Tahıl ambarında muhalif olmak

Evet, dünya beşten büyük. Dünyanın ve BM’nin çözemediği ve sittin sene geçse çözemeyeceği bu ciddî krizi, hem de tek başına ve özgül ağırlığıyla Türkiye çözdü! BM Genel Sekreteri António Guterres de bu diplomatik başarıya bizzat kendi gözleri ile tanık oldu.

YILLAR önce bir karikatür okumuştum. “Karikatür okumak” eylemi biraz garip kaçtı ama idare ediniz. Karikatür okunur mu, yoksa karikatüre bakılır mı, tam emin olamadım şimdi.

Karikatürde iki mağara adamı mağaralarında oturuyor ve biri diğerine, “Neden bilmiyorum ama Pazartesi günlerini hiç sevmiyorum” diyor.

O vakitler komik gelmişti işte, anlatayım istedim.

Pazartesi günlerini benim de sevmediğimi daha önce yazmıştım sanırım.

Hayır, benimkisi Pazartesi sendromu değil.

Hafta sonu klavyenin başına geçince o haftaya damgasını vuran, o hafta en çok konuşulan konuyu kendi zaviyemden değerlendirmeye gayret ediyorum.

Lâkin gelin görün ki, siz bu satırları okurken, gündem çoktan değişmiş oluyor ve bu fakirin gündemi ne kadar geriden takip ettiği intibaına kapılıyorsunuz. Nostalji yaşıyorsunuz bir yerde.

Türkiye biraz da böyle bir yer ve bu kardeşiniz de böyle bedbaht işte.

Hem ben de istiyorum son okuduğum kitaptan, kuştan, böcekten, post modern Alman yazarlardan filan bahsetmeyi.

İstiyorum ki, bir yazımda da Ekremciğimin, Kemal abinin yahut Meral aplanın isimleri geçmesin. (Bakınız, yine geçti!)

Lâkin ne yapıp edip kendilerinden bahsettiriyorlar işte.

İçimde fena hâlde, İstanbul’da sel felâketi yaşanırken -yine- tatile giden, dönüşte de içinde “çizme” geçen açıklamalarda bulunan Ekremciğim hakkında yazma isteği var.

Ekremciğime bu mütevazı köşemden “İçinde çizme geçen cümleler kurma. Bir kez de içinde ayaklarının olduğu bir çizme görelim” şeklinde çağrıda bulunmak istiyorum meselâ.

Yine fena hâlde Kemal abi hakkında yazmak, KYK borçları hakkında Erdoğan’ın yaptığı düzenleme ile ilgili iki kelâm etmek, “Kemal abimiz konuşur ama Erdoğan yapar” yahut “Erdoğan, Kemal abinin lafıyla hareket edecek olsaydı ne Suriye’de, ne Libya’da, ne Azerbaycan’da, ne Akdeniz’de esamemiz okunurdu; sınırımızda çoktan terör devleti kurulmuştu bile!” demek istiyorum.

Şehir hastanelerinden, havaalanlarından, köprülerden, İHA-SİHA ve savunma sanayiinden, TOGG’dan bahsetmeyeyim bile...

Bir de, “Seçim tarihini açıklayın -sanki belli değilmiş gibi-, o gün adayımızı açıklarız” diye caka satan Kemal abimizin, gençlere, “KYK borçlarınızı ödemeyin. Bir sene sonra biz geliyoruz, faizlerini sileceğiz” çağrısı yaparken nasıl çelişkiler içerisinde yüzdüğünü, seçim tarihi konusunda kendi kendisini sobelediğini hatırlatmak isterdim.

Şimdi bunları yazacak olsam, yine gündemi ıskaladığımı, arkayı toparlayarak geldiğimi filan düşüneceksiniz.

Yazmayayım en iyisi.

Ben tahıl koridorundan bahsedeyim madem…

Kemal abimiz (“Yine mi Kemal abi?”), Erdoğan’a, “Rusya ile Ukrayna’yı masaya oturt, tahıl koridorunu aç” diye çağrıda bulunmuş mudur, bilmiyorum.

