
ARAP Baharı’ndan geriye ne
kaldı? Suriye ve Tunus’tan başka bir ülke kalmadı. Tunus bahar öncesine dönmek
için uğraşırken, Suriye’ye bahar gelmesin diye yürütülen iç savaşın on ikinci
yılı devam etmektedir. Bu saatten sonra yakın bir zamanda Suriye’ye baharın
gelme ihtimâli ise giderek daha da uzaklaşmaktadır.
Her ülke için Suriye ayrı bir sorun kaynağı hâline geldiğinden, her ülke,
kendisi için sorun saydıklarının mazarratından kurtulma çabası içindedir.
Avrupa ülkeleri için Suriye “mültecilerden” başka bir şey değildir. Avrupalılar
Suriyeli mülteci sorununu Yunanistan’a daha çok yardım ederek, mülteci
botlarını Akdeniz’de Yunanistan’a batırtarak, Akdeniz’i bir Suriyeli
mezarlığına çevirip mülteci akınını engellemeye çalışmıştır. Avrupa bu
çabalarında önemli ölçüde başarılı olmuştur.
ABD 2012-2013’te seksen ülkenin katılımı ile Suriye’nin Dostları Konferansları
düzenlemiştir. Suriye muhalefetini destekleyerek Suriye’nin özgürleşmesinden
yana görünmüştür. Her konuda olduğu gibi ABD, Suriye konusunda da
müttefiklerini yarı yolda bırakarak kendi gizli ajandasının peşine düşmüştür.
ABD, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanan bir hattın PKK işgalinde tutulması
için, sayısını kimsenin bilmediği kadar tırlar dolusu askerî malzemeyi PKK’nın
Suriye ayağına tahsis etmiştir. Suriye’nin kuzeyindeki Arap çoğunluklu nüfus
yapısını PKK eliyle değiştirmeye çalışmış, o nüfusun önemli bir bölümünü
Türkiye tarafına sürgün (tehcir) ettirmiştir. ABD hâlen bu politikasını
sürdürmektedir.
Arap ülkelerini işgal ederek Akdeniz’e ulaşmak hevesine kapılan İran ise
bütün imkânları ile Baas/Esat diktatörlüğünü destekleyerek Suriye İç Savaşı’nın
en acımasız ve en zalim tarafı olmuştur. Kendi başına Suriye’de tutunamayacağını
bildiğinden Rusya’yı da getirip bu işe katmıştır. 2015’ten beri İran ve Rusya,
fiilen Suriye’nin ortak işgalcisi durumundadırlar. Ne var ki, Ukrayna Savaşı’ndan
dolayı zorda kalan Rusya’nın Suriye’yi ikinci plâna bırakması, İran’ı korunmasız/çaresiz
bir durumda bırakmıştır.
Suriye’nin kuzey komşusu olan Türkiye’nin tutumu önemli ölçüde tayin edici
olmuştur. Türkiye, Suriye muhalefetini, dolayısı ile Suriye halkını tercih
etmiştir. Buna karşılık İran’ın isteği ile Baas/Esat Suriye’nin kuzeyinde
Afrin’den Kamışlı’ya kadar olan bölgenin PKK’ya bırakılmasını sağlamıştır.
Suriye’de hem İran, hem de ABD kendi politikaları için PKK’ya yatırım
yapmıştır. PKK işgaline bir bahane, bir meşruiyet için kullanılan IŞİD (DAEŞ)
ise önemli ölçüde bu bahaneyi hem İran’a, hem de ABD’ye sunmuş olduğundan,
artık haber değeri olmaktan çıkmıştır.
İç sorunlarla uğraşan Türkiye, Suriye İç Savaşı’na müdahale etmekte
gecikmiştir. Bu gecikmenin sonucunda dört milyon kadar Suriyeli nüfus
Türkiye’ye yığılmıştır. Suriyelilerin özellikle Halep çevresinde bıraktıkları
alanları İran, Afganistan-Pakistan ve hatta Afrika ülkelerinden getirip iskân
ettiği Şii topluluklarla doldurmaya, kalıcı bir şekilde o bölgenin nüfus
yapısını değiştirmeye çalışmıştır.
Türkiye 2016’da ilk defa Fırat’ın batısında Cerablus ve çevresindeki IŞİD’e
karşı askerî harekât yapmıştır. Oysa aynı Türkiye, milyonlarca Suriyeliyi kendi
topraklarında tutmak ve Türkiye’ye yığılmalarını engellemek için 2012-2013’te
Halep ve çevresini içine alan bir harekât yapmış olsaydı Suriye sorunu
günümüzde çok farklı olabilirdi.
