Tahran’da Salman Rüşdi’nin gölgesi

Çeçen halkının Rusya tarafından katledilmesinde, Doğu Türkistan halkının Çin tarafından katledilmesinde ve nihayet Suriye halkının Baas/Esat tarafından katledilmesinde, Perinçek ve İran Hükûmeti, sürekli katillerin yanında durmuş ve katilleri değil, maktulleri suçlamıştır. Müslüman halklara karşı işlenen suçlara daima ortak olmuşlardır. Halkların özgür iradelerine düşmanlık etmeyi varlık nedeni bilmişlerdir.

HİNDİSTAN asıllı İngiliz vatandaşı Salman Rüşdi (Doğu Bombay, 1947), Eylül 1988’de İngiltere’de “Şeytan Ayetleri” adlı romanını bastırmıştı. Kur’ân’a, Hazreti Muhammed’e ve O’nun temiz eşlerine ağır hakaretler/küfürler içeren bir romandı bu. İslâm dünyasında büyük tepkilere yol açmıştı. Pek çok ülkede yüz binlerin katıldığı sokak gösterileri olmuş, binlerce insan bu gösterilerde ölmüş, bir o kadarı yaralanıp sakatlanmıştı. Roman, İslâm dünyasında dinmeyen bir ateşi körüklemişti.

Türkiye’de Bakanlar Kurulu kararı ile bu romanın ülkemizde basılması ve satılması yasaklanmıştı. İran’da ise tepki daha fazla olmuştu. Ayetüllah Humeyni, yayınladığı fetva ile Hazreti Muhammed dönemindeki Kab Bin Eşref olayını hatırlatarak, Rüşdi’nin öldürülmesini istemişti.

Rüşdi kısa sürede dünya çapında şöhrete kavuşmuş, romanları, en çok da “Şeytan Ayetleri” yok satmıştı. Rüşdi, dünyanın en çok korunan şöhretlisi olmuştu. Humeyni’nin fetvası da, aradan 28 yıl geçmesine rağmen uygulanmamıştır. Julian Assange, CIA belgelerini WikiLeaks’da yayınladığında, ömür boyu bir fare gibi saklanmak zorunda kalmış, onun düşünce özgürlüğü ve yaşama hakkı önemsenmemişti. Buna karşılık Rüşdi, İslâm’a ve Hazreti Muhammed’e hakaret ettiğinden Batı’nın kahramanı sayılmış, onore edilerek devlet başkanlarının korunmasında bile görülmeyen bir titizlikle saklanmıştır. Batı, kendi kirli geçmişini sorgulayan yayınlarda düşünce özgürlüğü hakkındaki bütün ezberlerini unuturken, İslâm düşmanlığı söz konusu olduğunda “düşünce özgürlüğü” maskesi ile İslâm düşmanlarını ödüllendirip korumuştur.

***

Bu sırada Türkiye’de kara bir ses yükselmiş, Aziz Nesin, “düşünce özgürlüğü” adına bu romanı çevirip bastıracağını açıklamıştı. Nesin İslâm’a karşı duyduğu kin ve nefreti Şeytan Ayetleri ile tekrarlamak istemişti. Ancak kitabın nerede, nasıl yayınlanacağı da önemli bir sorun olmuştu.

Doğu Perinçek’in sahibi olduğu Aydınlık gazetesinde romanın bazı bölümleri çevrilerek yayınlanmıştı. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Vali Ahmet Karabulut tarafından Pir Sultan’ı anma toplantısına Aziz Nesin davet edildiği için, Nesin, şehirde büyük tepkilere neden olmuştu. Öğle saatlerinde başlayan olayların sonunda, akşama doğru Madımak Oteli yakılmış, içinde bulunan 33 ozan, şair ve yazar yanarak veya dumandan boğularak, göstericilerden de bazıları Arif Sağ’ın ateş etmesi sonucunda hayatını kaybetmişti.

Bütün bu olayların sebebi olan Aziz Nesin-Doğu Perinçek ikilisi, Müslüman halktan bir özür dilememişti. Aksine Alevî ve Sünnî kesimi birbirine düşürmek için Madımak Olayı, bir fırsat olarak görülmüş ve hemen her yıldönümünde Alevilerî Sünnilere karşı kışkırtmak için bahane olarak kullanılmıştır.

***

İran’da Humeyni’nin yerinde ömür boyu ve şehinşahlar gibi iktidarını sürdüren Hamaney’in dış ilişkiler danışmanı ve İran’ın eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti başkanlığında Tahran’da kurulan “Dünya İslâmî Uyanış Kurultayı” adlı örgüt, İslâm dünyasında tanınmış ama İran’a yakın ya da bağımlı parti, cemaat lideri ve yazarlarının katılımı ile hemen her yıl çeşitli kongreler yapmaktadır.

Bu yıl da 22 Temmuz 2021 günü, “Afganistan’da Sürdürülebilir, Barış ve Güvenlik” başlığı altında bir kongre yapıldı. Kongreye Rusya, Çin, Tacikistan, Özbekistan ve Pakistan temsilcilerinin yanında Afganistan’dan Hamit Karzai, Abdullah Abdullah, Cemaat-i İslâmi’den Atta Nur Muhammed ve Taliban’dan Abdülgani Birader katılmıştır.

