
AZİZ okuyucu, bu ay içerisinde Türkiye’yi yakından ilgilendiren iki önemli hâdise gerçekleşti. Şimdi bu hâdiseleri oluş sırasıyla ele alarak, bu hâdiselerin Türkiye açısından ifade ettiği şeyler üzerinde yakinen duralım…
Bu hâdiselerden ilki, 1 Ekim 2023 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı güne denk gelen bir PKK eylemidir. Devlet güvenlik birimlerince PKK’nın Suriye’deki kolu YPG üzerinden Türkiye’ye gönderildiği tespit edilen iki terörist, İçişleri Bakanlığı önünde büyük bir intihar eylemi gerçekleştirmek istedi. Bu eylem başarıya ulaşamamış olsa dahi hedeflediği sosyal ve siyâsî kargaşa açısından sıradan bir eylem olmanın ötesinde mesajlar taşıyordu.
2015’teki Hendek Olayları’ndan beri Devlet’in üzerinde sürekli baskı uyguladığı ve Kuzey Irak dağlarında saklandığı inlerden başını çıkaramaz hâle getirdiği terör örgütü PKK, tabanına “Eylem yapabilme kapasitem var” mesajı vermek için, müttefik kılıklı düşmanlarımız olan ülkeler ve onların istihbarat örgütlerinden maddî ve manevî destekler alarak söz konusu başarısız eylemi icra etti.
Bu eylemin nereden kaynaklandığını kısa zamanda çözen Türk güvenlik birimleri, bu sonucu bağlı oldukları devlet birimlerine rapor edince Türk Devleti’nin güvenliği ile ilgili, Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Millî İstihbarat Teşkilatı beşli bir güvenlik toplantısı yaptı ve Devlet, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ağzından PKK’ya karşı yapılacak eylemin çerçevesini duyurdu.
Hakan Fidan’ın açıklamasında, alışageldiğimiz operasyon biçimlerinden farklı bir operasyon biçimine geçildiğini gösteren önemli ifadeler vardı. Bu söylem ve eylem değişikliğinin ilk belirtisi, Türk Devleti’nin bundan sonra PKK’ya ait üstyapı, altyapı, enerji santralleri ve ekonomik hedefleri vuracağını açıklamasıydı.
Derin misilleme
Hakan Fidan’ın açıklamasında, alışageldiğimiz operasyon biçimlerinden farklı bir operasyon biçimine geçildiğini gösteren önemli ifadeler vardı. Bu söylem ve eylem değişikliğinin ilk belirtisi, Türk Devleti’nin bundan sonra PKK’ya ait üstyapı, altyapı, enerji santralleri ve ekonomik hedefleri vuracağını açıklamasıydı. Öyle anlaşılıyor ki Türk Devleti, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de ABD ve şürekasının PKK üzerinden kukla bir devlet kurmak için olağanüstü bir çaba ve gayretle bir devlet yapılanması içerisine girdiğini gözlemlemişti. Bu durumun tam da böyle olduğu, operasyona başladığımız zaman anlaşıldı.
Türkiye daha önce belirlediği terör hedeflerine karşı önce Kuzey Irak’ta, ardından da Kuzey Suriye’de nokta operasyonlara başladı. Kuzey Irak tarafını bitirdikten sonra Suriye üzerine yoğunlaşan Türk Hava Harekâtı, PKK’ya ait petrol kuyularını, elektrik trafolarını, barajları, silah ve mühimmat depolarını, teröristlerin milis karargâhı ve barınak olarak kullandığı yapıları büyük bir isabetle berhava etti. İşte bu eylem sırasında tuhaf bir hâdise oldu. Türkiye’nin bir İHA’sı, ABD’nin Ürdün’deki üssünden kalkan bir F-16 tarafından düşürüldü.
