BİRÇOK eleştiri
yapılıyor bu dönem insanları hakkında. Açgözlü, israf eden, doyumsuz, bencil,
sabırsız… Belki farkında olarak, belki olmayarak, hepimizin içinde bir nebze
olsun taşıdığı bu özelliklerden en temelde ve en zararlı olanlarından biri ise “tahammülsüzlüğümüz”…
“Bir
yükü sırtına alıp taşıma” mânâsına gelen bu kelime, hepimizin sırtına ağır
gelmeye başladı. Kendimize karşı sorumluluklarımız bile ağır gelirken,
başkalarının yüklerini sırtımızda taşımayı düşünemezdik tabiî(!)… “Başkalarının
hatâlarını örtmede gece gibi ol” öğüdü verilmiş insanlar olarak, gece değil de
güneş gibi bir ışık kaynağı olmayı seçtik. Özellikle de bunu aynı dini, aynı
hayat tarzını, aynı görüşü ve düşünceyi paylaştığımız insanlara karşı daha
acımasız şekilde gerçekleştirdik. Onların hatâlarını görüp örtmek, yüklerini
sırtımızda taşımak yerine sırtımızdan öyle attık ki o yükleri, etrafımızda var
olan insanlar, atarken çıkardığımız sesi duyarak dönüp dönüp baktılar. Tek kişilik
gösterilerdeki spot lâmbaya benzedik bu sefer; güneş gibi her şeyi aydınlatmayıp
tek bir şeye dikkat çekerek onu vurguladık. Tahammülsüzlüğümüzün en acımasız
yanını da bu şekilde ortaya koyduk.
Sosyal
medyanın da hayatımızın tam merkezinde yer alması, tahammülsüzlüğümüze hizmet
etmesini de sağladı. Bir hatâ, bir yanlış veya bir günah gördüğümüz zaman,
hemen “Retweet” tuşuna basıp alıntılayarak ya da altında yer alan “Yorum yaz”
satırına basarak yazdıklarımız, o insanın yüzüne söylemeyeceğimiz şeyleri
yazmamız fırsatını verdi. Utanarak yüzüne söyleyememekten imtina edeceğimiz
hatâlarını yazarak pekâlâ söyledik; ayrıca bunu yaparken, o hatânın yayılmasını
da sağladık.
Sosyal
medyada özellikle de bizden birine tahammülsüzlük konusunda size bir örnekle
durumu açıklamak isterim: Geçtiğimiz Kasım ayında ortaya çıkan, birçok haber
sitesinde, haber kanalında konuşulan, sosyal medyada hakkında birçok yorum
yapılan bir olaydı bu. Çok fazla kullanılan bir sosyal medya plâtformunda
“fenomen” diye tabir edilen bir “muhafazakâr” annenin Ankara Ihlamur Kasrı’nda
yeni doğan bebeği için yaptığı mevlit…
“Mevlit”
hemen hemen her ailenin yeni doğan çocuğu için düzenlediği bir organizasyon olarak
tanımlanıyor günümüzde. Kimi aile bunu evinde yapıyor, kimi de misafirlerini ağırlamak
için bir yer tutuyor. Artık verilen davetlerde, davetin mahiyetine göre misafirlere
hediyeler hazırlamak, ona uygun bir masa oluşturmak, mekânı süslemek moda
hâline gelmiş ve maddî durumuna, hayat görüşüne bakılmaksızın herkes bunu
yapmaya başlamıştı, yapmayanlar yargılanıyordu. “Fenomen” annemiz de bebeği
için bu şekilde bir mevlit organize edip misafirlerini Ankara’da “Ihlamur Kasrı”
olarak bilinen mekâna davet etti. Onlar için hediyeler hazırladı. Kur’ân-ı Kerîm
tilâvetinin ardından bir fon müziği eşliğinde, kucağında bebeği ile salona
giren anne, aslında bu tür organizasyonlarda olan ritüeli gerçekleştiriyordu…
Bugüne
ait videoları paylaşmasının ardından, hakkında birçok yorum yapıldı. Bunlar hem
kendisini, hem eşini, hem de bebeğini eleştiren/sorgulayan yorumlardı. Eleştirilerin
ortak noktası, “muhafazakâr” olarak sıfatlandırılan bu annenin neden bu kadar
şaşaalı, gösterişli bir mevlit düzenlemesi, bu mekânı tutacak parayı nereden
elde ettiği (ki eşi, kısa bir zaman devlet dairesinde çalıştığı için) yönünde
iyice çirkefleşmişti. Bebeğine neden tektaş taktığı da sorulmuştu. Bu şekilde
bir organisyonun moda hâline gelip bunun için paralar israf etmenin yanlışlığını
ve bu durumda yapılan hatâyı göz ardı edemeyiz tabiî, fakat bu durumu paylaşıp
yorumlar yaparak ona spot ışığı tutmamız, özellikle “karşı mahalleye” bu durumu
daha açık bir şekilde gösterdi. Bunun bir hatâ olduğunu kabul edelim.
Şaşaalı
ve gösterişli organizasyonlar modaydı ve bu aile de o modaya uydu; mekân,
onlara “fenomen” oldukları için, reklâm mâhiyetinde bir hediye olarak
verilmişti ve bu durum gözden kaçtı. Her aile gibi onlar da çocuklarına bir
takı, altın yahut bir hediye vermek istedi ama bunu alışılagelmişin dışında
yaptılar.
Tüm
bunları bu şekilde açıklayıp hatâları karşısında onları usulünce, “gece gibi
olarak” uyarabilirdik. Bu yaşananlar şu an, hayat tarzına bakılmaksızın birçok
insanın kurban edildiği hatâlar. Fakat biz, İstanbul’un soylu ve büyük aileleri
karşısında bu tavrı takınamazken, aynı görüşü paylaştığımız insanlara bunu
yapabilme gücünü kendimizde buluyoruz. Ve tahammülsüzlüğümüzün en büyük
acımasızlığı, kendimizi ispat etmek, aşağılık kompleksinden kurtulmak için
bizden olanlara spot ışığı tuttuğumuzda ortaya çıkıyor.