Suskun şövalye

Yıllar böylesi serin ve böylesi zor geçmiş, neden sonra kalbinin sesini lisan edinen aktör şöyle söylemişti: “Konuşurken beni sadece İngilizce bilenler anlayabilir. Ve dünya, ABD’den ibaret değildir.”

KISA filmlerinin hepsi birer klasik hâline gelen dünyaca ünlü komedyene eminim hepiniz aşinasınızdır. Küçük yaşlarda izlediğim filmlerinden hatırlarım Charlie Chaplin’i.

1889’da, Londra’nın yoksul bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913’te gittiği ABD’de sinemaya başlamış, sessiz sinemanın siyah beyaz döneminde “Şarlo” karakteriyle tanınmış ve kitlelere ulaşmıştı. “Şarlo” bir zamanlar Amerika’da istenmezken, yıllar sonra Oscar ile ödüllendirilip ayakta alkışlanan adam olmuştu.

Her ne kadar dönemin teknik şartları gereği siyah beyaz filmlerde oynasa da parlak ve keskin bakan gözlerinin renkli olduğunu hayatını anlatan bir metinde okumuştum. Halis bir hayretle birbirinden oldukça ayrık kara kaşları, cılız bir boyun üzerinde aydınlık, minyon yüzü, kendinden dalgalı koyu renk saçları, melon şapkasının yanlarından özgürlüklerini sabırsızca ilân ediyor gibiydi. Hitler gibi tarihe kara leke bırakan bir diktatörün simgeleşmiş kırpılmış bıyığını Şarlo’da görsek de bunun karikatürize edilmiş ince bir ayrıntı olduğu aşikârdı. Ki bu ayrıntı kendi tarzını ortaya koyuyor, gözlemlediği toplumsal meseleleri de sessiz filmlerinde çokça konu ediniyordu. Öyle ki, benimsemediği durumlar ile ağır eleştirilerini harmanlayıp mizanselleştirerek sessizce dünyaya duyurmuş oluyordu.

Sessizliğiyle haykıran ve evrenselleşen “Şarlo” karakterinin kıyafetine değinmemek, yazıyı siyah beyaz bir filmin renksizliği kadar matlaştırmış olurdu. Bol bir pantolon giyen Şarlo, pek uzun olmayan boyunu bilinçli bir şekilde daha da kısa gösteriyor ve teknolojik yetersizlikler nedeniyle hızlı çekim sunulan filmlerinde mizahı daha da vurucu bir hâle getiriyordu. Birkaç beden dar olan ceketi ve ayaklarına epeyce büyük olan ayakkabılarıyla kâh güldürüyor, kâh düşündürüyordu. Fakat hüznün en çok yakıştığı yüzlerden bir karakter oluyordu.

Aslında kaderin çizdiği o hikmet deryasının yansıdığı olgulardan azade de değildi elbette. O kadar ki, Charlie Chaplin’in alkol bağımlısı olan babasının aileyi terk etmesi, sanatçının şuur altına nakşedilen bir tesir bırakıyordu. Onlarca sarhoş insanın önünde şarkı söyleyerek iki çocuğunu hayatta tutmaya çalışıyordu. Henüz çocukken bile hayatın kederine bir de annesinin bir gece vakti söylediği şarkıyı beğenmeyen kişiler tarafından yuhalanıp sahneden indirilmesi eklenmişti. Tam bu esnada 5 yaşındaki Charlie, çocukluğun vermiş olduğu masumiyetle harmanlanmış feragat ve hassasiyetle haksızlığa uğrayan anneciğine gösterilen yüksek tepkileri görünce sahneye koşmuş, annesinin şarkısını okumaya başlamıştı. Bu davranışıyla annesini korurken ilk defa sahneye çıkmış oluyordu. Sessiz filmlerin kahramanı olan “Şarlo”, kahramanca, cesur ve vakur tavrıyla daha çocuk yaşlarında yaşıtlarından farklı bir portre çiziyordu.

Şarlo’nun o sessiz haykırışlarında gürültülü bir sükût vardı. Gözündeki sürme misali kendisini kelimelerle süslememiş, aksine sürme kadar sessiz ve bir o kadar dünyayı içine alan kalplerde yer edinmişti.

Yıllar böylesi serin ve böylesi zor geçmiş, neden sonra kalbinin sesini lisan edinen aktör şöyle söylemişti: “Konuşurken beni sadece İngilizce bilenler anlayabilir. Ve dünya, ABD’den ibaret değildir.”

Hızlı geçen hayatı, tıpkı filmlerindeki çekim tekniği gibiydi. Fakat yetmişli yıllarda sağlığı bozulan Charlie Chaplin, tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu. Hayatı yavaşlamış, hatta yürüyemez hâle gelmişti. Ama bedeninin aksine şöhreti sabit durmuyor, ilerliyordu.

Aktörün dimağı yine berrak, vakarı yine parlaktı. “Olan” ile “gösterilen” arasındaki ince çizginin hayatına ve karakterine yansıması, büyüklüğünün bir nişanesiydi. O kadar ki, bir film setinde iken çalışanlardan biri yanına gelip “Anneniz öldü” deyince hemen bir aynanın karşısına geçmişti. Aynada göz bebeklerinin yüklendiği acıyı yası olarak görüyor ve bu elemli kedere tanıklık ediyordu. Annesine olan sevgisinin yansımasını iliklerinde hissediyordu. Diğer tarafta yüzünün aldığı şekli keşfetmesi nedeniyle sanatına olan muazzam bağlılığını da görmüş ve göstermiş oluyordu.