MISIRLI gazeteci Sabır
Meşhur’un yorumlarını önyargıdan uzak, objektif buluyorum.
Meşhur,
gerek tarihî vakaları, gerekse bugünün olaylarını yorumlarken, maksatlı ve
taraflı ifadelerle Türkiye’ye iftira eden diğer birçok Arap yorumcudan farklı,
Türkiye’nin hakkını teslim eden bir dil kullanıyor. Türkiye’nin bugünkü
mücadelesini haklı, siyâsetini doğru bulurken, Arap devletlerinin emperyalizme
bağımlı, Türkiye’ye karşı olumsuz siyâsetini eleştiriyor. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın dış politikasını başarılı olarak nitelemekle beraber, bir konuda eksik
buluyor.
“İsrail’in
emelleri doğrultusunda Irak’ı ve Suriye’yi paramparça eden emperyalist ABD ve
İsrail’in hedefinin Türkiye’yi de aynı şekilde parçalamak olduğunu, bu sebepten
Türkiye’yi zor günlerin beklediğini, ancak Tayyip Bey’in bu tehlikeyi halkına
hissettirmediği için halkın gayet sakin bir hayat sürdüğünü, hâlbuki
Cumhurbaşkanı’nın tam aksine milletini yaklaşan çetin mücadelelere hazırlaması
gerektiğini”
iddia ediyor.
Bu
iddia bir yönüyle haklı olabilir ama benim kanaatime göre Sayın Cumhurbaşkanımız
olumlu bir yola girmiş olan ekonominin gidişatına zarar verebilecek
tedirginliklerin, bir panik havasının oluşmaması için azamî titizlik gösteriyor.
Bir sıkıntı hâlinde nasıl olsa Türk milletinin “Ha!” deyince ayağa kalkacağını
biliyor.
Mısırlı
gazeteci Türk milletini iyi tanımadığı için, kendi yönünden ona da hak
vermeliyiz. Fakat diğer taraftan değerli gazeteci Ardan Zentürk’ün 24 Eylül’deki
yorumunda buna benzeyen, Tayyip Bey’e değil de siyâsetçisinden gazetecisine,
akademisyeninden, her türlü okumuşlardan meydana gelen kamuoyuna eleştiriden,
sitemden de öte bir ayıplaması, bir isyanı vardı.
Ardan
Bey’in anlattığına göre, ABD Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey,
birkaç gün önce Ankara’da temaslarda bulunduktan sonra Haseke’ye giderek
PYD/YPG’lilere, onlarla beraber hareket eden Suriye’deki ve Kuzey Irak’taki diğer
Kürt gruplarına, Türkiye’nin bundan böyle elinde bulundurduğu Tel Abyad ve
Resulayn’ın dışına asla çık(a)mayacağı, aksi takdirde çok büyük ekonomik
yaptırımlara maruz kalacağını bildiğini söyleyerek bir PKK devletinin
kurulmasına müdahale edemeyeceği konusunda teminat vermiş, BAE’den sonra üçüncü
bir İsrail devletinin kurulması çalışmalarının hızlandırılmasını teşvik
etmiştir.
Kurulacak
olan PKK devletinin içinde Barzani’ye bağlı unsurlar da bulunacaktır.
Peşmergeyle PYD’nin anlaşmasını, Mazlum Kobani ile irtibat kurarak kotaran da
Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin eski lideri Mesut Barzani imiş. Bunlara destek
olmak üzere ABD, Peşmergeye 250 milyon dolarlık askerî yardımda bulunmuş.
Bütün
bu terör devleti çalışmalarını Rusya da tamamen desteklemektedir. Nitekim
anlaşmadan sonra işbirliğinin önde gelen PYD dışındaki unsurların liderleri
durumundaki Süleyman Otto, Muhammed İsmail ve diğerleri, bir grup olarak
Moskova’ya gitmişler. Velhasıl gelişmeler çok hızlanmış.
Bundan
başka, Suriye’deki Kürt Solu Partisi Genel Sekreteri Muhammed Musa, Türkiye’nin
işgali altında bulunan Tel Abyad, Rasulayn ve İdlib’de yoğun insan hakları ihlâlleri
olduğunu, bunları tespit edip bir rapor hâline getirdiklerini, BM’ye sunulması
için ABD yetkililerine teslim ettiklerini söylemiş. Türkiye’nin bu teşebbüse
karşı şimdiden gerekli tedbirleri almadığı takdirde, ileride Devletimizin
başını ağrıtacak gelişmeler olabilecekmiş.
Ardan
Zentürk diyor ki, “Yanı başımızda bir PKK
devleti kuruluyor, âdeta bir gizli lobi, milletin dikkatini tamamen Doğu
Akdeniz’e yönlendirerek burayı unutturuyor. Kurumsal medya bir gece boyunca
Kılıçdaroğlu’nun oyun kâğıdını tartıştı. Yahu, bırakın ne yaparsa yapsın kâğıtlarını.