2016’da PKK, Suriye’nin kuzey bölgesini tümüyle işgal edememiştir. Ayne’l-Arab
ve Afrin’i birleştirmek, o dönemde ABD ve İran tarafından PKK’ya verilmiş önemli
bir hedeftir. PKK’nın siyâsî ayağı Demirtaş o dönemde, “YPG Fırat’ın batısına
geçecek, siz de mal mal bakacaksınız” diye küstah ifadeler kullanmıştır.
Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” Harekâtı ile Cerablus ve çevresini IŞİD işgalinden,
sonra Afrin’i PKK işgalinden kurtarması, Demirtaş ve suç ortaklarının mal mal
bakmalarına yol açmıştır.
Bugünlerde Türkiye’nin Suriye’de beşinci askerî harekâtını PKK işgalinde
olan Münbiç ve Tel Rıfat’ı özgürleştirmek için yapacağı haberleri
tekrarlanmaktadır. Bu harekâtın gerçekleşmesi, “bir Kızılelma veya yeni bir
fetih hareketi” sayılır mı? Türkiye’nin siyâsî hedefleri arasında bir Kızılelma
ve fetih unsuru var mıdır?
Türkiye hiçbir zaman Suriye’nin kuzey bölgesini kendi ülkesine katmak gibi
bir siyaseti takip etmemiştir. Böyle bir siyaset gerçekçi değildir. Türkiye
Hükûmeti, “Suriye’de rejim değişikliği” isteğini son yıllarda hiç
seslendirmemiştir. Buna rağmen Suriye’de rejim değişikliği en çok Türkiye’yi
rahatlatır. Dört milyonluk Suriyeli mültecinin Baas/Esat işbaşında iken
Suriye’ye dönemeyeceği açıktır. Dolayısı ile Baas/Esat’ın varlığı mültecilerin
dönüşüne engeldir. Bu durum Türkiye için mültecilerin ekonomik ve sosyal
yükünün ağırlaşarak devam etmesi demektir.
Buna karşılık, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelerin vereceği
“can ve mal güvenliği garantisi” mültecilerin geri dönüşleri için bir çare
olarak durmaktadır. Türkiye’nin Suriye halkı için bir çeşit uluslararası
garantörlüğe sahip olması, mültecilerin can kaygısı taşımadan geri dönmeleri
demektir.
***
Türkiye başından beri Suriye’nin kuzey bölgesinde güvenli bölge tezini
savunmuştur. Ancak ABD, İran ve Rusya gibi ülkeler bu tezi engellemiştir. Şimdi
Rusya’nın Ukrayna tarafından terbiye edilmesi, Rusya’nın Suriye’deki etki
alanını daraltmıştır. Türkiye’nin tezine karşı İran ve ABD engellemeleri devam
etmektedir.
Yeni bir askerî hareket ile öncelikle Tel Rıfat ve Münbiç’in PKK işgalinden
kurtarılması, Türkiye denetimindeki bölgeyi genişletecek, bu bölgeye yapılan PKK
saldırılarını ortadan kaldıracaktır. Suriye elektrik enerjisinin önemli bir
kaynağı olan Münbiç santralleri de Türkiye’nin eline geçmiş olacaktır. Buradan
PKK’nın Suriye Hükûmeti’ne elektrik satıp her yıl milyarlarca dolar kazanması
engellenecektir. PKK eliyle Suriye’ye ABD’nin verdiği ayar, önemli ölçüde bozulacaktır.
Türkiye’ye karşı İran’ın PKK’yı güçlendirme siyasetine de ağır bir
darbe gelecektir bu harekâtla.
24 Şubat 2015’te Türkiye çok yanlış bir kararla Süleyman Şah Türbesi’ni
Münbiç’ten Ayne’l-Arab’a, Türkiye sınırındaki Eşme köyüne taşımıştır. Yeni bir
askerî harekat ile Türkiye bu önemli yanlışını düzeltmelidir. Süleyman Şah Türbesi
eski yerine taşınmalıdır. Binlerce yıllık geçmişi ve 21 Ekim 1921 Ankara
İtilafnamesi’nde yeri olan bu türbenin eski yerine taşınması, onu Türkiye
sınırına taşıma ayıbını da ortadan kaldıracaktır.
Türkiye denetimindeki bölgenin genişlemesi, güvenli bölge tezini fiilen
gerçekleştirecektir. Türkiye Hükûmeti’nin Suriyeli mülteciler için yapmayı ilân
edip destek istediği yeni yerleşim alanları mümkün hâle gelecektir. O yerleşim
alanlarına mültecilerin taşınması, Türkiye’nin mülteci yükünü hafifletecektir.