Lâkin yakın zamanda böyle bir iddia ile ortaya çıkarsa da şaşırmam doğrusu. Şimdilik Kemal Abi için CHP koridorlarındaki adaylık kulisleri, tahıl koridorundan çok daha mühim ve hayatî bir mevzu.

Dünya buğday üretiminin yüzde 14’ü gibi önemli bir kısmını üreten iki ülkenin savaşı, dünya tahıl tedarik zinciri için ciddî bir risk teşkil ediyordu, malûmunuz.

Aylardır da Rusya ve Ukrayna limanlarında milyonlarca ton buğday sevk edilmeyi bekliyordu.

Bu kriz, dünya haritası üzerinde krizi çözebilecek tek devlet olan Türkiye tarafından ve Erdoğan’ın liderliğinde çözüldü.

Savaşın başından itibaren bir tarafa angaje olmadan, soğukkanlılık ve hakkaniyetle meseleye yaklaşan Türkiye, mezkûr tahıl koridorunun hakemi ve garantörü olarak önemli bir diplomatik başarıya daha imza attı.

Bakmayınız bu anlaşmayı dünyanın önde gelen haber kanallarının canlı yayınladığına, manşetlere çıkardığına, zoraki de olsa Türkiye ve Erdoğan’ı alkışlamak zorunda kaldıklarına.

“Bu hükûmet dünyanın en iyi işini de yapsa alkışlamayız” mottosuna iman etmiş muhalefetimiz yine bizi şaşırtmadı, biz de dişimizi kırmak zorunda kalmadık. Elhamdülillah.

Kendisini konu hakkında iki kelâm etmek zorunda hisseden hangi muhalifin paylaşımına ya da açıklamasına şahit olduysam, hepsi de ağız birliği etmiş gibi, Türkiye’nin buğday üretiminde dışa bağımlı olduğundan ve kendimize yetemediğimizden dem vuruyor.

Kendi buğdayını üretemeyen ülke (bizden bahsediyorlar) otomobil, traktör, uçak, helikopter üretebilir miymiş?

Bunlara kendi buğdayımızı ürettiğimizi, dünyanın en büyük un, gofret, makarna ihracatçısı ülke olduğumuzu, bunların da samandan imâl edilmediğini -anlayacakları dilden- anlatınca da kızıp engelliyorlar. Canları sağ olsun.

Haber Türk kanalındaki tartışma programlarının dolgu malzemesi Ersan Şen de konuya içerleyenlerden. Tamam, tahıl koridoru bir başarı olarak değerlendirilebilirmiş ama Erdoğan orada iken Rusya ve Ukrayna devlet başkanları neden masada yoklarmış?

Ayrıca hani dünya beşten büyüktü ve neden o masada -o beşin temsilcisi- BM Genel Sekreteri António Guterres varmış? Bu bir çelişki değil miymiş?

O da bunları bulabilmiş artık, idare ediniz.

Ersan Şen -sanırım- hukukçu. İki devlet başkanının böyle bir savaş ortamında aynı masaya oturmaları ancak barış antlaşması için olur. Buradan böyle bir muhalif çıkarımda bulunmak için sanırım bu kadar tahsil ve tecrübeye sahip olmak gerekiyor.

Böyle bir muhalefet argümanı Engin Özkoç yahut Faik Öztrak’ın aklına gelmezdi meselâ.

Evet, dünya beşten büyük. Dünyanın ve BM’nin çözemediği ve sittin sene geçse çözemeyeceği bu ciddî krizi, hem de tek başına ve özgül ağırlığıyla Türkiye çözdü!

BM Genel Sekreteri António Guterres de bu diplomatik başarıya bizzat kendi gözleri ile tanık oldu.

Daha önce de yazmıştım. Bir gün, bu iki devletin barış için oturacakları masa yine Türkiye’de ve Türkiye’nin gayretleri ile kurulacak.

Bakalım o sefer neler yumurtlayacaklar? Ve bakalım o güne kadar yedili masa Cumhurbaşkanı adayını açıklayabilecek mi?

Kalınız sağlıcakla…