Suriye görüşmeleri

Sanıldığı gibi Türkiye’ye karşı Suriye sahasından yönelen PKK terör eylemlerinin ve Türkiye’de giderek ağırlaşan mülteci sorununun çaresi/çözümü Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileştirilmesi değildir. Türkiye’ye karşı ABD ve İran doğrudan askerî saldırılar düzenlemek yerine ancak terör örgütleri aracılığı ile yürüttükleri savaşlarına muhtemelen devam edeceklerdir.

2022’nin sonunda (29 Aralık), Moskova’da Türkiye ile Suriye Savunma Bakanlarının bir araya gelmesi, bu iki ülke arasındaki ilişkinin seyrinin değiştirmiştir. Suriye’de iç savaşın ve katliamların doğrudan tarafı olan Suriye Hükümeti temsilcisiyle Türkiye, Rusya’nın aracılığı ile (belki hakemliği ile) görüşmelere başlamıştır.

Suriye İç Savaşı ile birlikte Türkiye’de hatırı sayılır bir Esad/Baas sever lobisi olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan hakları ve demokrasi konusunda dünyaya çekidüzen vermeye hevesli bu lobi, Esad/Baas söz konusu olunca milyondan fazla Suriyelinin katledilmesini, Suriye nüfusunun yarıdan fazlasının içeride ve dışarıda göçmen durumuna gelmesini önemsemeksizin Esad hükümeti ile görüşülmesini ısrarla savunmuştur.

Görünüşe göre bu lobi başarılı olmuştur. Nihayet doğrudan ve bakanlar seviyesinde Türkiye-Suriye görüşmeleri başlamıştır. Esad/Baas ile iyi ilişkilerin kurulmasını savunanlar iddialarını iki unsur üzerinde temellendirmiştir: Türkiye, Suriye Hükümeti ile diyalog içinde olamaz ise Suriye’den Türkiye’ye karşı yönelen PKK (PYD) tehdidini engelleyemeyecektir. Hiçbir geçerliliği olmayan bu iddia son yıllarda çokça dile getirilmiştir. Çünkü Baba Esad zamanında Suriye, PKK’nın merkezi durumuna gelmiş, 1979-1999 arasındaki yirmi yılda Suriye, Türkiye’ye karşı PKK’nın bir merkezi olarak kullanılmıştır. Resmî haritalarında Hatay’ı her zaman kendi sınırları içinde gösteren Suriye, Fırat nehrinin suları üzerinde Türkiye’nin baraj yapmasına itiraz ederek nehrin suları üzerinde hak iddia etmiştir.

Türkiye’yi zayıflatacak veya içeride meşgul edecek PKK benzeri terör örgütlerini, Suriye Hükümeti her zaman kendisinin doğal müttefiki saymıştır.

Baas Partisi’nin sosyalist olması, Türkiye muhalefet çevreleri için oldukça cezbedici bir unsur olmuştur. İslâmcı Suriye muhalefetine karşı Baas Partisi’ni her zaman tercih etmişler, Türkiye’ye karşı bir terör merkezi olmasını görmemişlerdir. İdeolojik takıntılar, çoğu kez hayatın gerçeklerinin görülmesini engellemiştir. Türkiye’nin muhalefeti gözünü karartmış, bütün insanî değerleri çiğneme pahasına laik/sosyalist Baas Partisi’nin yanında saf tutmuştur.

1979-1999 arasında Türkiye-Suriye arasında yaşanan olaylar, bu iki ülke arasında lâikliğin sorun çözücü olmadığını göstermiştir. Bundan sonra da aynı lâikliğin Suriye veya başka bir ülkeyle yaşanabilecek sorunların çözümünü temin etmesini beklemek beyhudedir.

Ancak bunu Türkiye’nin lâik muhalefetiyle sınırlı tutmak gerçekçi değildir. Saadet Partisi (SP) gibi dindar olarak bilinen bazı çevreler de Baas lobisi içinde hareket etmişler, hatta SP’nin eski Genel Başkanı Mustafa Kamalak, katliamların yoğunlaştığı bir dönemde Şam’a giderek Esad’ı ziyaret etmiştir.