ABD bu düşürmeyi, “Askerî birimlerimizin beş yüz metre yakınına kadar gelerek, askerlerimizin can güvenliğini tehlikeye atan Türk İHA’sını düşürmek zorunda kaldık" biçiminde bir pişkinlikle açıkladı. Türk Devleti ise İHA’sının düşürüldüğü bu pişkin eylemin Türkiye’nin operasyon plânlarını etkilemediğini ifade ederek, operasyonlarına aynı hızla devam etti. Fakat ardından kararlılığını gösteren bir şey daha yaptı: Amerika’nın “Beş yüz metreye kadar yaklaştığı için vurduk” dediği İHA’nın yaptığı eylemi bu kez F-16’lara havale ederek, bırakınız beş yüz metreyi, bölgeye üç yüz metreye kadar girerek üs yöresine çöreklenmiş PKK barınaklarını tamamen imha etti.
ABD her ne kadar “Türkiye Amerika’nın güvenliğini tehdit ediyor” biçiminde akıllara zarar bir açıklama yapmış olsa da Türkiye bölgede belirlediği 193 hedefin tamamını imha ederek operasyonun birinci ayağını şimdilik tamamladığını duyurdu.
Evet aziz okuyucu, Türk Devleti bu operasyonla ABD ve ortaklarının Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta ne gibi sinsi plânlar yaptıklarını gayet iyi takip ettiğini gösterdi. Bu operasyonun şifreleri çözülünce, ABD ve ortaklarının Irak’ın Süleymaniye bölgesinde hüküm süren Talabani unsurlarıyla Mazlum Abdi’nin Suriye’deki unsurlarını birleştirme peşinde olduğu görüldü. Türkiye, ABD ve ortaklarının bu sinsi plânlarını ne kadar iyi bildiğini, bu operasyonu önceleyen iki eylemiyle dünya kamuoyunun önüne koydu.
Bu eylemlerden ilki, Mazlum Abdi’nin ABD’li kurmaylarıyla Süleymaniye Havaalanı’nda iken konvoyunun yakınına bir SİHA’mız tarafından atılan bomba idi. Türkiye, Süleymaniye Havaalanı’na bıraktığı bu bomba ile ABD’ye, “Senin kimlerle nasıl kirli bir iş tuttuğunu çok iyi biliyorum. Bu amacını gerçekleştirmene mani olacağım, gözüm her an üstünde!” mesajını net bir şekilde verdi. Arkasından da Süleymaniye yakınlarındaki Arbat’ta drone üretim merkezini vurarak, “Burada tarımsal dron üretiliyor” algısını çökertti.
Hamas’ın plânı ne?
Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki PKK hedeflerine yönelik hava harekâtı henüz sonuçlanmamışken, Türkiye’yi yakından ilgilendiren ikinci bir hâdise patlak verdi. Bu hâdise neydi?
7 Ekim 2023 günü Hamas’ın İsrail’in “Demirkubbe” diye adlandırdığı savunma sistemini beş bin roketle aşması ve koruma duvarlarını ise paramotorlarla geçmesi, bölgemizi ve özellikle de ülkemizi yakından ilgilendiriyor. Hamas’ın bu eylemi, İsrail’in dünyanın gözündeki muktedir ve müdebbir devlet algısını çökertti.
Hâdise aslında dünya çapında bir gündem oluşturduğu için, sadece Türkiye değil, bütün dünyayı ilgilendiriyordu. Ancak bunun Türkiye’yi ilgilendiren pek çok yönü vardı. Şimdi bu olayı analiz edelim…
Hamas’ın İzzeddin El-Kassam Tugaylarının İsrail’e karşı gerçekleştirdiği bu anî ve büyük eylem için üretilen leh ve aleyhteki yorumları bir tarafa bırakalım. Evvelâ bu eylem, 1948 yılından beri ülkesi işgal edilen bir milletin son kararlı isyanıydı.
Bir millet düşünelim ki, 1948 yılından beri toprakları kademe kademe elinden alınmış ve alınmaya devam ediliyor. Ahalisinin bir kısmı Gazze açık hava hapishanesine mahkûm edilmiş, bir kısmı güya devlet diye bilinen Batı Şeria’da tecrit edilmiş, bir kısmı Kudüs’te zulme maruz kalmış ve bir başka kitlesi de çeşitli ülkelerdeki kamplarda yaşamak zorunda bırakılmış.
İslâm dini Müslümanlara, şartlar ne olursa olsun küffar karşısında direnmeyi emreder. Direnmek müminden, zaferi takdir etmek Cenab-ı Hakk’tandır. Zafer er gelir, geç gelir, ama bu yolda mücadele esastır. Bu açıdan Hamas’ın zalim İsrail rejimine karşı isyanı yerinde ve doğru bir harekettir. Bu hareketin hiçbir şekilde tenkide gelir tarafı da yoktur.
