Suriye’deki gelişmeler mi, Kılıçdaroğlu’nun oyun kâğıtları mı?

Hangi devlet böyle bir kuşatılmaya karşı direnebilir, karşı koyabilir? Her üç cephe de birbirinden önemlidir. Türkiye’nin bunlardan hiçbirinden çekilmek, taviz vermek gibi bir şansı da bulunmuyor. Ne yapmamız lâzım? Önce Allah’a, sonra millî dayanışmamıza güvenmekten başka çâremiz yok. Ancak bu konuda sıkıntımız var.

MISIRLI gazeteci Sabır Meşhur’un yorumlarını önyargıdan uzak, objektif buluyorum.

Meşhur, gerek tarihî vakaları, gerekse bugünün olaylarını yorumlarken, maksatlı ve taraflı ifadelerle Türkiye’ye iftira eden diğer birçok Arap yorumcudan farklı, Türkiye’nin hakkını teslim eden bir dil kullanıyor. Türkiye’nin bugünkü mücadelesini haklı, siyâsetini doğru bulurken, Arap devletlerinin emperyalizme bağımlı, Türkiye’ye karşı olumsuz siyâsetini eleştiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politikasını başarılı olarak nitelemekle beraber, bir konuda eksik buluyor.

“İsrail’in emelleri doğrultusunda Irak’ı ve Suriye’yi paramparça eden emperyalist ABD ve İsrail’in hedefinin Türkiye’yi de aynı şekilde parçalamak olduğunu, bu sebepten Türkiye’yi zor günlerin beklediğini, ancak Tayyip Bey’in bu tehlikeyi halkına hissettirmediği için halkın gayet sakin bir hayat sürdüğünü, hâlbuki Cumhurbaşkanı’nın tam aksine milletini yaklaşan çetin mücadelelere hazırlaması gerektiğini” iddia ediyor.

Bu iddia bir yönüyle haklı olabilir ama benim kanaatime göre Sayın Cumhurbaşkanımız olumlu bir yola girmiş olan ekonominin gidişatına zarar verebilecek tedirginliklerin, bir panik havasının oluşmaması için azamî titizlik gösteriyor. Bir sıkıntı hâlinde nasıl olsa Türk milletinin “Ha!” deyince ayağa kalkacağını biliyor.

Mısırlı gazeteci Türk milletini iyi tanımadığı için, kendi yönünden ona da hak vermeliyiz. Fakat diğer taraftan değerli gazeteci Ardan Zentürk’ün 24 Eylül’deki yorumunda buna benzeyen, Tayyip Bey’e değil de siyâsetçisinden gazetecisine, akademisyeninden, her türlü okumuşlardan meydana gelen kamuoyuna eleştiriden, sitemden de öte bir ayıplaması, bir isyanı vardı.

Ardan Bey’in anlattığına göre, ABD Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, birkaç gün önce Ankara’da temaslarda bulunduktan sonra Haseke’ye giderek PYD/YPG’lilere, onlarla beraber hareket eden Suriye’deki ve Kuzey Irak’taki diğer Kürt gruplarına, Türkiye’nin bundan böyle elinde bulundurduğu Tel Abyad ve Resulayn’ın dışına asla çık(a)mayacağı, aksi takdirde çok büyük ekonomik yaptırımlara maruz kalacağını bildiğini söyleyerek bir PKK devletinin kurulmasına müdahale edemeyeceği konusunda teminat vermiş, BAE’den sonra üçüncü bir İsrail devletinin kurulması çalışmalarının hızlandırılmasını teşvik etmiştir.

Kurulacak olan PKK devletinin içinde Barzani’ye bağlı unsurlar da bulunacaktır. Peşmergeyle PYD’nin anlaşmasını, Mazlum Kobani ile irtibat kurarak kotaran da Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin eski lideri Mesut Barzani imiş. Bunlara destek olmak üzere ABD, Peşmergeye 250 milyon dolarlık askerî yardımda bulunmuş.

Bütün bu terör devleti çalışmalarını Rusya da tamamen desteklemektedir. Nitekim anlaşmadan sonra işbirliğinin önde gelen PYD dışındaki unsurların liderleri durumundaki Süleyman Otto, Muhammed İsmail ve diğerleri, bir grup olarak Moskova’ya gitmişler. Velhasıl gelişmeler çok hızlanmış.

Bundan başka, Suriye’deki Kürt Solu Partisi Genel Sekreteri Muhammed Musa, Türkiye’nin işgali altında bulunan Tel Abyad, Rasulayn ve İdlib’de yoğun insan hakları ihlâlleri olduğunu, bunları tespit edip bir rapor hâline getirdiklerini, BM’ye sunulması için ABD yetkililerine teslim ettiklerini söylemiş. Türkiye’nin bu teşebbüse karşı şimdiden gerekli tedbirleri almadığı takdirde, ileride Devletimizin başını ağrıtacak gelişmeler olabilecekmiş.