Türkiye muhalefetinin iktidara karşı kullandığı Suriyeli mülteciler sorunu ise giderek ağırlığını artırmaktadır. Hemen hemen her vesileyle birlikte halk, muhalefet tarafından Suriyelilere karşı kışkırtılmaktadır. Her ne kadar Suriyeliler resmî söylemde “misafir” olarak adlandırılmış olsa da on yılı aşan bir zamandan beri Türkiye’de olmaları onların “Suriyelilerin misafir değil, kalıcı oldukları, Türkiye’nin güney illerinde nüfus yapısını değiştirdikleri ve Türkiye’nin geleceği için tehdit oldukları” yönündeki söylemleri muhalefetin ortak görüşü durumuna getirmiştir. İşin tuhafı, bu söylemler giderek AK Parti tabanında da paylaşılmaya başlanmıştır.

***

Türkiye-Suriye görüşmelerinin bakanlar seviyesinde yapılması, PKK kaynaklı terör ve mülteci gibi iki temel konuda Türkiye’nin beklentilerini çözebilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek zordur. Her şeyden önce teslim edilmelidir ki, Baas/Esad rejimi Suriye’de sorunun temel kaynağıdır. Katliamların doğrudan failidir. Savaş suçları işlemiştir. Suriyeliler keyif için, durup dururken ülkelerini terk etmemişlerdir. Baas/Esad rejiminin katliamlarından korunmak için büyük bedeller ödeyerek topraklarını terk etmişlerdir. Şimdi aynı Baas/Esad iktidarda dururken, Suriyeli mülteciler kime nasıl güvenerek evlerine geri döneceklerdir? Esad ile kurulacak iyi ilişkilerden sonra Suriyeli mültecilerin geri dönmelerini beklemek gerçekçi değildir. Her şeyi göze alarak gidenler olsa da bunların önemli bir yekûn tutmayacağı açıktır.

Üstelik Baas/Esad idaresi ismen var ise de fiilen yok olmuştur. Suriye’de Baas/Esad adına hükümferma olanlar Rusya ve İran’dır. Rusya’nın -Ukrayna ile olan savaşından dolayı Türkiye’yi Suriye cephesinde rahatlatacak bazı işlere aracılık ettiği düşünülse bile- Suriye’de sorunun temelli olarak ve Türkiye’nin beklentilerine göre çözülmesine yardımcı olacağını beklemek abartıdır.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileşmesine tepki gösterecek iki ülkeden biri, belki birincisi İran’dır. İran, Baas/Esad rejiminin artık bir vasisi durumundadır. İran için Türkiye, Suriye’den çıkarılması gereken önemli bir rakiptir. İran, Asya ve Afrika ülkelerinden topladığı gönüllü hizipleri aileleriyle Suriye’ye taşıyıp yerleştirmiştir. Suriyeli mültecilerin topraklarına dönmesi, Suriye’ye taşınmış olan bu hiziplerle mültecileri karşı karşıya getirecektir. Dolayısı ile İran, mültecilerin Suriye’ye dönüşünü engellemek için hemen hemen her şeyi yapacaktır.

Aslında Baas/Esad rejimi, İran’ın istemediği bir kararı alıp mültecilerin tamamının geri dönmesine kolayca “Evet” diyecek durumda değildir. Bu yüzden Türkiye-Suriye görüşmelerinin sonunda mültecilerin güven içinde dönmelerini beklemek için umutlu olmak yersizdir.

Rusya’nın çabaları ve Türk Hükümeti’nin Suriye siyasetini önemli ölçüde değiştirmesiyle bakanlar düzeyinde başlayan üçlü görüşmelerde İran dışarıda bırakılmıştır. Oysa İranlı pek çok yönetici, Suriye üzerindeki işgallerinden dolayı “İran sınırının Akdeniz’den başladığını” açıklamıştır. Türkiye-Suriye arasındaki ilişkilerin düzelmesi ve İran işgalini bitirecek ya da azaltacak gelişmelere İran tarafı kolayca razı olmayacaktır. Üçlü görüşmelere alınmayan İran, kendi gücünü taraflara gösterecek yeni terör olayları hazırlayarak Türkiye’nin işini zora sokabilir.

Savaş suçlusu Baas/Esad idaresiyle Türk Hükümeti’nin bugüne kadarki söylemleri ve siyaseti bırakarak elde etmeyi umduğu hedeflerden en önemlisi de muhtemelen PKK/PYD varlığını bitirme çabasıdır. Oysa günümüzde Suriye’nin yaklaşık üçte biri petrol bölgesiyle birlikte PKK/ABD işgalindedir. ABD eski Başkanı Obama PKK’lıları “Suriye’de ABD’nin kara gücü” olarak adlandırmıştır. ABD bütçesinde PYD (PKK) için son birkaç yıldan beri pay ayrılmıştır. Sayısını artık kimsenin bilmediği miktarda askerî malzemeyi ABD, PKK’ya (PYD) teslim etmiştir.