Evet, Hamas’ın bu eylemi binlerce, on binlerce masum Filistinlinin ölümüne sebep olacak, yüz binlercesi ülke dışına çıkmak zorunda kalacak, belki de topraklarını uzun müddet kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaklar. Ancak zalimin zulmü altında her gün tedricen ölmektense bir gün ve topyekûn ölmek daha evladır. Kaldı ki, Cenab-ı Allah’ın da olayların eliyle harekete geçirmek istediği bir muradı vardır ve bu muradın gerçekleşmesi içinse mazlumun zalime karşı ayaklanması gerekir.
Bu eyleme dış tarafından bakar isek, eylemin İsrail’in işine gelmiş olduğunu ve ona aradığı bir fırsatı vermiş gibi olduğunu görürüz. Birincisi, İsrail içeride iki sosyal kesime ayrılmış iken bu saldırı sonucunda taraflar birbiriyle kavgayı bırakarak ülke için beraberce savaşmaya koştular. İkinci olarak Netanyahu hükümeti, sosyal desteğini kaybetmiş hâlde “Düştü düşecek” denirken bu olayla birdenbire ön alarak kendi konumunu sağlamlaştırdı. Üçüncü olarak ABD ve kısmen de AB ile Netanyahu hükümeti arasındaki ilişkiler pek iyi gitmezken bu olayla beraber ABD ve AB, adeta Yahudi havarisi kesildiler.
Sanki boğazlanan İsrail’miş gibi, ABD bölgeye birbiri ardınca uçak gemileri gönderirken, onu aynı iştahla İngiltere izledi ve AB neredeyse topyekûn İsrail’in yanında olduğunu beyan etti.
Olaya Hamas açısından bakarsak, bu eylem üzerinden Hamas’ın elde etmek istediği kazanımların şu hususlar olduğunu görürüz:
1. İsrail ile anlaşma yoluna giderek Filistinlileri terk eden Arap rejimleri, bu olaydan sonra taban baskısından dolayı tekrar Filistin meselesi etrafında kenetlenmek zorunda kalacaklardır.
2. Dünya artık Atlantik ittifakının hegemonyası altında olmadığı için, Çin gibi, Rusya gibi, Türkiye gibi ülkeler bu meselede Filistin’in yanında yer alarak Filistinlilerin topyekûn yok edilmelerinin önünü alacak bir kamuoyu baskısı oluşturacaklardır.
3. Hamas toptan yok olmayı göze alarak girişeceği bir kara savaşında Gazze’yi İsrail’in Vietnam’ı hâline getirebilir ve böyle bir sonuç İsrail’i bölebilir.
4. İsrail bu şekilde zulme ve orantısız güç kullanmaya devam ederse çok fazla sürmez, arkasındaki Atlantik ittifakını da kaybedebilir. ABD’deki seçimler her ne kadar Yahudi lobisinin etkin olduğu seçimler ise de bütün Amerika kamuoyunu İsrail’e destek veriyor gibi algılamak yanıltıcı olur. Nitekim ABD içinde ABD ve İsrail karşıtı eylemler kendilerini göstermeye başladı.
5. Hamas-İsrail Savaşı, ABD’nin Hindistan üzerinden gelerek Arabistan’ı geçip Avrupa’ya gidecek olan yeni ekonomik yol projesini de çökertecektir. Böylelikle Arap ülkelerinin bu projeden dolayı Filistinlilere karşı takınacakları duyarsızlık ortadan kalkacaktır.
6. İsrail’in Hamas’ın eylemi münasebetiyle kullanacağı orantısız güç ve vahşi cezalandırma yöntemleri alternatif medyadan dünya kamuoyuna mâl olacak ve İsrail her gün biraz daha dünya kamuoyunun baskısına maruz kalacak, Filistin Devleti’nin kurulması dünya kamuoyunun gözünde her zamankinden daha önemli hâle gelecektir.
