Suriye’de nerede kalmıştık?

2016’da PKK, Suriye’nin kuzey bölgesini tümüyle işgal edememiştir. Ayne’l-Arab ve Afrin’i birleştirmek, o dönemde ABD ve İran tarafından PKK’ya verilmiş önemli bir hedeftir. PKK’nın siyâsî ayağı Demirtaş o dönemde, “YPG Fırat’ın batısına geçecek, siz de mal mal bakacaksınız” diye küstah ifadeler kullanmıştır. Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” Harekâtı ile Cerablus ve çevresini IŞİD işgalinden, sonra Afrin’i PKK işgalinden kurtarması, Demirtaş ve suç ortaklarının mal mal bakmalarına yol açmıştır.

ARAP Baharı’ndan geriye ne kaldı? Suriye ve Tunus’tan başka bir ülke kalmadı. Tunus bahar öncesine dönmek için uğraşırken, Suriye’ye bahar gelmesin diye yürütülen iç savaşın on ikinci yılı devam etmektedir. Bu saatten sonra yakın bir zamanda Suriye’ye baharın gelme ihtimâli ise giderek daha da uzaklaşmaktadır.

Her ülke için Suriye ayrı bir sorun kaynağı hâline geldiğinden, her ülke, kendisi için sorun saydıklarının mazarratından kurtulma çabası içindedir.

Avrupa ülkeleri için Suriye “mültecilerden” başka bir şey değildir. Avrupalılar Suriyeli mülteci sorununu Yunanistan’a daha çok yardım ederek, mülteci botlarını Akdeniz’de Yunanistan’a batırtarak, Akdeniz’i bir Suriyeli mezarlığına çevirip mülteci akınını engellemeye çalışmıştır. Avrupa bu çabalarında önemli ölçüde başarılı olmuştur.

ABD 2012-2013’te seksen ülkenin katılımı ile Suriye’nin Dostları Konferansları düzenlemiştir. Suriye muhalefetini destekleyerek Suriye’nin özgürleşmesinden yana görünmüştür. Her konuda olduğu gibi ABD, Suriye konusunda da müttefiklerini yarı yolda bırakarak kendi gizli ajandasının peşine düşmüştür. ABD, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanan bir hattın PKK işgalinde tutulması için, sayısını kimsenin bilmediği kadar tırlar dolusu askerî malzemeyi PKK’nın Suriye ayağına tahsis etmiştir. Suriye’nin kuzeyindeki Arap çoğunluklu nüfus yapısını PKK eliyle değiştirmeye çalışmış, o nüfusun önemli bir bölümünü Türkiye tarafına sürgün (tehcir) ettirmiştir. ABD hâlen bu politikasını sürdürmektedir.

Arap ülkelerini işgal ederek Akdeniz’e ulaşmak hevesine kapılan İran ise bütün imkânları ile Baas/Esat diktatörlüğünü destekleyerek Suriye İç Savaşı’nın en acımasız ve en zalim tarafı olmuştur. Kendi başına Suriye’de tutunamayacağını bildiğinden Rusya’yı da getirip bu işe katmıştır. 2015’ten beri İran ve Rusya, fiilen Suriye’nin ortak işgalcisi durumundadırlar. Ne var ki, Ukrayna Savaşı’ndan dolayı zorda kalan Rusya’nın Suriye’yi ikinci plâna bırakması, İran’ı korunmasız/çaresiz bir durumda bırakmıştır.

Suriye’nin kuzey komşusu olan Türkiye’nin tutumu önemli ölçüde tayin edici olmuştur. Türkiye, Suriye muhalefetini, dolayısı ile Suriye halkını tercih etmiştir. Buna karşılık İran’ın isteği ile Baas/Esat Suriye’nin kuzeyinde Afrin’den Kamışlı’ya kadar olan bölgenin PKK’ya bırakılmasını sağlamıştır. Suriye’de hem İran, hem de ABD kendi politikaları için PKK’ya yatırım yapmıştır. PKK işgaline bir bahane, bir meşruiyet için kullanılan IŞİD (DAEŞ) ise önemli ölçüde bu bahaneyi hem İran’a, hem de ABD’ye sunmuş olduğundan, artık haber değeri olmaktan çıkmıştır.

İç sorunlarla uğraşan Türkiye, Suriye İç Savaşı’na müdahale etmekte gecikmiştir. Bu gecikmenin sonucunda dört milyon kadar Suriyeli nüfus Türkiye’ye yığılmıştır. Suriyelilerin özellikle Halep çevresinde bıraktıkları alanları İran, Afganistan-Pakistan ve hatta Afrika ülkelerinden getirip iskân ettiği Şii topluluklarla doldurmaya, kalıcı bir şekilde o bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye çalışmıştır.