Ben bu işi anlamadım. PKK devleti ilân edildi edilecek, İdlib’de kıyamet
kopuyor, Ruslar ve Rejim 24 saat bombardıman yapıyor, Türk Güçleri de doğrudan
rejim hedeflerine yoğun bombardıman yapıyor, Fırat’ın kolu üzerindeki bazı
köprüleri yıkıyor. Demek ki o taraftan bir saldırı bekliyor. Bizim medyamız
uyuyor, İstanbul’dan çıkamadı. Neden muhabirlerini oralara gönderip milleti
bilgilendirmiyorlar? Milletimizin bir alârma ihtiyacı var”…
***
Değerli
dostlar!
Ben
konuya biraz daha yukarıdan bakmak istiyorum…
Dünyanın
en büyük üç süper gücü ABD, Rusya ve AB’nin -bunlara Çin’i de katabiliriz-, Türkiye’nin
daha fazla güçlenip iyice kontrolden çıkmadan boğulması üzerinde ittifak etmiş
oldukları anlaşılıyor. Bunun için ne hukuk, ne yaptıkları anlaşmalar, hiçbir
şeyi kâle almıyorlar. ABD sözde hem müttefikimiz, hem de stratejik ortağımız
iken Suriye’de bizim düşmanımız olan terör örgütüyle bize karşı iş tutuyor, bu
konuda kadim düşmanı Rusya’yla işbirliği yapabiliyor…
Libya’daki
durum çok daha trajikomiktir: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş
daimî üyesi, Libya’daki Mutabakat Hükûmeti’ni meşru devlet olarak tanıdıkları
hâlde, Türkiye’nin de desteklediği meşru yönetimin karşısında yer alıyor ve
gayr-i meşru güçleri destekliyorlar. NATO’daki müttefiklerimiz, bize karşı
Rusya’nın yanında yer alıyorlar.
Doğu
Akdeniz’deki durum da aynıdır…
Hangi
devlet böyle bir kuşatılmaya karşı direnebilir, karşı koyabilir? Her üç cephe
de birbirinden önemlidir. Türkiye’nin bunlardan hiçbirinden çekilmek, taviz
vermek gibi bir şansı da bulunmuyor.
Ne
yapmamız lâzım? Önce Allah’a, sonra millî dayanışmamıza güvenmekten başka çâremiz
yok. Ancak bu konuda sıkıntımız var.
Ülkenin
ana muhalefet partisi ihanet içinde; düşmana karşı mücadelemizde onlar adına
gerçek bir beşinci kol işlevi görüyor. Kılıçdaroğlu, işi gücü bırakmış,
“Demirtaş da Demirtaş!” diyor, “Öcalan’ın
heykelini dikeceğiz” diyen bu hainin cezaevinden çıkması için durmadan ötüp
duruyor.
Kılıçdaroğlu’nun
bu Demirtaş ve HDP aşkı, bir oy hesabı olarak görülmemelidir. Bu adamın Türk milletine
karşı bir kini, bir öç alma hesabı vardır. Aslında kendisi Demirtaş kadar
HDP’lidir. Bu durum hiçbir şüpheye mahâl bırakmayacak kadar açık iken, hâlâ bu
partiye oy veren vatandaşlarımıza da en hafifinden “Yazıklar olsun!” diyorum.
İyi
Parti ve lideri olan bayanın durumu daha ehven sayılamaz. Oy uğruna bu hain
CHP’nin koltuğunun altına girmeyi içine sindirebilecek kadar bedhah, PKK ile
güç birliği yapabilecek kadar gaflet ve hıyanet içindedirler. Neymiş efendim, “Güneydoğu’da insanlar kan dâvâlısını bile
kapıdan geri çevirmezlermiş”, onun için Demirtaş’a ve eşine kahvaltı için
kapısı açıkmış. “Dâvâ adamlığı” kendinden menkul o eski Ülkücüler bu işlere ne
diyorlar acaba?
Ne
diyecekler, tam siper yatmış, geviş getiriyorlar! İnsan bunlardan iğreniyor…
***
Bütün
bu iç karartıcı tabloya rağmen gelecek konusunda elbette karamsar değiliz.
Allah’ın yardımıyla içerideki düşmanın da, dışarıdakinin de hakkından
gelebiliriz. Ama açıkçası, millet olarak Allah’ın nusretine lâyık olduğumuzu pek
düşünemiyorum. Çünkü toplum olarak Allah’ı unuttuk, O’nun yolundan çıktık, çok
azdık. Benim güvencim, daha ziyâde başımızda bulunan zâtın ihlâsı sebebiyle
Cenâb-ı Hakk tarafından baştan beri hep korunmuş olduğu, her işinin sonunda
mutlaka başarıya ulaştırıldığı cihetle, onun hatırına milletimizin yenilmesine
Mevlâ’mızın izin vermeyeceğidir.