Ali Ekber Velayeti, yaptığı açılış konuşmasında, Afganistan tarihinin Sovyet işgalinden NATO ve ABD işgaline kadar sömürgecilere ve hegemonyacılara karşı halkın cesaret ve direnişi ile dolu olduğuna işaret etmiş, “Afganistan halkı her zaman, her türlü saldırıya ve donanımlı ordulara tepeden tırnağa direndi. Doğu’nun ve Batı’nın iradesine ve saldırganlığına karşı Afgan mücahitler direndiler ve ülkelerinde direniş ve onur bayrağını yükselttiler” demiştir (AA, 22 Temmuz 2021).

Oysa aynı Velayeti, 29 Haziran 2016’da, “İran olmasa, ABD, Afganistan’a giremez” açıklamasını yapmıştır (www.timetürk.com). Böylece ABD’nin Afganistan’ı işgalinde İran’ın işbirliği yaptığını ilân etmiştir. Benzeri bir açıklamayı eski İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad da yapmıştır. Bu açıklamaları doğrulayan önemli bir gelişme de, ABD’nin Afganistan’ı işgalinden sonra ABD’nin kurdurduğu kukla Afgan hükûmetinde İran bağlısı Hizbi Vahdeti Merdum’un yer alması gibi, lideri Muhammed Muhakkik’in de Cumhurbaşkanı Yardımcılığı yapmasıdır.

Velayeti’nin, “Afgan halkı, NATO ve ABD’ye karşı direniş ve onur bayrağını yükseltti” dediği dönemde, işgale karşı Taliban savaşmıştı. İran Hükûmeti ise, ABD’nin yanında Taliban’a karşı savaşmış olan Kuzey İttifakı’nı desteklemişti. Yani Afgan halkı onur ve direniş bayrağını yükseltirken, İran ise o bayrağı ABD ile birlikte indirmeye çalışmıştı. Ancak yirmi yıl süren direniş ve onur mücadelesini Taliban kazandı. ABD ve müttefiki İran, Kuzey İttifakı ve Hizbi Vahdeti Merdum, bu savaşı onursuz bir şekilde kaybetti.

Şimdi aynı İran, Velayeti öncülüğünde Tahran’da düzenlediği kurultay ile Afgan halkının “direniş ve onur bayrağını” sahiplenmeye çalışmakta, dünyada benzeri görülmeyecek bir riyakârlık siyaseti gütmektedir. Elbette ülkelerin siyasetleri değişebilir. Ama bu değişimin inandırıcı olması icap eder. İran Hükûmeti bir pişmanlık içinde değildir. İran, geçmişte ABD’nin yanında yer alarak, Kuzey İttifakı ile işgal suçuna, Afgan halkına karşı işlenmiş suçların hissedarı olarak yüz binlerin katledilmesine, daha fazlasının sakat bırakılmasına ve Afganistan’ın baştanbaşa bir mezaristana çevrilmesindeki yüz kızartıcı işbirlikçiliğini kapatmak ve her durumdan siyâsî bir kazanç elde etmenin peşinde koşup ilkesiz, sabitesi olmayan, güvenilmez bir siyasetin sahibidir.

İran ABD ile birlikte Taliban’a karşı savaştığı hâlde, bugün Taliban öncülüğünde mağdur/çaresiz Afgan halkının kazandığı zafere/sevince gölge düşürmeye, o zaferi aslî çizgisinden saptırmaya çalışmaktadır.

Tahran Kurultayı’na Velayeti, Türkiye’den Doğu Perinçek’i uygun görüp davet etmiştir. Perinçek, internet aracılığı ile (online) kurultaya katılıp Avrasyacı bir konuşma yapmış, Çin-Rusya, İran ve Türkiye’nin ABD’ye karşı işbirliğinin zaferlerinden söz etmiştir.

SP lideri Karamollaoğlu ile HÜDA-PAR lideri Yapıcıoğlu ise İran Hükûmeti’ne “Biz niye davet edilmedik?” diyerek bir kıskançlık tepkisi göstermemiş, sessiz ve tepkisiz kalmışlardır. Ya da bu tepkilerini haber etmemişlerdir. Ancak İran taraftarlığı konusunda oldukça kıdemli olan bu iki parti (SP ve HÜDA-PAR), Perinçek’e yenik düşmüşlerdir.

SP ve HÜDA-PAR çevresi, bu sonuç için ne kadar üzülse azdır.

***

Erzincan Kemahlı olan Perinçek (1942, Gaziantep), Demokrat Parti milletvekili Sadık Perinçek’in oğludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Aynı fakültede “devlet teorisi, kamu hukuku” alanında doktora yapmıştır. Babasının siyâsî çizgisine rağmen oğul Perinçek, öğrenciliğinden itibaren Marksist/sosyalist bir çizgiye mensup olmuştur. Türkiye Solu, 1960’larda SSCB ve Çin taraftarı diye ayrıştığında, Perinçek, Çin tarafında kalmıştır. Hâlen oradadır ve dünyadaki bütün siyâsî değişimlerin aksine Çin tarafında olmaya devam etmektedir.

