Takas

Akşam bu tatilin plânlamasını yapacaktı ve birkaç gün bu hengâmeden uzaklaşacaktı. Israrla çalan telefonuna son anda yetişti. “Meryem Hanım, merhaba… Ben … bakım evinden arıyorum. Babanız biraz önce ambulansla hastaneye nakledildi, bu hususta bilgi vermek için aradım” dedikten sonra telefon kapandı. Meri, uzun bir süre Miço’nun gözlerinin içine baktı.

“O MİÇO, oğlum benim… Sıkıldın mı sen? On dakika daha sabret anneciğim, hemen çıkacağız, hemen…” Miço söylenenleri anladığından olsa gerek nefes aralıkları sıklaşmış, kuyruğunu bir gözün fark edemeyeceği hızda sallamaya başlamıştı. Meri bilgisayarın tuşuna son bir dokunuş yaptıktan sonra masanın çekmecesinden poşet, bir de plastik eldiveni çantasının kenarına sıkıştırarak Miço’nun tasmasını taktı, çıkış kapısına doğru yürüdüler.

“Bugün dolaşmayı biraz kısa tutmalıyız oğlum, anladın değil mi?” Miço özgürlüğün bedenine yaşattığı duygudan dolayı Meri’nin söyledikleriyle çok ilgilenmiyordu. Alabildiğine koşmak, dakikalarca keyiften havlamak, bir iki arkadaşıyla dolaşmanın baskın isteğiyle boynundaki tasmanın ipini zorluyordu. Dış kapıdan çıkıp akşamın hafif esen meltemiyle bir iki adım atmışlardı ki köpeklerin koro hâlinde havlamalarına Miço’nun heyecanlı eşliği onu zapt etmeyi zorlaştırmış, Meri’yi biraz sürüklemişti. “Aaa… Ne tesadüf! Sitedeki diğer cinslerin de yürüyüş saatiymiş demek ki...” dedi. Genellikle Miço’nun bakıcısı ihtiyaçlarıyla ilgilendiği için bazı detaylara çok hâkim değildi. “Toplu bir buluşma oldu, sosyalleşiyorlar” diye düşünürken yüzüne bir gülümseme yayıldı. Onlar da annelerini ve babalarını yorarak hatta bir parça da sarsarak yürüyorlardı. Örneğin şu kanişi sık sık görüyordu salonun camından. Miço ile birbirlerine bir şeyler söylüyorlar ama seslerini kalın camların arkasından duyuramıyorlardı. Aralarındaki mesafe azaldıkça hareketlenmeleri artmış, havlamaları sıklaşmış, yönlerini birbirlerine doğru zorlamaya başlamışlardı. Meri, beyaz renkli bu sevimli cinsin sahibinin kafasıyla verdiği selâmı ufak ve soğuk bir tebessümle karşıladı ve herhangi bir cümle kurulmasının önünü kesin bir hareketle kapatmış oldu.  

Artık dönüş vakti gelmişti; marketten Miço’nun mamaları alındı ve geri dönüş adımları atılmaya başlandı. Eve varınca Miço camın önüne, Meri ise masanın başına oturdu, işlerine kaldığı yerden devam etti. “Eveeet… Nerede kalmıştık? Alt başlığı ‘birey olabilme becerileri’ diye atmışım ve toplumun insan üzerindeki baskılarından dolayı varlığını ifade etme girişimini tamamlayamamanın oluşturduğu semptomatik durumlar’ demiş ve burada bırakmışım” dedi. Elindeki kaynakları tararken istatistik verilerin karşılaştırmasında Avrupa’daki birkaç ülkeyle aradaki farkın oldukça kapandığını gördü ve yüzüne bir gülümseme dağıldı. “Umut verici… Bireyi var ettikçe toplumun durağanlığını sağlayan engelleri de yavaş yavaş bertaraf edeceğiz.” Bu konu hakkında okuduğu son makale bir filin zorla hayvanat bahçesinde tutulamayacağını ve yabani hayvanları koruma programına alınması gerektiği savunuluyorken bizim insan üzerindeki tasavvurlarımız akıllara zarar diye düşünürken Miço’nun havlamasıyla bir an durdu ve “Aynı şey değil” diyerek işine devam etti.

Meri, yoğun geçirdiği birkaç haftadan sonra dinlenmek için bir yerlere gitmeyi plânlıyordu ama Miço’yu yalnız bırakma fikrini hiç kabul edemiyordu. Arkadaşı, evcil hayvanların da kabul edildiği bir tatil konseptinin varlığından bahsedince gözleri ışıldamıştı. Akşam bu tatilin plânlamasını yapacaktı ve birkaç gün bu hengâmeden uzaklaşacaktı. Israrla çalan telefonuna son anda yetişti. “Meryem Hanım, merhaba… Ben … bakım evinden arıyorum. Babanız biraz önce ambulansla hastaneye nakledildi, bu hususta bilgi vermek için aradım”dedikten sonra telefon kapandı. Meri, uzun bir süre Miço’nun gözlerinin içine baktı.