Tabiat bilimlerinden kültüre bir bakış

Böyle bir dünyada, medeniyetlerin kadim köprüsü Anadolu ve yakın doğu coğrafyasındaki insanlığın kendisine uyanışı, bütün dünyanın kurtuluş reçetesinin yeniden zuhur etmesini sağlayacaktır; şahsen benim buna sarsılmaz bir inancım var. Gaye-i hayalimiz, bu toprakların hak ettiği kültür zenginliğinin yeniden uyanması, ışığın Doğu’dan yeniden doğması adına, bir dirhem de olsa müspet katkı koyabilmektir.

KIRLARDA veya şehrin yakınlarında bir patika yolda yürürken eğer etrafınızı dikkatlice izlediyseniz, çiçek ve otların ekseriyetle hep yolların kenarlarında büyüdüğünü görmüşlüğünüz vardır. Yahut uzun bir zaman önce, bir tarlanın veya bahçenin etrafına çekilmiş bir çit veya tahta perdenin dibinde, etraftaki yakın yerlere göre daha fazla ot ve çiçek yığılması olduğunu da gözlemlemişsinizdir. Rüzgarda oraya buraya savrulan çer-çöp, ot ve dal parçaları, böyle engellerin etrafında birikir çoğu zaman; zira bu tip perdeler, başıboş savrulan malzemeler için durdurucu ve biriktirici bir engel görevi görür.

Başka ilginç gözlemlerimiz de olabilir. Mesela yeni birisiyle tanışırsınız. Sohbete başladıktan bir süre sonra bu yeni insan size, neredeyse her gün üzerinde bir şeyler duyduğunuz “sıradan” bir mevzuda öyle bir şeyler söylemeye başlar ki, bir anda zihninizde çeşit çeşit düşünce çağrışımlarını coşturuverir. Bazen adeta o basit mevzu üzerinden, size kainatın sırlarının açılmaya başladığını dahi hissedebilirsiniz. Halbuki siz, o bahsedilen mesele üzerine belki daha evvelden nice okumuşluğu, nice düşünmüşlüğü olan birisinizdir. Fakat o “farklı” insan ile yakaladığınız sohbet şansı, size hiç ummadığınız yepyeni kapılar açabilir.

Daha evvel hiç tecrübe etmediğiniz bir müziği dinlemek, daha önce üzerinde fazla kafa yormadığınız bir mevzuda okumak, daha önce var olduğunu bilmediğiniz yeni yollar keşfetmek de benzer etkiler yapar; hesap edilemeyen yeni sonuçlara, yeni ufuklara taşıyacak nice potansiyeller serer önünüze… Zira insana dair bildiğimiz hemen her şey, insan zihninin böyle yenilikler, böyle karşılaşmalar sonucunda ürettiği “ilham”lardan kaynaklanır.

Kenarların zenginliği

Az evvel bahsettiğim, kırlarda, yollarda veya tahta çitlerde gördüğünüz o birikimi oluşturan etkiye, tabiat bilimlerinde “kenar etkisi” (edge effect) denir. İki farklı ortam arasında bulunan kenar bölgeleri, biyolojik verimlilik açısından, aralarında sınır oluşturduğu diğer ortamlara göre daha zengin olma eğilimindedir. Zira bu ara bölgeler, her iki ortamın da nimetlerinden faydalanarak, canlılar için çok daha verimli bir ortam sağlar ve canlılık oralarda alabildiğine çeşitlenir ve zenginleşir.

Tabiat bilimleriyle uğraşanlar, bunu böyle bilirler ama genellikle mesele burada kalır. Bir biyolog bu etkiyi, mesela ormanlık ve çayırlık alanların arasındaki sınırların biyolojisini anlamakta kullanır. Ama tabiat bilimleriyle uğraşan insanların birçoğu, aynen diğer birçok uzmanlık alanında olduğu gibi, kendi uzmanlık alanları dışındaki dünyayı fazla düşünmemek üzere bir eğitim alırlar; bundan dolayı da böyle basit “yasa” ve “adet”lerin başka vasatlarda da geçerli olabileceğini; başka hadiseleri açıklamakta da insana ilham verebileceğini ekseriyetle pek düşünemezler (düşünenler de olur elbet ve siz onların adlarını “büyük bilim adamları” olarak duyarsınız birçok yerde). Fakat tabiat ilginçtir; bir yerde gördüğünüz bir kural, neredeyse her zaman, birçok alakasız yerde de karşınıza çıkacaktır; buna hazır olmanız, sizi çok derin bir anlayış seviyesine taşıyabilir.

Madem kenarlar böyle zengindir; sadece mekana bağlı ortamlarda değil, başka kenarlarda da bunu düşünmek iyi bir başlangıç olabilir. Farklı fikirler, farklı kültürler, farklı gelenek ve görenekler karşılaştıklarında da yine bunların aralarında “kenarlar” oluşması kaçınılmazdır. Peki, o zaman nasıl bir etki bekleyebiliriz?! 

Kanunlar tekrar eder

Nasıl ki adına “müzik” dediğimiz o nihayetsiz çeşitlilikteki harikalar altı üstü yedi notadan müteşekkilse, etrafımızdaki dünyayı da yöneten birçok sade kurallar dizgesi vardır. Bu kuralların ne olduğunu, tabiat bilimcileri yüzyıllardır araştırır dururlar; fakat insan zihni çoğu kez ilginç bir hamle daha yapar: Dünyadaki özel bir oluşun temel mekanizmasını keşfettiğinde, onunla görünüşte alakasız birçok oluşun da aslında benzer bazı kurallara tabi olduğunu; küçükte işleyen kanunların bir şekilde büyükte de kendini gösterdiğini;  farklı ve görünüşte alakası olmayan alemlerin ortak “notalar” terennüm ettiğini görmeye başlar. İşte bunu fark eden bir zihin, bu kainattaki “bir”liğin kühnüne de daha ileri düzeyde vakıf olabilme yolculuğunun ilk ve en önemli adımını atmış demektir.

