YILLAR önce bir
karikatür okumuştum. “Karikatür okumak” eylemi biraz garip kaçtı ama idare
ediniz. Karikatür okunur mu, yoksa karikatüre bakılır mı, tam emin olamadım
şimdi.
Karikatürde
iki mağara adamı mağaralarında oturuyor ve biri diğerine, “Neden bilmiyorum ama
Pazartesi günlerini hiç sevmiyorum” diyor.
O
vakitler komik gelmişti işte, anlatayım istedim.
Pazartesi
günlerini benim de sevmediğimi daha önce yazmıştım sanırım.
Hayır,
benimkisi Pazartesi sendromu değil.
Hafta
sonu klavyenin başına geçince o haftaya damgasını vuran, o hafta en çok
konuşulan konuyu kendi zaviyemden değerlendirmeye gayret ediyorum.
Lâkin
gelin görün ki, siz bu satırları okurken, gündem çoktan değişmiş oluyor ve bu
fakirin gündemi ne kadar geriden takip ettiği intibaına kapılıyorsunuz.
Nostalji yaşıyorsunuz bir yerde.
Türkiye
biraz da böyle bir yer ve bu kardeşiniz de böyle bedbaht işte.
Hem
ben de istiyorum son okuduğum kitaptan, kuştan, böcekten, post modern Alman
yazarlardan filan bahsetmeyi.
İstiyorum
ki, bir yazımda da Ekremciğimin, Kemal abinin yahut Meral aplanın isimleri
geçmesin. (Bakınız, yine geçti!)
Lâkin
ne yapıp edip kendilerinden bahsettiriyorlar işte.
İçimde
fena hâlde, İstanbul’da sel felâketi yaşanırken -yine- tatile giden, dönüşte de
içinde “çizme” geçen açıklamalarda bulunan Ekremciğim hakkında yazma isteği
var.
Ekremciğime
bu mütevazı köşemden “İçinde çizme geçen cümleler kurma. Bir kez de içinde
ayaklarının olduğu bir çizme görelim” şeklinde çağrıda bulunmak istiyorum
meselâ.
Yine
fena hâlde Kemal abi hakkında yazmak, KYK borçları hakkında Erdoğan’ın yaptığı
düzenleme ile ilgili iki kelâm etmek, “Kemal abimiz konuşur ama Erdoğan yapar” yahut
“Erdoğan, Kemal abinin lafıyla hareket edecek olsaydı ne Suriye’de, ne
Libya’da, ne Azerbaycan’da, ne Akdeniz’de esamemiz okunurdu; sınırımızda çoktan
terör devleti kurulmuştu bile!” demek istiyorum.
Şehir
hastanelerinden, havaalanlarından, köprülerden, İHA-SİHA ve savunma
sanayiinden, TOGG’dan bahsetmeyeyim bile...
Bir
de, “Seçim tarihini açıklayın -sanki belli değilmiş gibi-, o gün adayımızı
açıklarız” diye caka satan Kemal abimizin, gençlere, “KYK borçlarınızı
ödemeyin. Bir sene sonra biz geliyoruz, faizlerini sileceğiz” çağrısı yaparken
nasıl çelişkiler içerisinde yüzdüğünü, seçim tarihi konusunda kendi kendisini
sobelediğini hatırlatmak isterdim.
Şimdi
bunları yazacak olsam, yine gündemi ıskaladığımı, arkayı toparlayarak geldiğimi
filan düşüneceksiniz.
Yazmayayım
en iyisi.
Ben
tahıl koridorundan bahsedeyim madem…
Kemal
abimiz (“Yine mi Kemal abi?”), Erdoğan’a, “Rusya ile Ukrayna’yı masaya oturt,
tahıl koridorunu aç” diye çağrıda bulunmuş mudur, bilmiyorum.
Lâkin
yakın zamanda böyle bir iddia ile ortaya çıkarsa da şaşırmam doğrusu. Şimdilik
Kemal Abi için CHP koridorlarındaki adaylık kulisleri, tahıl koridorundan çok
daha mühim ve hayatî bir mevzu.
