AZERBAYCAN’ın tarihi için 1828 Türkmen Çayı Anlaşması bir dönüm
noktasıdır. Çünkü bu anlaşma ile Azerbaycan, Kuzey ve Güney diye ikiye
bölünmüştür. Kuzey Rusların, Güney ise Kacar Hanedanlığının, sonra da Farsların
elinde kalmıştır. Nüfus ve arazi bakımından Güney, Kuzey’den büyük ise de
bağımsızlık hareketleri ve Türkiye ile ilişkileri bakımından Kuzey Azerbaycan
her zaman önde olmuştur.
Kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlığına öncülük eden Mehmet
Emin Resulzade ve Ahmet Ağaoğlu gibi aydınlar Meşrutiyet döneminde uzun süre
İstanbul’da kalmışlardır.
Kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesine Ruslardan
çok Ermeniler engel olmaya çalışmıştır. İngiliz ve Rusların desteği ile Bakü,
Nahcivan ve Zengizor gibi yerlerde Ermeniler, Kuzey Azerbaycan Türklerini âdeta
soykırıma uğratan katliamlar yapmışlardır. Çünkü 28 Mayıs 1918’de
bağımsızlığını ilân Kuzey Azerbaycan topraklarının başta Bakü olmak üzere
önemli bir bölümünü Ermeniler kendilerine ait görüyorlardı. Bunun üzerine
Osmanlı Devleti ile Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Cumhuriyetleri arasında
4 Haziran 1918’de yapılan Batum Anlaşması yapılmıştı.
Azerbaycan ile yapılan anlaşmada iki ülkenin siyâsî,
iktisadî ve askerî dayanışması öngörülmüştür. Aslında bu anlaşma Azerbaycan-Türkiye
dayanışmasının ilk resmî belgesi mahiyetindedir. (A. Nimet Kurat, Türkiye ve
Rusya, Ankara 1990, s.474-478)
Dönemin Sovyet Rusya Hükûmeti, Batum Anlaşması’nı
kabul etmemişti. Batum Anlaşması’ndan farklı olarak Türkiye ile Sovyet Hükûmeti,
Moskova ve Kars Anlaşmalarını yapmıştı. Türkiye ve Azerbaycan Cumhurbaşkanları,
Şuşa Bildirisi ile Batum Anlaşması’nı değil, Kars Anlaşması’nı başlangıç
yapmışlardı. Açıktır ki, bu tutumları ile Rusya’nın kaygılarını gidermeye
çalışmışlardı.
Aslında Kars Anlaşması’nın kendisi özel bir öneme
sahip değildir. Kars Anlaşması, Moskova Anlaşması’nın tekrarı gibidir. Moskova
Anlaşması’nın birinci maddesinde “Mîsak-ı Millî” kabul edilmiş iken ikinci
maddesinde Batum’un Türkiye’den alınarak Gürcistan’a (dolayısı ile SSCB’ye)
bırakılması ile Moskova Anlaşması, Mîsak-ı Millî’nin çizildiği, yok sayıldığı
ilk anlaşmadır. Batum karşılığında Türkiye’nin SSCB’den 5 milyon ruble para ve
kırk bin piyade tüfeği alması öngörülmüştür. Batum, böyle ucuz bir meblağa gitmiştir.
Bunun sorumluluğu, Kemal Paşa ile birlikte Moskova’ya gönderdiği Türkiye heyeti
Rıza Nur, Yusuf Kemal Tengirşek ve Ali Fuat Cebesoy’a aittir.
Türkiye’yi idare edenler, Batum’a karşılık Ahıska ve
Ahilkelek ilçelerini bile isteyememişlerdir.
Şuşa Beyannâmesi ne anlama geliyor?
Türkiye ve Azerbaycan Cumhurbaşkanları tarafından 15
Haziran 2021’de Azerbaycan’ın Şuşa şehrinde ilân edilen “Şuşa Bildirisi”, iki
ülkenin yüz yıllık tarihî seyri bakımından bir dönüm noktası sayılabilir. Bunun
için Şuşa’nın seçilmesinin de özel bir anlamı vardır. Çünkü Şuşa, Karabağ
bölgesinin merkezi sayılmaktadır. Bölgenin her ne kadar büyük kısmı işgalden
kurtarılmış olsa da kuzeybatı kısmı hâlen Ermenistan işgali altındadır.
