Suyu bulandıran amiraller

Ergenekon ve Ay Işığı Operasyonlarının FETÖ kumpası olduğu, dolayısıyla bu operasyonlarda mağdur olan herkesin (operasyon yiyen ekibin ezici çoğunluğu/kilit odağının hepsinin Deniz Kuvvetleri mensubu olmasına dikkat çekiyorum) “Atatürkçü, vatansever kahramanlar” olduğunu, operasyon olurken bu süreci bizzat Erdoğan’ın o dönem yönettiğini, bugün gelinen noktada ise Erdoğan’dan bunun hesabının sorulacağını ifade eden ilân nazikçe duyuruluyor. Çünkü Erdoğan’ın zayıfladığı, Millet İttifakı’nın güçlendiği ve 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın devrileceği kabulü bu amiralleri heyecanlandırmış!

TÜRKİYE bir yarımada. Üstelik stratejik yerde… Dolayısıyla “Deniz Kuvvetleri”, kendisini ülke gemisinin amirali bilir. Hatta Kara ve Hava Kuvvetlerine kıyasla “eşitler arasında önde” olduğunu iddia eder. 28 Şubat sürecinin mutfağı da Deniz Kuvvetleri olmuştur. 15 Temmuz’da Erdoğan suikastının da mutfağında çekirdek kurucu merkez, Deniz Kuvvetleri içindeki bir grup olmuştur.

“Çanakkale geçilmez!” derken de Türkiye’nin geleceğinin bir deniz kanalından geçtiğinin sözü açılır. Kanal İstanbul’dan söz açarken de “deniz hâkimiyetinde hamle” analizlerinin ana sebebi aynıdır: “Türkiye yarımada…”

Türkiye, Pazartesi gündemi olarak 103 emekli amiralin gece yarısı “uyurgezer” tadındaki bildirisiyle meşgul olacak. “Hadi oradan!” tepkisiyle “Bizimkisi sadece fikirdi” görüşü arasında iyice magazinleşecek konu. Oysa bu, amirallerin gayet plânlı ve bir hedefe matuf “suyu bulandırma” adımı. Dolayısıyla bulandıranlara dikkat kesilmeyelim; aksine, bulandırdıkları suya odaklanalım!

Birinci odak: Ergenekon ve Ay Işığı Operasyonlarının FETÖ kumpası olduğu, dolayısıyla bu operasyonlarda mağdur olan herkesin (operasyon yiyen ekibin ezici çoğunluğu/kilit odağının hepsinin Deniz Kuvvetleri mensubu olmasına dikkat çekiyorum) “Atatürkçü, vatansever kahramanlar” olduğunu, operasyon olurken bu süreci bizzat Erdoğan’ın o dönem yönettiğini, bugün gelinen noktada ise Erdoğan’dan bunun hesabının sorulacağını ifade eden ilân nazikçe duyuruluyor. Çünkü Erdoğan’ın zayıfladığı, Millet İttifakı’nın güçlendiği ve 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın devrileceği kabulü bu amiralleri heyecanlandırmış!

İkinci odak: TSK yapısı içinde “NATO aklı” olan çok ciddî bir askerî tabaka var ve bu, sadece hiyerarşi içindeki tabakalaşma değil, aynı zamanda sosyal tabaka olarak ülkenin imkânlarıyla zenginleşmiş, yaşam tarzı olarak bu ülkenin sahibi ve ayrıcalıklı olduklarına inanan sosyal bir tabakadır. Bu yapı, “evrensel, Batı ile uyumlu, çağdaş ve modern” sıfatlarını kendilerine has kılan ve özellikle ABD ile uzlaşmayı bu sıfatın özü kabul eden bir zihniyete sahip. Bunlardaki “antiemperyalist” dilinin bile özünde Batılılaşma ve Batılı güçlerle uzlaşmak vardır. İşte bu sosyal tabaka, AK Parti döneminde sürekli kazanımlarını ve güçlerini kaybetmiş bir tabakadır. Gerçek bir “Erdoğan düşmanı” mevziine evirilmiş bir kesimdir.