Türkiye 2016’da ilk defa Fırat’ın batısında Cerablus ve çevresindeki IŞİD’e karşı askerî harekât yapmıştır. Oysa aynı Türkiye, milyonlarca Suriyeliyi kendi topraklarında tutmak ve Türkiye’ye yığılmalarını engellemek için 2012-2013’te Halep ve çevresini içine alan bir harekât yapmış olsaydı Suriye sorunu günümüzde çok farklı olabilirdi.

2016’da PKK, Suriye’nin kuzey bölgesini tümüyle işgal edememiştir. Ayne’l-Arab ve Afrin’i birleştirmek, o dönemde ABD ve İran tarafından PKK’ya verilmiş önemli bir hedeftir. PKK’nın siyâsî ayağı Demirtaş o dönemde, “YPG Fırat’ın batısına geçecek, siz de mal mal bakacaksınız” diye küstah ifadeler kullanmıştır. Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” Harekâtı ile Cerablus ve çevresini IŞİD işgalinden, sonra Afrin’i PKK işgalinden kurtarması, Demirtaş ve suç ortaklarının mal mal bakmalarına yol açmıştır.

Bugünlerde Türkiye’nin Suriye’de beşinci askerî harekâtını PKK işgalinde olan Münbiç ve Tel Rıfat’ı özgürleştirmek için yapacağı haberleri tekrarlanmaktadır. Bu harekâtın gerçekleşmesi, “bir Kızılelma veya yeni bir fetih hareketi” sayılır mı? Türkiye’nin siyâsî hedefleri arasında bir Kızılelma ve fetih unsuru var mıdır?

Türkiye hiçbir zaman Suriye’nin kuzey bölgesini kendi ülkesine katmak gibi bir siyaseti takip etmemiştir. Böyle bir siyaset gerçekçi değildir. Türkiye Hükûmeti, “Suriye’de rejim değişikliği” isteğini son yıllarda hiç seslendirmemiştir. Buna rağmen Suriye’de rejim değişikliği en çok Türkiye’yi rahatlatır. Dört milyonluk Suriyeli mültecinin Baas/Esat işbaşında iken Suriye’ye dönemeyeceği açıktır. Dolayısı ile Baas/Esat’ın varlığı mültecilerin dönüşüne engeldir. Bu durum Türkiye için mültecilerin ekonomik ve sosyal yükünün ağırlaşarak devam etmesi demektir.

Buna karşılık, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelerin vereceği “can ve mal güvenliği garantisi” mültecilerin geri dönüşleri için bir çare olarak durmaktadır. Türkiye’nin Suriye halkı için bir çeşit uluslararası garantörlüğe sahip olması, mültecilerin can kaygısı taşımadan geri dönmeleri demektir.

***

Türkiye başından beri Suriye’nin kuzey bölgesinde güvenli bölge tezini savunmuştur. Ancak ABD, İran ve Rusya gibi ülkeler bu tezi engellemiştir. Şimdi Rusya’nın Ukrayna tarafından terbiye edilmesi, Rusya’nın Suriye’deki etki alanını daraltmıştır. Türkiye’nin tezine karşı İran ve ABD engellemeleri devam etmektedir.

Yeni bir askerî hareket ile öncelikle Tel Rıfat ve Münbiç’in PKK işgalinden kurtarılması, Türkiye denetimindeki bölgeyi genişletecek, bu bölgeye yapılan PKK saldırılarını ortadan kaldıracaktır. Suriye elektrik enerjisinin önemli bir kaynağı olan Münbiç santralleri de Türkiye’nin eline geçmiş olacaktır. Buradan PKK’nın Suriye Hükûmeti’ne elektrik satıp her yıl milyarlarca dolar kazanması engellenecektir. PKK eliyle Suriye’ye ABD’nin verdiği ayar, önemli ölçüde bozulacaktır.

Türkiye’ye karşı İran’ın PKK’yı güçlendirme siyasetine de ağır bir darbe gelecektir bu harekâtla.

24 Şubat 2015’te Türkiye çok yanlış bir kararla Süleyman Şah Türbesi’ni Münbiç’ten Ayne’l-Arab’a, Türkiye sınırındaki Eşme köyüne taşımıştır. Yeni bir askerî harekat ile Türkiye bu önemli yanlışını düzeltmelidir. Süleyman Şah Türbesi eski yerine taşınmalıdır. Binlerce yıllık geçmişi ve 21 Ekim 1921 Ankara İtilafnamesi’nde yeri olan bu türbenin eski yerine taşınması, onu Türkiye sınırına taşıma ayıbını da ortadan kaldıracaktır.