Şunu da hatırlamalı ki, Aralık 1920’de Azerbaycan SSCB
tarafından işgal edilince, Türkiye-Azerbaycan ittifakı yüz yıllık bir kesintiye
uğramıştır. SSCB işgaline, TBMM kürsüsünden her ne kadar Kemal Paşa yardımcı
olduklarını ilân etmiş, 1992-1995 arasındaki Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nda
Türkiye, Azerbaycan yaralılarını toplamak için iki helikopter dahi gönderememiş
ise de, artık ne Türkiye eski Türkiye’dir, ne de Azerbaycan eski
Azerbaycan’dır.
Bildiride “Azerbaycan halkının umumî lideri Haydar
Aliyev’den” söz edilmesi, bir kadir bilmezlik örneğidir. Mehmet Emin
Resulzade’yi, hatta Ebul Fezl Elçibey’i yok saymak, kastî bir yanlışın
sonucudur. Küçük siyâsî hesapların, takıntıların tekrarıdır. Tarihî mirasın yok
sayılmasıdır. İşgal dönemlerinde tarihî mirasın yok sayılmasının bir açıklaması
olabilir ama “kurtuluş dönemlerinde” tarihî mirasın yok sayılması, kurtuluş
heyecanı için ağır bir darbedir. Türkiye tarafının da yerli yersiz uluslararası
metinlere Kemal Paşa adını yazdırma ısrarı bir takıntı olarak devam etmektedir.
Yüz yıllık acı tecrübelerin sonunda ortaya çıkan bu bildiride Kemal Paşa’ya da yer
bulan Dışişleri görevlilerini bu becerilerinden dolayı belki de tebrik etmek
lâzımdır.
Şuşa Bildirisi ile Türkiye-Azerbaycan ilişkisi seviye
atlayarak müttefiklik düzeyine çıkarılmıştır. “Siyâsî, ekonomik, savunma,
kültür, insanî, sağlık, eğitim, sosyal, gençlik ve sor alanlarındaki imkân ve
potansiyelinin birleştirilmesi” öngörülmüştür.
Kuzey Azerbaycan, hasım düşmanlar ile çevrelenmiş
olmasından dolayı Türkiye ile benzer bir kaderi yaşamaktadır. Dolayısı ile
Türkiye ile Azerbaycan arasında giderek derinleşen bu ittifak ilişkisi her
şeyden önce savunma ve korunma ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyacın
saldırganlık ve yayılmacılık gibi bir içerikten uzak olduğu kabul edilmelidir.
Bu kabulün yaygınlaşması ile birlikte komşularla bölge barışına hizmet edeceği
açıktır.
Türkiye-Azerbaycan ittifakı bölge ve dünya barışı için
bir katkı sayılabilir. Çünkü yayılmacılık isteği taşımadığı gibi, aynı Şuşa
Bildirisi’nde komşu ülkelerle “uluslararası sınırlara saygı kuralı” içinde
ilişkilerin geliştirilmesi için de çağrıda bulunulmuştur. Bu çağrının karşılık
bulması hâlinde bütün bölge ülkelerinin refahını geliştirecek iş birliği
örnekleri ortaya çıkacaktır.
Uluslararası hukukun ilke ve normlarına, Birleşmiş
Milletler şartına bağlı olarak küresel ve bölgesel barış ve istikrar ve
güvenliğin sağlanmasının bir hedef olarak seçilmesi, Türkiye-Azerbaycan
ittifakının barışçı tarafını ortaya koymuştur.
Acaba, bildirinin “Türkçe ve Azerbaycan dilinde iki
nüsha olarak yazıldığının” vurgulanması hangi aklın ürünü olarak ortaya
çıkmıştır? Çünkü Azerbaycan dili ile Türkiye Türkçesi bir ve aynıdır. Oğuz
Türkçesidir. Buna rağmen bildiri metninde iki ayrı dilden söz ediliyormuş gibi
bu vurguya yer verilmesi, teslim edilmelidir ki “bir millet iki devlet”
söylemine de uygun değildir. İki farklı dili olan topluluk, nasıl “bir millet”
olacaktır?
Ancak barış ve istikrarın istenmesi bir zayıflık
işareti değildir. Batı ülkelerinin ve İran’ın örtülü/açık desteğine rağmen
Karabağ’ın önemli bir bölümünün işgalden kurtarılması, Azerbaycan ve
Türkiye’nin kendilerine savunacak imkân ve güce sahip olduklarını da
göstermiştir. Bu ittifaka katılması mümkün ve muhtemel olan diğer ülkeler için
de Karabağ’ın kurtarılması, güven ve heyecan nedeni olmuştur.
Şuşa Bildirisi’nde Zengizor Koridoru’na da yer verilmiştir.