Hamas-İsrail Savaşı, ABD’nin Hindistan üzerinden gelerek Arabistan’ı geçip Avrupa’ya gidecek olan yeni ekonomik yol projesini de çökertecektir. Böylelikle Arap ülkelerinin bu projeden dolayı Filistinlilere karşı takınacakları duyarsızlık ortadan kalkacaktır.
Türkiye’nin bakışı
Bu meselenin Türkiye açısından analizini yapacak olursak, bu meselede Türkiye’ye de çok önemli roller düşmektedir:
1. Bu meseleyi İslâm ülkeleri içerisinde ciddiyetle takip edecek bilgi birikimi ve kabiliyet sadece Türkiye’dedir.
2. Bu mesele, birbirlerine süreç içerisinde mesafeli duran İslâm ülkelerini ister istemez yan yana getirecektir. Türkiye’nin özellikle Mısır ile arasındaki buzlar eriyecek ve Mısır’la beraber bu meselenin çözümünde çok aktif bir rol üstlenecektir.
3. Türkiye İsrail ile ilişkilerini daha önce düzeltmiş olduğu için, hem İsrail nezdinde, hem de Filistin nezdinde güvenilir bir arabulucu olmak hasebiyle Ukrayna-Rusya Savaşı’nda üstlendiği rolü yine burada da üstlenecek ve diplomatik açıdan elde edeceği saygın aktörlük, ona sözü dinlenilen bir devlet statüsünü kazandıracaktır.
4. ABD’nin Hindistan, Arabistan, İsrail ve Avrupa hatlarını geçecek yeni ekonomik yol projesi çökeceği için, Türkiye’nin hinterlandındaki Zengezor Yolu ve Basra Limanı’ndan gelen Kalkınma Yolu çok daha ön plâna çıkacaktır.
5. Türkiye’nin mevcut dengeleri gözeterek Kıbrıs’ı en azından TDT ve bir kısım İslâm ülkeleri nezdinde tanıtma gayreti somut sonuçlar verebilir. Zira şu andaki dünya konjonktürü çok uygun bir zeminde ilerlemektedir.
6. Türkiye, Kuzey Suriye’deki operasyonlarına şartlar ne olursa olsun devam etme azim ve karanlığını elden bırakmayacaktır. Nitekim bu azim ve kararlılığımızı çok iyi anlayan ABD, Akdeniz’e getirdiği uçak gemilerinden birisini Abdülhamid Han sondaj gemisinin yakınlarına demirleyerek bize bir mesaj vermek istemektedir. Türkiye de hemen Kuzey Kıbrıs açıklarında bir deniz tatbikatı yapacağını duyurarak bu hamleye somut bir hamleyle cevap vermiş durumdadır.
Aziz okuyucu, İsrail ve ortakları, Hamas’ın eylemi üzerinden neyi plânlamış olurlarsa olsunlar, bu işin sonu Filistinlilerin lehine, onlarınsa aleyhine bitecektir. Artık cin şişeden çıkmış ve Filistinlilerin hayat memat mücadelesi başlamıştır. İsrail ve ABD’nin Ortadoğu’da zulümle bir nizam abâd etmeleri mümkün değildir ve böyle bir girişim İlâhî gayrete de mugayirdir.
ABD’nin bu olayı fırsata çevirmek ve Akdeniz’deki zengin petrol, doğalgaz ve karbonhidrat yataklarına bir oldubitti ile el koymak gibi gizli bir niyetinin olduğu anlaşılıyor. Ancak Türkiye’nin bu gizli niyeti çok aşikâre bildiğinden hiç şüphe yoktur. ABD’nin birkaç uçak gemisi ve peşine taktığı bir İngiliz zırhlısı ile Akdeniz’e çökeceğini sanması büyük yanılgı olur. ABD bu sinsi amaç için ne Yunanistan’daki üslerine, ne İsrail’e, ne de bölgedeki herhangi bir ülkeye güvensin. Türk Devleti her zamankinden daha dikkatli, her zamankinden daha güçlü ve her zamankinden daha gözükaradır.
Günün sonunda hem Akdeniz’deki çıkarlarımızı etkin bir şekilde koruyacak, hem de Filistin meselesini başkenti Doğu Kudüs olan bir formülle çözeceğiz. Sadece biraz zaman ve sabır!