Süzülüş

İnsanın Rabbine karşı sorumluluğu, bir kuş gibi ufka yükselirken hedefinin ne olduğunu hatırlamaktır. Hayatımız boyunca ilk gençlik çağlarımızda göğe yükselişi yaşar, daha sonra orta yaşlarda semâda süzülüşü ve ömrümüzün son zamanlarında ise iniş aşamasını takip ederiz. Bu aşamalarda sorumluluğumuzun bilinciyle hareket edersek, bu dünya da, ahirette de huzuru elde etmiş oluruz.

ÇOK eski zamanlardan beri ulaşılmaz olan şeylere ayrı bir değer verilmiş, hattâ kimi zaman bu ulaşılmazlık ve bilinmezlik, onların kutsal olarak görülmelerine neden olmuştur.

İnsan, doğası gereği merak duygusuyla etrafını incelerken, uçsuz bucaksız gökyüzü ise ona derin bir araştırma alanının kapılarını açmıştır. Hâlâ kimi kısımlarına bütünüyle vâkıf olamadığımız idrakimizin ve aklımızın sınırlarını zorlayan bu âlem, eşsizliği ile bir yaratıcıyı zihnimizde zorunlu kılmıştır. Güneşin doğuşu-batışı, Ay’ın hareketleri, daha da basit düşünecek olursak kuşların yeryüzünden gökyüzüne doğru yükselişleri ve tekrar yeryüzüne süzülüşleri dahi hep bir ahenk içinde hayatımızın bir parçası olmuştur.

Hiç aksamayan bu düzenin içinde bir kuş sürüsü bile insana “hayata dair” birçok şeyi hatırlatırken, eşsiz güzellikleri ile Allah’ın bize sunmuş olduğu nimetler, şükrünü edâ etmemiz için birer vesîle olurlar.     

Kadim geleneklerimiz ve kültürümüz, tecrübelerin verdiği bilgilerle yaşam yolculuğumuzda bizleri kanatları altına alarak daima korur ve yol gösterir. Kuşlar nasıl birbirlerinden destek alarak beraber uçuyorlarsa, biz de birlikte hareket ederek daha ileriye ulaşabiliriz.

Böylelikle yolculuğumuz boyunca maddî yükümüzü hafifletmiş olmakla kalmaz, bize Allah’ı hatırlatan insanlarla birlikte olarak rûhumuzu da dinlendiririz.

Nazife teyzenin bir yakınının ona söylemiş olduğu ve duyduğumda çok hoşuma giden bir sözü burada aktarmak istiyorum. “Eğer her geldiğimde bana aynı yorganı verseydin, yorgan eskirdi.”

Çok naif ve nüktedan bu söz, ilişkilerin ne kadar sıkı olduğunu gösterirken, aynı zamanda bize yolculuğumuzda bir ışık tutar.         

Hayatımız boyunca birbirinden farklı birçok uğraşla haşir neşir olmuş, onları öğrenmiş ve hayatımıza dâhil etmişizdir. Kimi zaman onlarla faydalı olur ve zamanımızı bu uğurda harcamaktan zevk alırız. İnsan bir işle uğraşmayıp kendi ile baş başa kaldığında ise vesvese üreterek olumsuz düşüncelerin esiri olabilir. Bu yüzden bir uğraşımız kalmadığında ya da kendimizi yalnız hissettiğimizde, bir dost sesi duymak, bize huzur verir. Hayırlı insanlar birbirlerine nimet oldukları gibi, rûhun şifâsı da bu birlikteliklerle mümkün olur.          

Bedenimizin şifâsı ise Rabbimizin yarattığı nimetleri ihtiyacımız oranında tüketmektedir. Hastalıkları veren de, şifasını yaratan da O’dur. Allah-u Teâlâ, yarattıkları ile beden ve ruh sıhhatimizi sağlamıştır. Şifâsı olmayan hastalıkta kulun Rabbine sığınması, O’nu hatırlaması için bir vesîle ve imtihandır. Şu kısacık yaşamımız boyunca kulluk bilinci ile hareket ederek bize vermiş olduğu nimetlerin şükrünü edâ edebilir ve O’nun rızâsını kazanabilirsek, hedefimizi gerçekleştirmiş oluruz.            

İnsanın Rabbine karşı sorumluluğu, bir kuş gibi ufka yükselirken hedefinin ne olduğunu hatırlamaktır. Hayatımız boyunca ilk gençlik çağlarımızda göğe yükselişi yaşar, daha sonra orta yaşlarda semâda süzülüşü ve ömrümüzün son zamanlarında ise iniş aşamasını takip ederiz. Bu aşamalarda sorumluluğumuzun bilinciyle hareket edersek, bu dünya da, ahirette de huzuru elde etmiş oluruz.