Dünya
buğday üretiminin yüzde 14’ü gibi önemli bir kısmını üreten iki ülkenin savaşı,
dünya tahıl tedarik zinciri için ciddî bir risk teşkil ediyordu, malûmunuz.
Aylardır
da Rusya ve Ukrayna limanlarında milyonlarca ton buğday sevk edilmeyi
bekliyordu.
Bu
kriz, dünya haritası üzerinde krizi çözebilecek tek devlet olan Türkiye
tarafından ve Erdoğan’ın liderliğinde çözüldü.
Savaşın
başından itibaren bir tarafa angaje olmadan, soğukkanlılık ve hakkaniyetle meseleye
yaklaşan Türkiye, mezkûr tahıl koridorunun hakemi ve garantörü olarak önemli
bir diplomatik başarıya daha imza attı.
Bakmayınız
bu anlaşmayı dünyanın önde gelen haber kanallarının canlı yayınladığına,
manşetlere çıkardığına, zoraki de olsa Türkiye ve Erdoğan’ı alkışlamak zorunda
kaldıklarına.
“Bu
hükûmet dünyanın en iyi işini de yapsa alkışlamayız” mottosuna iman etmiş
muhalefetimiz yine bizi şaşırtmadı, biz de dişimizi kırmak zorunda kalmadık. Elhamdülillah.
Kendisini
konu hakkında iki kelâm etmek zorunda hisseden hangi muhalifin paylaşımına ya
da açıklamasına şahit olduysam, hepsi de ağız birliği etmiş gibi, Türkiye’nin buğday
üretiminde dışa bağımlı olduğundan ve kendimize yetemediğimizden dem vuruyor.
Kendi
buğdayını üretemeyen ülke (bizden bahsediyorlar) otomobil, traktör, uçak,
helikopter üretebilir miymiş?
Bunlara
kendi buğdayımızı ürettiğimizi, dünyanın en büyük un, gofret, makarna
ihracatçısı ülke olduğumuzu, bunların da samandan imâl edilmediğini
-anlayacakları dilden- anlatınca da kızıp engelliyorlar. Canları sağ olsun.
Haber
Türk kanalındaki tartışma programlarının dolgu malzemesi Ersan Şen de konuya
içerleyenlerden. Tamam, tahıl koridoru bir başarı olarak değerlendirilebilirmiş
ama Erdoğan orada iken Rusya ve Ukrayna devlet başkanları neden masada
yoklarmış?
Ayrıca
hani dünya beşten büyüktü ve neden o masada -o beşin temsilcisi- BM Genel
Sekreteri António Guterres varmış? Bu bir çelişki değil miymiş?
O
da bunları bulabilmiş artık, idare ediniz.
Ersan
Şen -sanırım- hukukçu. İki devlet başkanının böyle bir savaş ortamında aynı
masaya oturmaları ancak barış antlaşması için olur. Buradan böyle bir muhalif
çıkarımda bulunmak için sanırım bu kadar tahsil ve tecrübeye sahip olmak
gerekiyor.
Böyle
bir muhalefet argümanı Engin Özkoç yahut Faik Öztrak’ın aklına gelmezdi meselâ.
Evet,
dünya beşten büyük. Dünyanın ve BM’nin çözemediği ve sittin sene geçse
çözemeyeceği bu ciddî krizi, hem de tek başına ve özgül ağırlığıyla Türkiye
çözdü!
BM
Genel Sekreteri António Guterres de bu diplomatik başarıya bizzat kendi gözleri
ile tanık oldu.
Daha
önce de yazmıştım. Bir gün, bu iki devletin barış için oturacakları masa yine
Türkiye’de ve Türkiye’nin gayretleri ile kurulacak.
Bakalım
o sefer neler yumurtlayacaklar? Ve bakalım o güne kadar yedili masa
Cumhurbaşkanı adayını açıklayabilecek mi?
Kalınız sağlıcakla…