Tahammülsüzlüğün acımasızlığı

Bu yaşananlar şu an, hayat tarzına bakılmaksızın birçok insanın kurban edildiği hatâlar. Fakat biz, İstanbul’un soylu ve büyük aileleri karşısında bu tavrı takınamazken, aynı görüşü paylaştığımız insanlara bunu yapabilme gücünü kendimizde buluyoruz.

BİRÇOK eleştiri yapılıyor bu dönem insanları hakkında. Açgözlü, israf eden, doyumsuz, bencil, sabırsız… Belki farkında olarak, belki olmayarak, hepimizin içinde bir nebze olsun taşıdığı bu özelliklerden en temelde ve en zararlı olanlarından biri ise “tahammülsüzlüğümüz”…

“Bir yükü sırtına alıp taşıma” mânâsına gelen bu kelime, hepimizin sırtına ağır gelmeye başladı. Kendimize karşı sorumluluklarımız bile ağır gelirken, başkalarının yüklerini sırtımızda taşımayı düşünemezdik tabiî(!)… “Başkalarının hatâlarını örtmede gece gibi ol” öğüdü verilmiş insanlar olarak, gece değil de güneş gibi bir ışık kaynağı olmayı seçtik. Özellikle de bunu aynı dini, aynı hayat tarzını, aynı görüşü ve düşünceyi paylaştığımız insanlara karşı daha acımasız şekilde gerçekleştirdik. Onların hatâlarını görüp örtmek, yüklerini sırtımızda taşımak yerine sırtımızdan öyle attık ki o yükleri, etrafımızda var olan insanlar, atarken çıkardığımız sesi duyarak dönüp dönüp baktılar. Tek kişilik gösterilerdeki spot lâmbaya benzedik bu sefer; güneş gibi her şeyi aydınlatmayıp tek bir şeye dikkat çekerek onu vurguladık. Tahammülsüzlüğümüzün en acımasız yanını da bu şekilde ortaya koyduk.

Sosyal medyanın da hayatımızın tam merkezinde yer alması, tahammülsüzlüğümüze hizmet etmesini de sağladı. Bir hatâ, bir yanlış veya bir günah gördüğümüz zaman, hemen “Retweet” tuşuna basıp alıntılayarak ya da altında yer alan “Yorum yaz” satırına basarak yazdıklarımız, o insanın yüzüne söylemeyeceğimiz şeyleri yazmamız fırsatını verdi. Utanarak yüzüne söyleyememekten imtina edeceğimiz hatâlarını yazarak pekâlâ söyledik; ayrıca bunu yaparken, o hatânın yayılmasını da sağladık.

Sosyal medyada özellikle de bizden birine tahammülsüzlük konusunda size bir örnekle durumu açıklamak isterim: Geçtiğimiz Kasım ayında ortaya çıkan, birçok haber sitesinde, haber kanalında konuşulan, sosyal medyada hakkında birçok yorum yapılan bir olaydı bu. Çok fazla kullanılan bir sosyal medya plâtformunda “fenomen” diye tabir edilen bir “muhafazakâr” annenin Ankara Ihlamur Kasrı’nda yeni doğan bebeği için yaptığı mevlit…

“Mevlit” hemen hemen her ailenin yeni doğan çocuğu için düzenlediği bir organizasyon olarak tanımlanıyor günümüzde. Kimi aile bunu evinde yapıyor, kimi de misafirlerini ağırlamak için bir yer tutuyor. Artık verilen davetlerde, davetin mahiyetine göre misafirlere hediyeler hazırlamak, ona uygun bir masa oluşturmak, mekânı süslemek moda hâline gelmiş ve maddî durumuna, hayat görüşüne bakılmaksızın herkes bunu yapmaya başlamıştı, yapmayanlar yargılanıyordu. “Fenomen” annemiz de bebeği için bu şekilde bir mevlit organize edip misafirlerini Ankara’da “Ihlamur Kasrı” olarak bilinen mekâna davet etti. Onlar için hediyeler hazırladı. Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinin ardından bir fon müziği eşliğinde, kucağında bebeği ile salona giren anne, aslında bu tür organizasyonlarda olan ritüeli gerçekleştiriyordu…

Bugüne ait videoları paylaşmasının ardından, hakkında birçok yorum yapıldı. Bunlar hem kendisini, hem eşini, hem de bebeğini eleştiren/sorgulayan yorumlardı. Eleştirilerin ortak noktası, “muhafazakâr” olarak sıfatlandırılan bu annenin neden bu kadar şaşaalı, gösterişli bir mevlit düzenlemesi, bu mekânı tutacak parayı nereden elde ettiği (ki eşi, kısa bir zaman devlet dairesinde çalıştığı için) yönünde iyice çirkefleşmişti. Bebeğine neden tektaş taktığı da sorulmuştu. Bu şekilde bir organisyonun moda hâline gelip bunun için paralar israf etmenin yanlışlığını ve bu durumda yapılan hatâyı göz ardı edemeyiz tabiî, fakat bu durumu paylaşıp yorumlar yaparak ona spot ışığı tutmamız, özellikle “karşı mahalleye” bu durumu daha açık bir şekilde gösterdi. Bunun bir hatâ olduğunu kabul edelim.

Şaşaalı ve gösterişli organizasyonlar modaydı ve bu aile de o modaya uydu; mekân, onlara “fenomen” oldukları için, reklâm mâhiyetinde bir hediye olarak verilmişti ve bu durum gözden kaçtı. Her aile gibi onlar da çocuklarına bir takı, altın yahut bir hediye vermek istedi ama bunu alışılagelmişin dışında yaptılar.

Tüm bunları bu şekilde açıklayıp hatâları karşısında onları usulünce, “gece gibi olarak” uyarabilirdik. Bu yaşananlar şu an, hayat tarzına bakılmaksızın birçok insanın kurban edildiği hatâlar. Fakat biz, İstanbul’un soylu ve büyük aileleri karşısında bu tavrı takınamazken, aynı görüşü paylaştığımız insanlara bunu yapabilme gücünü kendimizde buluyoruz. Ve tahammülsüzlüğümüzün en büyük acımasızlığı, kendimizi ispat etmek, aşağılık kompleksinden kurtulmak için bizden olanlara spot ışığı tuttuğumuzda ortaya çıkıyor.