Türkiye denetimindeki bölgenin genişlemesi, güvenli bölge tezini fiilen gerçekleştirecektir. Türkiye Hükûmeti’nin Suriyeli mülteciler için yapmayı ilân edip destek istediği yeni yerleşim alanları mümkün hâle gelecektir. O yerleşim alanlarına mültecilerin taşınması, Türkiye’nin mülteci yükünü hafifletecektir. Bu, aynı zamanda İran marifetiyle değiştirilmeye çalışılan Suriye nüfus yapısının da korunması demektir.

Suriyeli mülteciler Türkiye’den gitmeli; ancak gidiş şartları ve güvenliği sağlandıktan sonra onların gidişi mümkün olabilir. Yoksa Türkiye, milyondan fazla Suriyelinin katili olan Baas/Esat ile anlaşırsa Türkiye’den gitmiş olmazlar.

Türkiye’nin Baas/Esat ile anlaşması, PKK meselesi için bir çözüm olabilir mi? Baba Esat zamanında yirmi yıl PKK’nın karargâhı Suriye’de olmuştur. Oğul Esat ise sıkışınca Türkiye sınırındaki üç şehri (Afrin, Ayne’l-Arab ve Kamışlı) İran’ın, Kasım Süleymani’nin isteği üzerine PKK’ya tahsis etmiştir. Baas/Esat iktidarı Türkiye için daima düşman siyaseti izlemiştir. Türkiye’nin özellikle 2002-2011 arasında izlediği “kardeşlik siyaseti” bile bu durumu değiştirmeye yetmemiştir.

***

Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı askerî harekât, Kürtlere karşı bir hareket sayılır mı? Bu tür iddiaların sahipleri bir önyargılı takıntının peşindeki kimselerdir. Tarihin hiçbir döneminde Suriye’nin kuzeyinde Kürt nüfusu çoğunluk olmamıştır. O bölgede elbette Kürt nüfus da vardır. Ancak istisnaî bir iki yer dışında bölgede dün olduğu gibi bugün de çoğunluk değildir. O bölgenin Eyyubiler ve sonrasında yerel Kürt hanedanların idaresinde kalması, o bölgeyi Kürdistan eder mi? Hatırlanmalıdır ki, Kürt milliyetçileri “Diyarbakır’ı Kürdistan’ın merkezi sayarken” Diyarbakır tarihte Kürt idaresinin üç katı kadar Arap idaresinde, on katı kadar ise Türk idaresinde, bir o kadar ise Ermeni idaresinde kalmıştır. Bu yüzden Kürt milliyetçilerinin söylemeye tekrarlamaya çok hevesli oldukları Rojava adlandırmasının tarihî, coğrafî ve beşerî temeli yoktur.

Rojava adlandırması ABD destekli bir yayılma ve işgal isteğinin işaretidir. O bölgenin ABD destekli PKK işgali, milyonların sürgün/tehcir edilmesiyle mümkün olmuştur. İnsanî/İslâmî duyarlılığı olanların bu işgal ve bu tehcire itiraz etmeleri gerekirdi. Buna karşılık, şimdi PKK işgalindeki o bölgenin Türkiye eliyle özgürleştirilmesini “Kürtlere karşı” olarak görmek, gerçeğin saptırılmasıdır.

AK Parti idaresindeki Türkiye mevcut siyasetiyle ümmetçiliği bırakıp milliyetçiliğe yönelmiş olur mu? Bazı tanınmış kimseler “ümmetçiliği” yalnızca Türkler/Türkiye için gerekli olan bir dış politika ödevi gibi görüyorlar. Oysa ümmetçilik bütün Müslümanları ilgilendiren bir tercihtir. Ümmetçiliği bir görev olarak Türkiye’ye verip sömürgeci ABD’nin yardımıyla diğer Müslümanları tehcir ederek onların toprağına çöktükten sonra oraya Rojova demekle olmaz. Ümmetçilik, Müslümanların topluca Arap ya da Türk olması değildir. Arap’ın, Türkmen’in, Kürt’ün toprağını ABD yardımı ile işgal etmek değildir. Sömürgecilerin plânı ve yardımı ile Müslüman komşunun malına ve canına göz dikmek ümmetçilik değildir! Milliyetçiliği, ırkçılığı bir çeşit gen işi sayarak Arap’ın ya da Türk’ün varlık nedeni gibi takdim edenlerin buna karşılık kendi yayılmacı ve saldırgan tutumlarını ırkçılık dışı kavramlar ile açıklamaları bir insanlık suçudur. Doğru herkes için olduğu gibi, yanlış da herkes içindir. Doğruluk ya da yanlışlık dönemin şartlarına göre değişmez. Başkalarında hiçbir doğruluk göremeyenlerin kendi takıntılarını sömürgecilerin desteği ile değişmez ve tartışılmaz hakikat gibi görmeleri, kendi körlüklerinin ve vicdansızlıklarının işaretidir.

Milliyetçilik hak ise herkese haktır, yanlış ise herkese yanlıştır.