Süreyya

Bilinmelidir ki o gün ne ilk, ne de son taşı atanlar “günahsızdı”. “Bu suçun ortakları kim?” derseniz, asıl suçlunun zevki ve ihtirası uğruna masumlara taş atanlar ve attıranlar olsa gerek diyor ve ekliyorum: “Taşın günahı yok, benim ise sevabım…”

İLK taşı günahı olmayan atsın!” Bu repliği birçok kulak duymuştur da ne işe yaradığına ve neden söylendiğine dair geniş çaplı bir bilgiye sahip olup olmadıklarını açıkçası bilmiyoruz.

İranlı yazar Freidoune Sahebjam’ın aynı adlı eserinden yine İran asıllı yönetmen Cyrus Nowrasteh tarafından sinemaya uyarlanan hikâye ne yazık ki gerçek. Bahsini ettiğimiz film, 2008 yapımı ve orijinal ismi “The Stoning of Soraya M.” (Soraya'yı Taşlamak).

Hikâye, dinî lider Ayetullah Humeyni döneminde geçiyor ve İran’ın küçük bir köyünde, masum bir kadının kocasını aldattığı ve zina yaptığı gerekçesi ile recmedilişini konu ediyor. Film, İran asıllı Fransız gazeteci Freidonue Sahebjam’ın, 1986 yılında Süreyya’nın yaşadığı Kupayeh köyünden geçtiği sırada arabasının bozulması ile start alıyor. Bilamecbur uğradığı bu köyde kendisinin gazeteci olduğunu fark eden Zehra isimli kadın, bütün zorluklara ve engellemelere rağmen onunla konuşmaya başlıyor. Tek derdi var, o da bir gün önce “haksız yere” taşlanarak infaz edilen yeğeni “Süreyya”nın hikâyesini bütün dünyaya duyurmak…

Sahebjam, kayıt cihazının düğmesine basıyor, Zehra da anlatmaya başlıyor…

Süreyya, 35 yaşında yedi çocuk annesidir. 13 yaşında berdel edilerek kendisinden altı yaş büyük Ghorban Ali ile evlendirilir. 22 yıllık evliliği sırasında tam dokuz kez hamile kalır. Komşu köyde gardiyan olarak çalışan sadist kocasından gördüğü şiddetin sonucu olarak iki bebeğini ölü doğurur. Sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik şiddete de maruz kalır. Buna rağmen kocasına karşı kusur etmemeye çalışan “uysal bir eş”tir.

Recm

Ancak kocası komşu köyde, 14 yaşında bir kız görür ve işler bir anda değişir. Ali bu kızla evlenmek için Süreyya’dan kurtulma planları yapar. Süreyya durumu öğrenir ve nafaka almayacağını bildiği için boşanmaya karşı çıkar. Bu karar, onu ölüme götüren süreci başlatır.

Başta kocası Ali olmak üzere, köyün mollası Hasan ve muhtarı İbrahim’in de aralarında olduğu bir kumpas sonucu, karısı ölen Haşim’in evine gitmesini, bunun karşılığında ise ücret verileceğini teklif ederler. Süreyya kabul eder. Sonrasında ise yalancı şahitlerin beyanıyla zina ile suçlanır. Şeriat kanunlarına göre cezası bellidir: “Recm!”

Alınan karar köy halkına duyurulur. Filmin en can alıcı noktası da burasıdır. Öyle gerçekçi bir anlatım vardır ki o sahnede, senaryoyu okuyan ve Zehra’yı oynayan İranlı oyuncu Shohreh Aghdashloo, “Yönetmen konuyu anlattığı zaman dondum kaldım ve ilk lafım, ‘Bugüne kadar neredeydiniz? 20 yıldır sizi bekliyordum’ oldu. Gerçek bir recm kaydını seyrettiğimi ve o zamandan beri kim, ne zaman, nasıl bu dehşete ışık tutacak diye beklediğimi söyledim” diye tepki veriyor.

Biz yine o ibretlik güne, o kan donduran sahneye gidelim… Köyde bayram havası esmektedir. Bütün itirazlara rağmen, alınan kararın uygulanması için kazma küreklerle bir çukur açılır, recmin yapılacağı meydana taşlar taşınır. Zehra, Molla Hasan tarafından kendisine gönderilen kararı imzalamaz ve Soraya’yı kaçırmak ister, ancak bunda başarılı olamaz. Zehra, yeğenini bir gelin gibi ölüme hazırlar, saçlarını tarar.

Soraya ölümden korkmadığını, ancak taşlanarak ölmenin acı ve korkunç olduğunu söyler ve evlatlarıyla tek tek vedalaşır...

“Taşın günahı yok, benim ise sevabım...”

Nihayetinde kara çarşaf içinde meydana getirilir Soraya. Zehra, yeğeninin çarşafını çıkarır ve ona, “Allah seni cennetine bekliyor, kendin ve bizim için dua et” der. Yeğeni de ona, “Ağlayacak değilim, sen de ağlama!” diye karşılık verir. Birbirlerine sarıldıktan sonra yeğeninin çarşafını çıkarır Zehra, altından bembeyaz elbiseleriyle Soraya belirir. Bu onun kefenidir aynı zamanda. Varsa “son sözünü” söylemesi istenir.