Çünkü bu koridor ile Nahcivan ile Azerbaycan anakarası bağlandığı gibi Türkiye’nin
doğrudan Azerbaycan anakarasına ve Türkistan’a ulaşması da mümkün hâle
gelecektir. Bu koridor Türkiye-Azerbaycan ikilisinin faydasına olduğu kadar
Ermenistan için de faydalı olacaktır. Ermenistan bugüne kadar düşmanlık
siyasetini takip ederek benzeri dostluk ilişkilerine engel olmuştur. Türkiye-Azerbaycan
ilişkileri Gürcistan üzerinden yürümüş, kaybeden taraf Ermenistan olmuştur.
Zengizor Koridoru’nun önemi daha da arttı
“Zengizor Koridoru” denilen alan aslında 1924’e kadar
zaten Azerbaycan egemenliğinde bir yerdi. Stalin tarafından 1924’te Nahcivan-Azerbaycan
koridoru kesilerek Zengizor bölgesi Ermenistan’a katılmıştır. Şuşa Bildirisi’nde
Kars Anlaşması’ndan söz edilmesi bu bakımdan ayrı bir anlama sahiptir.
Rusya’nın Zengizor Koridoru’na razı olması, aslında tarafı olduğu Kars
Anlaşması’nı yeniden teyit etmesidir.
Ermenistan tarafının ancak bir savaş yenilgisinin
ardından Zengizor Koridoru’na razı olması, yüz yıllık bir yanlışın terk
edilmesidir. Koridor için asıl sorun çıkarıcı taraf, muhtemelen İran olacaktır.
Çünkü Karabağ Savaşı’nın ardından yapılan anlaşmada Zengizor Koridoru’nun yer
almasından sonra İran Hükûmeti, yerli yersiz “Ermenistan’ın toprak
bütünlüğünden” söz etmeye başlamıştır. Karabağ bütünüyle Ermenistan işgalinde
iken Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne temas etmeyen İran, birdenbire kendisini
Ermenistan’ın toprak bütünlüğünden sorumlu görmeye başlamıştır.
Ancak yüz yıl öncesine göre tarihin akışı değişmiştir.
Artık bu akışın tersine çevrilmesi kolay değildir. Kafkaslarda sağlanacak huzur
ve barışın yüzlerce yıldan beri Kafkasya’da ve Hazar ötesinde sürüp gelen
ayrılıklara, zulümlere de bir son vereceğini tahmin etmek abartı değildir.
Türkiye-Azerbaycan arasında giderek derinleşen ittifak
çabaları sadece bu iki ülkeyle sınırlı kalmayacaktır. Benzeri ittifak
çalışmalarının etkileri doğal olarak Kuzey Kafkasya’yı ve Hazar ötesini de
kapsayacaktır. Elbette bu akşamdan sabaha kısa sürede tamamlanacak bir iş
değildir. Türkiye-Azerbaycan arasında derinleşen ittifak ilişkileri nasıl bir
yüz yılın sonunda gerçekleşmiş ise, benzeri ittifak çabalarının da uzun vadede
ortaya çıkabileceğini kabul etmek elzemdir.
Türkiye, dış siyasetinde çok yönlü ve çok taraflı
ilişkilere yönelmedikçe, sorunları da ağırlaşacaktır. İlkelere dayalı çok yönlü
ve çok taraflı ilişkiler Türkiye’nin imkânlarını, dünya siyasetindeki etki
alanını ve gücünü arttıracaktır. Azerbaycan’la olan ilişkileri Türkiye’ye bu
imkânı ve fırsatı temin edecek bir içeriğe sahiptir. Kendi çevresinde,
bölgesinde böylesi ilişkileri olmayan bir ülkenin başka bölgelerde, alanlarda
düzenleyici olması mümkün değildir.
Türkiye-Azerbaycan ittifakı, Azerbaycan’a hasımlarına
karşı sağlam ve güvenilir bir müttefik temin etmişken, Türkiye’ye de kardeşine
yardım etmenin ahlâkî vecibesini yerine getirmenin yanında, özellikle yakın
çevresinde seyirci olmanın sınırlarını aşarak, sorun çözen bir bölgesel güç
yapacaktır. Türkiye, “yüzünü Batı’ya dönmüş” olmanın, kardeşlerini ihmâl
etmenin, kendisine yüz yıl kaybettirdiğinin tecrübesine sahiptir. Yeni bir yüz yıl
daha kaybetmek, Türkiye’nin yok olmasından başka bir sonuca götürmeyecektir.