Ardan Zentürk diyor ki, “Yanı başımızda bir PKK devleti kuruluyor, âdeta bir gizli lobi, milletin dikkatini tamamen Doğu Akdeniz’e yönlendirerek burayı unutturuyor. Kurumsal medya bir gece boyunca Kılıçdaroğlu’nun oyun kâğıdını tartıştı. Yahu, bırakın ne yaparsa yapsın kâğıtlarını. Ben bu işi anlamadım. PKK devleti ilân edildi edilecek, İdlib’de kıyamet kopuyor, Ruslar ve Rejim 24 saat bombardıman yapıyor, Türk Güçleri de doğrudan rejim hedeflerine yoğun bombardıman yapıyor, Fırat’ın kolu üzerindeki bazı köprüleri yıkıyor. Demek ki o taraftan bir saldırı bekliyor. Bizim medyamız uyuyor, İstanbul’dan çıkamadı. Neden muhabirlerini oralara gönderip milleti bilgilendirmiyorlar? Milletimizin bir alârma ihtiyacı var”…

***

Değerli dostlar!

Ben konuya biraz daha yukarıdan bakmak istiyorum…

Dünyanın en büyük üç süper gücü ABD, Rusya ve AB’nin -bunlara Çin’i de katabiliriz-, Türkiye’nin daha fazla güçlenip iyice kontrolden çıkmadan boğulması üzerinde ittifak etmiş oldukları anlaşılıyor. Bunun için ne hukuk, ne yaptıkları anlaşmalar, hiçbir şeyi kâle almıyorlar. ABD sözde hem müttefikimiz, hem de stratejik ortağımız iken Suriye’de bizim düşmanımız olan terör örgütüyle bize karşı iş tutuyor, bu konuda kadim düşmanı Rusya’yla işbirliği yapabiliyor…

Libya’daki durum çok daha trajikomiktir: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi, Libya’daki Mutabakat Hükûmeti’ni meşru devlet olarak tanıdıkları hâlde, Türkiye’nin de desteklediği meşru yönetimin karşısında yer alıyor ve gayr-i meşru güçleri destekliyorlar. NATO’daki müttefiklerimiz, bize karşı Rusya’nın yanında yer alıyorlar.

Doğu Akdeniz’deki durum da aynıdır…

Hangi devlet böyle bir kuşatılmaya karşı direnebilir, karşı koyabilir? Her üç cephe de birbirinden önemlidir. Türkiye’nin bunlardan hiçbirinden çekilmek, taviz vermek gibi bir şansı da bulunmuyor.

Ne yapmamız lâzım? Önce Allah’a, sonra millî dayanışmamıza güvenmekten başka çâremiz yok. Ancak bu konuda sıkıntımız var.

Ülkenin ana muhalefet partisi ihanet içinde; düşmana karşı mücadelemizde onlar adına gerçek bir beşinci kol işlevi görüyor. Kılıçdaroğlu, işi gücü bırakmış, “Demirtaş da Demirtaş!” diyor, “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” diyen bu hainin cezaevinden çıkması için durmadan ötüp duruyor.

Kılıçdaroğlu’nun bu Demirtaş ve HDP aşkı, bir oy hesabı olarak görülmemelidir. Bu adamın Türk milletine karşı bir kini, bir öç alma hesabı vardır. Aslında kendisi Demirtaş kadar HDP’lidir. Bu durum hiçbir şüpheye mahâl bırakmayacak kadar açık iken, hâlâ bu partiye oy veren vatandaşlarımıza da en hafifinden “Yazıklar olsun!” diyorum.

İyi Parti ve lideri olan bayanın durumu daha ehven sayılamaz. Oy uğruna bu hain CHP’nin koltuğunun altına girmeyi içine sindirebilecek kadar bedhah, PKK ile güç birliği yapabilecek kadar gaflet ve hıyanet içindedirler. Neymiş efendim, “Güneydoğu’da insanlar kan dâvâlısını bile kapıdan geri çevirmezlermiş”, onun için Demirtaş’a ve eşine kahvaltı için kapısı açıkmış. “Dâvâ adamlığı” kendinden menkul o eski Ülkücüler bu işlere ne diyorlar acaba?

Ne diyecekler, tam siper yatmış, geviş getiriyorlar! İnsan bunlardan iğreniyor…

***

Bütün bu iç karartıcı tabloya rağmen gelecek konusunda elbette karamsar değiliz. Allah’ın yardımıyla içerideki düşmanın da, dışarıdakinin de hakkından gelebiliriz. Ama açıkçası, millet olarak Allah’ın nusretine lâyık olduğumuzu pek düşünemiyorum. Çünkü toplum olarak Allah’ı unuttuk, O’nun yolundan çıktık, çok azdık. Benim güvencim, daha ziyâde başımızda bulunan zâtın ihlâsı sebebiyle Cenâb-ı Hakk tarafından baştan beri hep korunmuş olduğu, her işinin sonunda mutlaka başarıya ulaştırıldığı cihetle, onun hatırına milletimizin yenilmesine Mevlâ’mızın izin vermeyeceğidir.