Soraya kalabalığa dönüp “Bunu bana nasıl yaparsınız? Belli ki beni hiç tanımamışsınız! Ben Süreyya, evlerinize girip çıktım. Rızıklarımızı paylaştık, bizler dostuz. Bunu bana nasıl reva görürsünüz? Komşunuzum, annenizim, kızınızım, senin karınım!” diyerek tek tek muhataplarına seslenir, ancak kalabalık buna aldırış etmez. “Allah’ın emri” diyerek elleri arkadan bağlanır Soraya ve boyluca açılan ölüm çukuruna indirilir. Kürek ve “Allah-u Ekber” sesleri eşliğinde, günlerdir yemekten kesilen ve zayıf düşen bedeni toprakla sıkıştırılır.

Sıra “ilk taşı” kimin atacağına gelir. Buna, Soraya’ya iftira sonucu recmi reva gören “akil(siz) ve merhametsiz heyet”, o zavallı jüri üyeleri karar verir. “İlk taşı”, Soraya’nın babası atacaktır. “O artık benim kızım değildir” derken kızıyla son kez göz göze gelir baba. Zehra, “Yapma! Onun yerine beni taşlayın!” der ama nafile…

Babasının attığı hiçbir taş isabet etmez. Muhtara bunun ilahî bir işaret olduğu söylenir, ama molla bunu fark eder ve recmin devam etmesini sağlar. İkinci taş, hayalinde canlandırdığı 14 yaşındaki Mehri isimli kızı alacağı için ağzı salya sümük olmuş kocası tarafından atılır. Üçüncü taşsa Molla Hasan’ın, dördüncü oğullarının elindedir. Beşinci sırada ise Haşim var. Eline sıkıştırılan taşı atmaz ama sonrasında köylü yarım kalan işi bitirir. 

Atılan her taş, “taşlaşmış vicdanlara” değmeden merhamet sahiplerine ve mazlumlara ulaşır. Böylelikle bütün dünya recm vahşetini gerçekleştirenlerin gerçek yüzüyle karşılaşır, “taşlana taşlana ölmenin” nasıl bir şey olduğunu ve bu şekilde ölmenin ne kadar uzun sürdüğünü öğrenir. Öfke ve intikamla atılan her taş, önce sessizliği yırtar, ardından Soraya’nın billur yüzünü kaplayan kan görülür. Bu ritüel kan çekilene, can çıkana kadar devam eder. Soraya’nın kefeni ve atılan taşlar aynı renge bürünmüştür. Oluşan kızıl öbeğin üzeri bezle örtülür. Erkekler (!), taşları “Allah-u Ekber” nidalarıyla menzile gönderirlerken kadınlar da samimiyetsizce tespih çekip gözyaşı dökerler. Acı olansa, bir sonraki kurbanın kim olacağına dair hiçbir ipucu, endişe ve önlemin olmayışıdır.

Ve korkunç son!

Takati kalmayan, ölüme direnemeyen beden can verdikten sonra, muzaffer edalı “taş ordusu”, tekbirler eşliğinde yorgun ama bir o kadar gururlu bir şekilde meydandan ayrılır. Soraya’nın cansız bedeni bir nehir kenarına bırakılır, köpeklere yem edilir. Tan yeri ağarınca Zehra, yeğeninden kalan kemik kırıntılarını nehirde yıkar ve iki el arası bir mezara yerleştirir.

Ertesi gün sınıra ulaşmaya çalışan Fransız gazetecinin arabası köyden geçtiği sırada bozulur. Arabayı Haşim tamir edecektir, gazeteciden br süre köyde dolaşmasını ister. Zehra onun bir gazeteci olduğunu ve İngilizce bildiğini öğrenince, “İran’da bir kadının sesini zor duyarsınız” diyerek olup bitenleri anlatır, sesini de teybe aldırır.

Ali lüks arabasıyla köyden ayrılırken, alacağı kızın babasının idam edildiğini, düğünün de iptal olduğunu söyler. Heyettekiler, “Bütün bunlar boşuna mıydı?” derler. Haşim mollanın karşısına dikilir ve “Beni yalancı şahitliğe zorladılar” diyerek muhtara serzenişte bulunur. Ancak artık iş işten geçmiş, Süreyya recmedilmiştir.

Gazeteci arabasını teslim almak üzereyken, kumpası kuranlar onun gerçeği öğrendiğinden şüphelenir ve kendisini didik didik ararlar. Kasetler ve teybi paramparça edilir. Gazeteci köyden uzaklaşırken, Zehra ise sakladığı kaseti ona verir ve köylünün önünde dikilir. Onun bu kararlığı sayesinde tüm dünya Soraya’dan (Süreyya) ve onun gibi binlerce kadından haberdar olur.

Bilinmelidir ki o gün ne ilk, ne de son taşı atanlar “günahsızdı”. “Bu suçun ortakları kim?” derseniz, asıl suçlunun zevki ve ihtirası uğruna masumlara taş atanlar ve attıranlar olsa gerek diyor ve ekliyorum: “Taşın günahı yok, benim ise sevabım…”