Türkiye’nin “terör kuşağı, terör koridoru” diye adlandırdığı PKK işgal bölgesinin bazı kısımları özgürleştirilmiş ise de önemli bir kısmı yine işgal altındadır. Üstelik bu işgali yapan PYD (PKK) sadece ABD tarafından değil, aynı zamanda AB tarafından da desteklenmektedir. Türkiye’nin Suriye Hükümeti ile tesis edeceği iyi ilişkiler, PKK (PYD) işgalindeki bölgeyi kapsamayacaktır. Bunun anlamı, Türkiye’yi hedef alan terör saldırılarının önemli ölçüde Suriye’de varlığını sürdüreceğidir.

Türkiye her ne kadar “terör koridoru” dediği bölgenin bazı bölümlerini özgürleştirmiş ve terör örgütünün ileri gelenlerinin pek çoğunu etkisizleştirmiş ise de koridorun tamamını Haseke’den Afrin’e kadar terörden arındıramamıştır.

Bütün bunlara ek olarak hatırlanması icap eden bir diğer husus da PKK ile sadece ABD’nin ilişkide olmadığıdır. Baas/Suriye Hükümeti ve İran, eskiden beri PKK ile içli dışlıdır. Suriye’de İran’ın işleri zora girdiğinde İran’ın Suriye’ye taşıdığı hizipler kadar PKK da hem Türkiye’yi, hem de geri dönmesi muhtemel olan mültecileri hedef alacaktır. Üstelik PKK, işgal ettiği bölgeye mültecilerin dönmesini kolayca kabul etmeyecektir. Çünkü önemli ölçüde Arap ve Türkmen nüfus tehcir edilerek bu işgal sürdürülebilir hâle getirilmiştir. Şimdi mültecilerin geri dönmesi, PKK işgalindeki bölgenin -kendi deyimleriyle- “Rojavalaştırılmasını” engelleyecektir. Böylece ABD, İran ve PKK’nın Türkiye’ye ve de mültecilere karşı ortak beklentileri ve düşmanlıkları devam edecektir.

Sanıldığı gibi Türkiye’ye karşı Suriye sahasından yönelen PKK terör eylemlerinin ve Türkiye’de giderek ağırlaşan mülteci sorununun çaresi/çözümü Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileştirilmesi değildir. Türkiye’ye karşı ABD ve İran doğrudan askerî saldırılar düzenlemek yerine ancak terör örgütleri aracılığı ile yürüttükleri savaşlarına muhtemelen devam edeceklerdir.

***

Her şeyin Türkiye-Suriye Hükümetleri arasındaki görüşmelerle iyileşeceğini varsayanların belki hesaba katmadıkları önemli bir unsur da Suriye Muhalifleri ve onların oluşturdukları “Suriye Millî Ordusu”dur. Çünkü Millî Ordu, Türk Ordusu ile birlikte savaşlara katılmış ve can kayıpları yaşamıştır. Türkiye ile Baas/Esad rejimine ve PKK’ya (PYD) karşı kader birliği yapmıştır. Türkiye-Suriye ilişkileri iyileştiğinde Millî Ordu’nun yeri ne olacaktır?

Her ne kadar Hulusi Akar ve Mevlüt Çavuşoğlu, “Dostlarımızı yalnız ve yüzüstü bırakmayız” demiş olsalar da Millî Ordu ile Baas/Esad rejimi kan dâvâlıdır. Dolayısı ile Türkiye-Suriye arasındaki iyileşme kadar Türkiye’nin Millî Ordu ile arasındaki ilişki bozulacaktır. Türkiye’nin her iki tarafla aynı anda iyi ilişki içinde olması akla uygun değildir.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin giderek iyileşmesi, Türkiye’ye duyulan güveni önemli ölçüde zayıflatacaktır. Bunun yanında Suriye Millî Ordusu’nu da önemli bir güç ve koruyucudan yoksun bırakacaktır. Suriye Millî Ordusu’nun zayıflamasına paralel olarak Baas/Esad rejimi güçlenecektir. Suriye’de rejimin güçlenmesi, aynı zamanda İran’ın Suriye’deki işgalini de tahkim edecektir. Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileşmesi, Türkiye’ye Suriye tarafında bir muhatabın bulunmasından dolayı kısmî bir rahatlık getirse de ne mülteci, ne de terör sorunu için çözüm olacaktır. Savaş suçlusu Baas/Esad rejimi ile anlaşmış olan bir Türkiye görüntüsü, Türkiye için büyük bir kayıptır.