Böyle bakabilen bir zihin için, basit ve sade kuralların algılanması, bazen çok şaşırtıcı zihinsel ilhamların kapısını da aralar. Öyle anlarda, mesela bir tabiat bilimci, artık uzmanlık alanının dışındaki dünyayı da anlamasına yarayacak geniş bakış açıları elde etmeye başlayabilir. Bir insan fizyolojisi uzmanı olarak bana böyle kapılardan bazılarını açtığını düşündüğüm fikirlerden birisi de işte o bahsettiğim “kenar etkisi”dir.

Medeniyetlerin geçiş bölgesindeki Anadolu

Üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasının kültürel zenginliğinden bahsedildiğini hep duyarız. Nasıl bir zenginlik olduğunu, bakış açımız ve yaşam alanımızın görece darlığı gibi nedenlerle belki tam kavrayamıyor olabiliriz; ama kültürel olarak “zengin” bir yerde yaşadığımızı hep biliriz, hatta bir şekilde hissederiz. Bu bilgi hamasetle devşirilen bir sanrı yahut bir hüsn-ü zandan ibaret değildir. Tarihi kaba hatlarıyla incelediğimizde hepimizin kolaylıkla görebileceği en açık gerçek, binlerce yıldan beri insanoğlunun düşüncesini ve kaderini etkilemiş neredeyse bütün kültürlerin, bütün inançların ve bütün büyük fikirlerin çıktığı yer, bu topraklar olduğu gerçeğidir herhalde. Bu gerçek, eşyanın tabiatının iktizasıdır aslında; zira tabiat bilimlerinde adına kenar etkisi dediğimiz o zenginleştirici etki, farklı insan grupları ve medeniyetler arasında binlerce yıldır köprü vazifesi görmüş bu topraklara da elbette bir “etki” bırakacaktı. Kimi tarihçilerin dediğine göre 7000 yıldan daha uzun süredir var olan Şehr-i İstanbul’a bakın mesela: Her köşesinden fışkıran o seçkin ve nev-i şahsına münhasır “şahsiyet”, acaba neden kaynaklanır? Binlerce yıldır nice medeniyetlerin sahneye çıkıp çıkıp indiği böyle bir mekan, elbette sıradan bir toprak parçası ile kıyaslanmayacak bir zenginliğe sahip olacaktır. Bu vaziyet, böyle mekanların kaderidir.

Kenarların kaderi

Büyük resme baktığımızda, Anadolu’nun kaderi de yazı öncesi çağlardan beri ev sahipliği yaptığı medeniyetler açısından bir kültür havzası olmaktı belli ki. Bu kader, sadece taşın-toprağın değil, bu toprağı yurt edinmiş insanın da kaderidir elbette. Ne çare ki, özellikle son bir kaç yüzyıldır, neredeyse her dem hız kesmeyen bir varlık-yokluk mücadelesi içinde nefes almaya gayret eden atalarımız, üzerinde oturdukları bu muhteşem hazineyi bizlere olabildiğince sağlam ve yekpare bir şekilde aktarma görevini belki de ancak ifa edebildiler. Bu günün “mirasyedileri” olarak bizler ise bu muhteşem zenginliğe sırtını dönmüş; bilgiyi, hikmeti, feraseti ve irşadı başka başka yerlerde aramaya şartlandırılmış nice biçarelerin gürültüsü içinde adeta körler ve sağırlar gibi dolanmaktayız. Altımızdaki hazineler nicedir gözümüzden özenle kaçırılırken, üç kuruşluk bir kemal için gözlerimiz ufukları tarasın diye nice çabalar harcanıyor.

Vahye mazhar hak peygamberlerden, felsefenin derinliklerinde en temel sorulara cevaplar arayan büyük fikir adamlarına kadar, ışığı bu güne ulaşmış, ulaşmamış, nice kandiller bu topraklarda tutuşturuldu. Bu gün dünyaya son tahlilde kan ve gözyaşından başka çok az şey verebilmiş materyalist temelli Batı medeniyetinin aman vermez tasallutu altında biçare inleyen insanlık, bu gün, “ışığın kaynağı” olan bu coğrafyadan çıkacak hikmet ve kültür dermanlarına hasret durumda. İnsanlığın tecrübesi ile Rahmani öğüdü yeniden bir araya getirecek, Hakk’ı tutup kaldıracak bir medeniyet ışığının özlemi, yüzyıllardır insanlığın yüreğini yakıyor.

İşte böyle bir dünyada, medeniyetlerin kadim köprüsü Anadolu ve yakın doğu coğrafyasındaki insanlığın kendisine uyanışı, bütün dünyanın kurtuluş reçetesinin yeniden zuhur etmesini sağlayacaktır; şahsen benim buna sarsılmaz bir inancım var. Gaye-i hayalimiz, bu toprakların hak ettiği kültür zenginliğinin yeniden uyanması, ışığın Doğu’dan yeniden doğması adına, bir dirhem de olsa müspet katkı koyabilmektir. Bunu bu topraklara, bu toprakların tarihine ve bu toprağın insanına borçluyuz. 

Medeniyetlerin kenarlarında, kâinatı aydınlatacak kuvveye sahip tüm irfan sahiplerine selam olsun...