Perinçek, Marksistliğinin bir sonucu olarak ateisttir. Ateistliğini kişisel bir tercih olarak görmemiş, doğrudan İslâm’a karşı mücadele etmenin gerekçesi saymıştır. Turan Dursun, Muazzez İlmiye Çığ, Salman Rüşdi gibi kişilerin İslâm düşmanlığı içeren bütün kitaplarını “Kaynak Yayınları” etiketiyle bastırmıştır. Zamanla siyâsî çizgisinde bazı değişiklikler görülmüştür. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni sahiplenmiş, Ermeni katliamı iddialarına karşı Mithat Paşa Komitesi kurarak, İsviçre’de “Ermeni katliamı emperyalist bir yalandır” çıkışı ile milliyetçi çevrelere yaklaşmıştır.

Son yıllarda kendi yazı ve söylemlerinde İslâm düşmanlığına yer vermemiştir. Ancak İslâm düşmanlığının alâmet-i farikası olan kitapları basmaya ve satmaya devam etmektedir. Perinçek’in yayın politikası, İslâm’a karşı Oryantalizmin Türkiye temsilciliği gibidir. İslâm’ın aleyhine kim nerede her ne demiş ise, Perinçek onu mutlaka kitaplaştırıp tedavüle sürmüştür.

Perinçek, kendi anlayışına göre Maoculuk ve Kemalizm arasında bir sentez kurmuştur. Siyâsî konulardaki fikirlerinde gözlenen bazı değişikliklere rağmen Maoculuk/Kemalizm sentezini siyâsî bir sabite yapmıştır. 1991 seçimlerine kadar PKK çevresi ile iyi ilişkiler içinde olmuş, bu seçimlerde PKK çevresinin Perinçek yerine Erdal İnönü’nün partisi SHP (CHP) ile ittifak etmesinden dolayı, o tarihten başlayarak şiddetli bir PKK aleyhtarı çizgiyi sahiplenmiştir.

Şimdi Tahran’daki İslâmî Uyanış Kurultayı’na İran Hükûmeti adına Velayeti, Türkiye’den davete münasip kişi olarak Perinçek’i uygun görmüştür. Bu davet, İran Hükûmeti’nin “İslâmî uyanışı” nasıl gördüğünün bir açıklaması olmalıdır. O uyanışta İslâm’a düşmanlığı siyâsî bir sermaye ve siyâsî bir tercih yapan Perinçek gibi kişilere yer vardır.

Bu olay, İran Hükûmeti’nin Türkiye’de işbirliği yapabileceği parti ve cemaat konusunda İslâmi bir kaygı veya önceliğe sahip olmadığını da göstermiştir. Eğer Aziz Nesin, Muazzez İlmiye Çığ ve Turan Dursun hayatta olsalardı, Tahran’da yapılagelen benzeri toplantıların davetlisi olarak katılabilirlerdi. Çünkü adı geçenlerin, İslâm’a karşı Perinçek’ten farklı bir tutumunu kimse görmüş veya duymuş değildir. Bir sonraki kongrede -İran Hükûmeti’nin siyâsî bir çıkar görmesi hâlinde- Salman Rüşdi’yi de pekâlâ davetliler arasında bulunabilir. Tahran’a Salman Rüşdi’nin gölgesi düşmüştür.

İran Hükûmeti’nin Perinçek’i “İslâmî uyanış kurultayına katılmaya değer” görmesi, Perinçek’in İslâm düşmanlığı ile kararmış geçmişini ibra etmez. Çünkü İran Hükûmeti’nin İslâm’a karşı işlenmiş suçları affetmek/silmek gibi bir hakkı/yetkisi yoktur. Bu davet İslâmî çevreler nezdinde Perinçek’e bir değer katmaz ve onu saygın bir hâle getirmez. İran’ın yapıp ettiklerine karşı duyularını kapatarak, kırk yıl önce duyduklarını tekrar edenler için uyarıcı bir etkiye sahip olup olmadığını ise zaman gösterecektir.

Ancak dünya siyâsî olayları bakımından Perinçek ile İran Hükûmeti arasındaki ortak görüşler, Perinçek’in İslâm düşmanlığını, İran Hükûmeti nezdinde önemsiz hâle getirmiş olmalıdır.

Çeçen halkının Rusya tarafından katledilmesinde, Doğu Türkistan halkının Çin tarafından katledilmesinde ve nihayet Suriye halkının Baas/Esat tarafından katledilmesinde, Perinçek ve İran Hükûmeti, sürekli katillerin yanında durmuş ve katilleri değil, maktulleri suçlamıştır. Müslüman halklara karşı işlenen suçlara daima ortak olmuşlardır. Halkların özgür iradelerine düşmanlık etmeyi varlık nedeni bilmişlerdir.