Taç

Sen hangisisin? Yani demek istediğim, kimlerdensin? Menfaatlerinin peşinde fırtınanın dinmesini bekleyenlerden mi? Yürek yemişlerden mi? Son sözü söyleyenlerden mi? Kaçıp gidenlerden mi? Köşeye sinenlerden mi? Benimki de soru mu? Hepimiz en doğru zamanda, en doğru olanın yanında, en onurlu duranız, değil mi?

GEÇEN ay ünlü bir araba markasının reklâmını izlemiştim. Çok güzeldi.

Reklâm şöyle bir dış sesle başlıyor: “Neden bazıları sadece çalışması gerektiği kadar çalışıp durur da bazıları hiç durmadan çalışır?” Tam bu sırada gece mesai yapan bir abimizi, reklâmı yapılan araca koli taşırken görüyoruz.

Dış ses tekrar soruyor: “Neden birileri zor anlarda kendini düşünür de birileri herkesi düşünür?” Burada da, yağmurda ıslanan ilkokul çocuklarını arabasına alan bir hanım abla görüyoruz. Dış ses sormaya devam ediyor: “Ve neden kimsenin yapmadığı şeyleri yapan birileri, o yaptıkları için, ‘Kim olsa yapardı’ diye düşünür?” Burada ise hayatın olağan akışında asla o arabayı kullanmayacak bir abinin çevreyolunda arabadan indiğini ve yoldaki köpeği kucağına aldığını görüyoruz.

Bu zamana dek yaptığım tüm kazaların üçte ikisinin ve mâruz kaldığım tüm trafik tacizlerinin tamamının müsebbibi reklâm filmine konu aracı kullanan abiler olmasına rağmen, reklâm bittiğinde suratımda kocaman bir tebessüm belirdi. Çünkü reklâm şu cümleyle bitiyor: “Çünkü bu hayatta insanlar vardır… Sağlam insanlar vardır!”

Anlayacağın, herkes gibi ben de kendimi sağlam insan kategorisine soktum ve etkilenme sesi çıkardım. Çok komik değil mi, hepimizin en doğru olan düşüncenin, en sağlam karakterin, en onurlu duruşun kendimize ait olduğuna inanması? Bu bana hep çok komik gelir. En çok da dünya nüfusu kadar doğru olabileceği ihtimâline rağmen karşımda duyar kasan birileri görünce... Bir gülme geliyor. Ama böyle itici bir gülme… Hani ağzının kenarıyla gülersin ya yandan yandan, işte öyle!

İçten içe imreniyorum aslında böyle insanlara. Bence daha mutlular. Bu ay hep doğrularını anlattı karşıma çıkan insanlar. Ben de hep içimden kıs kıs güldüm. Dünya nüfusunu düşündüm. Ve bir o kadar doğru seçenek olabileceğini… Bu yüzden bu ay çok hızlı geçti. Ne olduğunu anlayamadan, bir baktım, sonuna gelmişiz. Yandan yandan saçtığım o itici tebessüme rağmen hem hızlıydı, hem de sonbahar sebebiyle biraz hüzünlü.

Gerçi ben hep hüzünlüyüm. Anksiyeti mi var acaba bende? Yok, hayır, yapmayacağım… Bu yazıda kendimi sorgulamayacağım… Şimdi bir zaaf avcısı var ise buralarda, kesin çok üzülmüştür “Bir genç kadın daha kendini sorgulamadı ve boş zamanlarında ağzına sakız edebileceği bir dedikoduya nail olamadı” diye. Dur dur, onu biraz daha üzeceğim. Zira geçen hafta anneanneme gittim, mercimek çorbası içtim ve bütün kılıçlarımı kuşandım. Yani savaşmaya hazırım. Hem dedemle “Battal Gazi’nin İntikamı”nı da yüz bin milyonuncu defa izledik. Bu ne demek, biliyor musun? Tek kılıç darbesiyle üç beş tane siyah pelerinli Haçlının hepsini birden öldüremesem de bu arz-talep düzenine çomak sokmaya cesaret edebilirim demek…

Edebilir miyim acaba gerçekten cesaret?

“Cesaret”… Çok güzel bir kelime… Hele yaşamaya cesaret edemeyenlerin içinde… İnsana süper kahraman gibi hissettiriyor. Bu konuda hiç fena değilimdir. Hani mangal gibi yüreğim olmasa da “iman dolu göğsüm gibi serhaddim var”. “Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar/ Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”…

Olmadı… Burası olmadı… Bazen böyle oluyor bana. Dengeyi tutturamıyorum. Ama kritik anlarda bir köşeye sinip ortalığın sakinleşmesini bekleyebilenlerden değilim galiba. Hele bu aralar… O kadar anlattık az evvel yahu! “Reklâm izledik” dedik, “Bom bom poaw” bile dedik editörün müdahale edebileceğini düşünmeden. Belki de etmiştir.

