği bu dönemde hem aile, hem de o ailede çocuk olmak gittikçe zorlaşmaktadır. Özellikle evde bulunan bireylerin ayrı ayrı ekonomik bağımsızlıkları yok ise, sadece bir kişiye bağımlıysa, şartların zorlanması da, isteklerin artması da kaçınılmaz oluyor. Ve bu istekler, karşılanmayınca çocuk üzerinde büyük bir travma oluşmasına sebebiyet verebiliyor. Elbette bu sadece çocuk için geçerli değil. Bir birey olarak yetişkin için de ayrı bir sorun bu.

Ailenin ihtiyaç ve istekleri, bireylerin yaş ve cinsiyet kombinasyonlarına göre farklılık göstermektedir. Yaşamsal dönemlerinde istek ve ihtiyaçlar sürekli değiştiğinden, üzerinde oluşturduğu etki de bir o kadar değişmektedir.

Bazı insanlarda marka tutkusu vardır. Akla soru ise şöyle: Marka tutkusu tüketim ihtiyacı mıdır, psikolojik bir ihtiyaç mıdır?

Herkesten aynı cevabı almamız mümkün değil. Bireyler farklı bakış açıları, gelenek-görenek ve kişisel algılarıyla bu soruya farklı cevaplar vereceklerdir. Marka giyerek ya da kullanarak kişi kendisini kanıtlama, sosyal statü elde etme, kendine bir imaj yükleme psikolojisine girebilir. “Nasıl olsa param var, istediğimi alır, istediğimi kullanır, istediğim gibi yaşarım!” algısında olup, kendini kanıtlama ve seviye atlama yarışına gireceğinden, kendine yakışanı kullanmasa bile sırf marka takıntısı yüzünden para vererek rezil olmak yolunu da seçmektedir. Kendini aptal, amiyane tabirle “yontulmuş, soyulmuş ve kullanılmış” olarak görmeyecektir.

Psk. İlkten Çetin bir makalesinde, “Marka Fonksiyonları”nı birkaç başlık altında toplamış: Kalite güvence fonksiyonu, kişisel kimlik fonksiyonu, sosyal kimlik fonksiyonu ve statü fonksiyonu… Ayrıca “Marka Fonksiyonu Algılamaları” olarak da birkaç maddede algıların nasıl oluşturulduğunu anlatmış: “Marka bireysel güç ve sosyal statünün sembolüdür./ Sosyal kabul yansımasıdır./ Az sayıdaki insana sınırlı bir takdimdir./ Duygusal deneyimlere katkıda bulunur./ Teknik üstünlük sağlar…”

İnsanın geçici olduğu yerde modanın kalıcı olması beklenemez. Her an değişen trendler, tasarımlar, çeşitlilik fazlalığı ve teknolojinin sürekli ilerlemesi yeni yeni oluşumların, araç-gereçlerin, ihtiyaçların farklılaşması, yeni yeni markaların çıkması bir öncekini sıradanlaştırıyor ve yerine yenisinin almasını sağlıyor.

Batılılar birçok oluşuma sembol ve rakamlar üzerinden baktığından, bunları insanların üzerinde deneyimlemek için moda, marka ve trend algısını pompalayarak bir savaşın içine sokmaktan geri durmuyorlar. Bunu çok seviyorlar! Onun için her şey “para” demek. Bu parayla yöneteceği insanları “yığın” olarak görmesi de en erdemli (!) davranışları olsa gerek…

Bu yüzden biz de ülke olarak ne yazık ki bundan nasibimizi alıyoruz. Marka ve moda takıntısını kullanarak hem de… Çünkü öyle empoze edildi tüm toplumlara: “Markan varsa, modayı takip ediyorsan senden iyi bir toplum olamaz!” Haklının değil, güçlünün zafer kazandığı algısını oluşturmaksa en büyük hedefleri. Tüketim çılgınlığı yaşayan bireylerin ve toplumun gittikçe arttığı bir dönemden geçiyoruz. Her şeye kredi kartı kolaylığıyla ulaşılması da ayrı bir sorun. Kazandıkça harcama refleksine girenler daha çok kazanmak, daha çok harcamak döngüsünde kendilerini nasıl da kaybettiklerini ne yazık ki göremiyorlar.

Marka ve moda takıntısını bir bağımlılık olarak görüyorum. Herkes kendine yakışanı yapmalı, “Param var” diye kendini dağıtmamalı. Bu konuda aile olarak gençlerimize ve çocuklarımıza çok iyi örnek olmalıyız. Her gördüğünü alamayacağını, her şeyi yiyemeyeceğini, her yere istediği zaman gidemeyeceğini, paranın nasıl kullanılacağını çocukluğundan itibaren aile içinde verilen terbiyeyle ister geleneksel, ister modern çağın gerektirdiği şekilde olsun, karar mekanizmasını doğru çalıştırmasını öğretmeliyiz. Bağımlılığını kontrol altına alamayan bir toplum olarak hayatımıza devam edeceksek, vay halimize! Dikkat edelim ki bağımlılığımız, sonumuz olmasın!