Bu, aynı zamanda İran marifetiyle değiştirilmeye çalışılan Suriye nüfus
yapısının da korunması demektir.
Suriyeli mülteciler Türkiye’den gitmeli; ancak gidiş şartları ve güvenliği
sağlandıktan sonra onların gidişi mümkün olabilir. Yoksa Türkiye, milyondan
fazla Suriyelinin katili olan Baas/Esat ile anlaşırsa Türkiye’den gitmiş
olmazlar.
Türkiye’nin Baas/Esat ile anlaşması, PKK meselesi için bir çözüm olabilir
mi? Baba Esat zamanında yirmi yıl PKK’nın karargâhı Suriye’de olmuştur. Oğul
Esat ise sıkışınca Türkiye sınırındaki üç şehri (Afrin, Ayne’l-Arab ve Kamışlı)
İran’ın, Kasım Süleymani’nin isteği üzerine PKK’ya tahsis etmiştir. Baas/Esat
iktidarı Türkiye için daima düşman siyaseti izlemiştir. Türkiye’nin özellikle
2002-2011 arasında izlediği “kardeşlik siyaseti” bile bu durumu değiştirmeye
yetmemiştir.
***
Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı askerî harekât, Kürtlere karşı bir hareket
sayılır mı? Bu tür iddiaların sahipleri bir önyargılı takıntının peşindeki
kimselerdir. Tarihin hiçbir döneminde Suriye’nin kuzeyinde Kürt nüfusu çoğunluk
olmamıştır. O bölgede elbette Kürt nüfus da vardır. Ancak istisnaî bir iki yer
dışında bölgede dün olduğu gibi bugün de çoğunluk değildir. O bölgenin
Eyyubiler ve sonrasında yerel Kürt hanedanların idaresinde kalması, o bölgeyi
Kürdistan eder mi? Hatırlanmalıdır ki, Kürt milliyetçileri “Diyarbakır’ı
Kürdistan’ın merkezi sayarken” Diyarbakır tarihte Kürt idaresinin üç katı kadar
Arap idaresinde, on katı kadar ise Türk idaresinde, bir o kadar ise Ermeni
idaresinde kalmıştır. Bu yüzden Kürt milliyetçilerinin söylemeye tekrarlamaya
çok hevesli oldukları Rojava adlandırmasının tarihî, coğrafî ve beşerî temeli
yoktur.
Rojava adlandırması ABD destekli bir yayılma ve işgal isteğinin işaretidir.
O bölgenin ABD destekli PKK işgali, milyonların sürgün/tehcir edilmesiyle
mümkün olmuştur. İnsanî/İslâmî duyarlılığı olanların bu işgal ve bu tehcire
itiraz etmeleri gerekirdi. Buna karşılık, şimdi PKK işgalindeki o bölgenin Türkiye
eliyle özgürleştirilmesini “Kürtlere karşı” olarak görmek, gerçeğin
saptırılmasıdır.
AK Parti idaresindeki Türkiye mevcut siyasetiyle ümmetçiliği bırakıp
milliyetçiliğe yönelmiş olur mu? Bazı tanınmış kimseler “ümmetçiliği” yalnızca
Türkler/Türkiye için gerekli olan bir dış politika ödevi gibi görüyorlar. Oysa
ümmetçilik bütün Müslümanları ilgilendiren bir tercihtir. Ümmetçiliği bir görev
olarak Türkiye’ye verip sömürgeci ABD’nin yardımıyla diğer Müslümanları tehcir
ederek onların toprağına çöktükten sonra oraya Rojova demekle olmaz.
Ümmetçilik, Müslümanların topluca Arap ya da Türk olması değildir. Arap’ın,
Türkmen’in, Kürt’ün toprağını ABD yardımı ile işgal etmek değildir.
Sömürgecilerin plânı ve yardımı ile Müslüman komşunun malına ve canına göz
dikmek ümmetçilik değildir! Milliyetçiliği, ırkçılığı bir çeşit gen işi sayarak
Arap’ın ya da Türk’ün varlık nedeni gibi takdim edenlerin buna karşılık kendi
yayılmacı ve saldırgan tutumlarını ırkçılık dışı kavramlar ile açıklamaları bir
insanlık suçudur. Doğru herkes için olduğu gibi, yanlış da herkes içindir.
Doğruluk ya da yanlışlık dönemin şartlarına göre değişmez. Başkalarında hiçbir
doğruluk göremeyenlerin kendi takıntılarını sömürgecilerin desteği ile değişmez
ve tartışılmaz hakikat gibi görmeleri, kendi körlüklerinin ve
vicdansızlıklarının işaretidir.
Milliyetçilik hak ise herkese haktır, yanlış ise herkese yanlıştır.