Sağlam insanım ben de ayol, anlasana! Sen hangisisin? Yani demek istediğim, kimlerdensin? Menfaatlerinin peşinde fırtınanın dinmesini bekleyenlerden mi? Yürek yemişlerden mi? Son sözü söyleyenlerden mi? Kaçıp gidenlerden mi? Köşeye sinenlerden mi? Benimki de soru mu? Hepimiz en doğru zamanda, en doğru olanın yanında, en onurlu duranız, değil mi? En sağlam olanız; her fırsatta doğrularımız için yaşar ve onlar için ölürüz. Ama ne hikmetse, aç kalınca herkes ateş püskürür. Yine de günde en az bir öğün yürek yeriz.

Böyle zamanlarda yani yürek yediğim zamanlarda, gökyüzünde ışıl ışıl bir taç belirir. İki de melek… Meleklerin omzundaki taç yavaş yavaş bana doğru inişe geçer. O an süzülen meleklerin Münker ve Nekir olması hâlinde bu hiç havalı olmaz, biliyorum. Ama bu benim tacım. Bu yüzden senin için çok üzgünüm kendini gerçekleştirmek için başkalarının hayâllerinde boğulan dostum! Zira bu gökten süzülen meleklerin adları Münker ve Nekir olacak...

Evet, ne diyordum? V 4Melekler sis bulutlarının arasından salına salına yerküreye iner ve taçı başıma kondururlar. Sonrasında alkışlar… Tebrikler dört bir yandan… “Bravo! Yaşa! Var ol!” sesleri… Elma elma kızaran yanaklarım, gittikçe göğe daha fazla eren başım ve başımın üstündeki tacım ile halkı selâmlarım. E, ne de olsa sağlam insanım! Yürek de yemişim... “Peh” dedin mi içinden? Çünkü biri karşıma çıkıp böyle konuşsa ben “Peh” derim.

Evet, senin de çok iyi bildiğin üzere, yürek yediğim zamanlarda benim de başıma taç falan inmez; ama böyle zamanlarda ortamdaki ölüm sessizliği gerçekten Münker’i de, Nekir’i de ve hattâ kabri bile getirir. Çünkü böyle zamanlarda hep bir sessizlik olur, bilirsin. Senin de başına gelmiştir…

Tüm cesaretini toplayıp her şeye ve herkese rağmen doğru olduğuna inandığın bir şey söylersin, yaparsın ya da yapılmasına vesîle olmaya çalışırsın, ama onlar seni sessizlikle boğmaya çalışırlar. Çünkü o kadar haklısındır ki yanlış bir şey yapmış gibi hissetmeni ve onların yüreksizliğinin üstünü senin telâşının kapatmasını isterler. İnsan böyle zamanlarda biraz panikler “Anlaşılamadım mı acaba?” diye. Anlaşılmıştır oysa… Hem de öyle iyi anlaşılmıştır ve bu durum o kadar kimsenin işine gelmemiştir ki... İşte biraz evvel bahsettiğim taç, hep de böyle zamanlarda gökyüzünde belirir!

Sen de zaman zaman bekliyor musun? Tacı yani? Ne yalan söyleyeyim, ben ara sıra gerçekten bekliyorum. Çünkü benim gibi biraz deli, biraz Orhan Veli hisseden herkes -ki onlar şu an kendilerini çok iyi bildiği için hafiften gülümsüyorlar- bazen sadece bir tebessüm bile olsa bekler. Yandan yandan bile olsa bir tebessümü herkes hak eder çünkü. Ve biz hep bekleriz. Böyle öğrenmişiz. Hayatta yaptığımız her şeyin bir karşılığı olduğuna inandığımız için korkmuşuz. En çok da “kötülük yapmaktan”... Bu yüzden hak yoldaki her adımımız takdire şayanmış gibi geliyor. Biz öyle sanıyoruz. Sanıyorduk yani… Pek öyle değilmiş kazın ayağı…

“Heh, evet” dedin mi içinden? Demek ki sen de ara sıra yürek yiyorsun. Bak, demek ki aslında yalnız değiliz. Demek ki birbirine teğet geçen hayatlarımız, onların sana hissettirmeye çalıştığı kadar kifayetsiz geçmiyor. Bu yüzden her gün olmasa da ara sıra, herkese ve her şeye rağmen yürek ye, olur mu? Ben de yiyeceğim, söz veriyorum! Ama bu aralar kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Bu yüzden yalnızca üç beş dakika bile ortak duyguları paylaşabildiysek eğer, senin de gönlünde bir yerlerde bir taç var demektir. Hadi onu al ve benim başıma tak! Hayâlî de olsa bir melek tarafından tepeme kondurulacak bir taca herkesten daha fazla ihtiyacım var bu ara.