Şimdi şu gerçeği hiç unutmamak gerekir: AK Parti iktidarı döneminde sosyal tabakalaşmada “kayma/heyelan” veya “yer değiştirme” olmuştur. Bu süreçten en fazla etkilenen iki tabaka vardır ki bunlar, TSK yapısı içinde olan bir kesim ile siyâsetten nemalanan, özellikle CHP çatısı altında konuşlanmış diğer kesimdir

İşte bu iki kesimin ağzından “Atatürk” ve “çağdaşlık” hiç düşmemiştir. Oysa dikkatli analiz edildiğinde, bu iki kesimin gerçek bir Atatürk ve çağdaşlık istismarcısı olduğu tespit edilecektir. Hatta birçok darbenin maskesi olarak bu kullanılmıştır.

Ayrıca önemli bir detay var bu kesimlerde: Özleri ve ufukları itibariyle “din” ile sorunları vardır ve dindarlardan tiksinirler. Bunların “Din, vicdan işidir” cümlesi veya “Biz dine değil dinciliğe, din istismarcılığına karşıyız” dili, aslında Müslüman ve dindarlığı muhafazakâr formatında olan millete karşı bir taktikten/takiyyeden ibarettir. Nitekim Erdoğan nefretinin özünde hem kazanımların kaybedilmesi vardır, hem de Erdoğan’ı din istismarcısı olarak sunarak aslında din ve dindarlığa operasyon çekme alışkanlığının dayanılmazlığı.

Fakat artık değişen ve gelişen Türkiye içinde bu kafanın, stratejinin veya dilin karşılığı kalmamıştır. Tek umut CHP iktidarıdır ve küllerinden tekrar doğma rüyalarını CHP iktidarında kurgulamaktadır.

CHP’nin işi daha zordur. Çünkü içinde konuşlanmış bu tabaka, sürekli CHP’nin maskesini düşüren veya taktiklerini deşifre eden bu tarz “serseri” çıkışlar yapmaktadır.

Oysa CHP şunu çözmüştür: “Din ile sorunlu olmak bu ülkede sadece işimizi zorlaştırmaktadır; biz dindarları nasıl yöneteceğimize odaklanalım...”

CHP’nin Kılıçdaroğlu dönemindeki bütün politikalarının niyeti bundan ibarettir. Aslında, “Din ile sorunumuzu erteleyelim, ‘Dindarları nasıl yönetiriz?’ sorununa bakalım!” düşüncesi aynı zamanda HDP’nin de önemli bir kabulüdür. HDP ve CHP’yi sosyolojik olarak uzlaştıran zemin de budur. Ancak bu zemin o kadar kaygan ki bir türlü ayakları üzerinde duramıyorlar. Çünkü karşılarında Erdoğan ile yol alan bir muhafazakârlık süreci var. Öyle ki, Atatürkçülüğü bile Kemalizmden sıyırarak muhafazakâr ulusalcılık finaline getiriyor. Nitekim bu finalden hoşlanmayan “İslâmcı” kadraj içinde duran tüm kesimlerin de Erdoğan hakkındaki şüphesi buradan başlıyor.

Amirallerin bildirisi, aslında yukarıdaki sosyolojide bir çıkış yolu aramak amacıyla ortaya çıkan bir “mini dokunuş” hükmündedir. Veya Millet İttifakı’nın arka bahçesinde örgütlediği yukarıdaki kesime tetikçilik yaparak nabız yoklamayı taşere etmektedir.

2023 yılına yol alırken bulandırılmak istenen başka sular da var!

Fakat AK Parti’nin de kendisini kullanarak gemilerini başka sularda yürüten kesimlerin iyice AK Parti içinde konuşlandıklarını fark etmesi gerekiyor. Değilse…

Değilse Türkiye bir yarımada olmaktan çıkacak değil!

Ülkemizi tanıyalım lütfen!