Sanal
kent
“SOSYAL medya” üzerine
söylenecek her şeyi, “tamlama”nın taşıdığı anlam ve sınırla çerçevelemek mümkün.
Çünkü “sosyal” ve “medya” kavramı
çerçevesine sığdırabileceğimiz her şeyi bu “konu” için(de) anlamlandırabiliriz.
Ancak “sosyal medyanın etkisi”ni fotoğraflarken, çözünürlüğü yüksek tutmak için
aynı zamanda insanın “sosyalleşme”
ihtiyacı ile “görünür olma” pikselini
de yükseltmek durumundayız.
İnsanın
sosyalleşme ihtiyacı ve görünür olma/kılınma arzusu, önce kişilik, daha sonra
sosyal kimlik için “etkileşim alanı” etkisi yapar. Dolayısıyla özel bir konu
olarak “Müslüman ve sosyalleşme” ve de “dindar ve görünür olma arzusu” alt
başlığı ile sosyal medyanın etkisini analiz ettiğimizde, kaçınılmaz olarak verilecek
örneklerin çoğu “sorun” karakterinde olacaktır. Mahremiyet, teşhir, zan, ahlak,
aile ve provokasyon/tahrik odakları konulu -listeyi siz uzatabilirsiniz-
“çarpık” sayısız olay ve örnekle karşılaşacağızdır.
Ancak
sosyal medya mutfağındaki sorunlar, aslında işin özünü perdeleyen, dikkatlerden
kaçırılan asıl gerçekleri görmemizi erteleyen sonuçlardır. Teşhisimizi peşin ve
açık ifadelere dökelim: Sosyal medyada sorun olarak tanımlanan neredeyse her
şey, aslında sorunu örten “perdeler” listesidir.
Perde demişken, perde-ev ilişkisi ile başlatacağımız ve kent ile detaylandıracağımız betimlememizde, sanal dünyanın “perdesiz odalar”dan oluşan evlerin de sitelerin kenti olduğunu ve sosyal medyanın bu ev-mahalle-kent üçlemesinin medyası olduğunu tespit edeceğiz.
Sosyal
medya için kullandığımız “perdesiz odalar” tanımı, bir anlamda yanaşık düzende,
çok katlı binlerce apartmanın tüm dairelerinin -birbirinin görüş alanında olan
odaların- tümünün perdesiz, diğer dairelerin de kamera sistemiyle görülebildiği
bir ağı ifade etmektedir. Dolayısıyla sosyal medya, özünde her alanda edinilmiş
sanal evlerin (ticarî, siyasî, kültürel vb.), herkesin herkesi mutfakta, oturma
odasında veya yatak odasında görebildiği -çıplak gözle görünen- alanlardır. Bu çıplak gözün
görebildiği diğer “çıplaklık” türleri ise, biraz da komşuya ve komşuluk
anlayışına bağlı gelişmektedir.
Denebilir
ki, sosyal medya biraz da “komşu ziline basmak” işlevi görmektedir. Tabiî ne
ile karşılaşacağınız, sizin neyi “görmek ve göstermek” istediğinizle de ilgili
bir durumdur. Bu bağlamda sosyal medya algısı ve yorumu, “Kimin sosyal medyası?”
özeline indirgenmesi gereken bir seçiciliği zorunlu kılar. Facebook, Twitter, gruplar,
siteler vb. sosyalleşme ve haberleşme ağları, aslında ev edinme, komşu edinme
ve mahalle kültürü betimlemeleriyle açıklanabilecek bir “yerleşme” kararıdır.
Hayatın
özünde olan zaman-mekân edinimi ve buna dayalı “yaşam tarzı”, aslında bir
anlamda sosyal medya aracılığıyla “gölge hayatlar” diyebileceğimiz bir sanal
ortama taşınmış olmaktadır. Mesela “Facebook” taramalarında ahlak radarına
yakalanan teşhir ve davetkâr “görüntü” albümleri, Twitter ağzından küfürler,
zinaya davet eden web siteleri, gece kulübü tadında “org”lar, dullar kampı
formunda arkadaş siteleri ve en önemlisi istihbarat deposunda istiflenen “özel
bilgiler” avcılığına soyunmuş onlarca avcı bellek, insanı sanal kentin kurbanı/avı
kılmaktadır.
İnsan, sanal kent üyesi olmakla gerçek kent yaşamı dışında kendisine bir “ikinci hayat” imkânı yaratmak istemektedir. Tabiî elde edilmemiş, tatmin edilmemiş, kırbaçlanmış her şeyi sorgusuz ve sorumsuz şekilde elde edeceği bir ikinci hayat… Kuşkusuz bu ikinci hayata ev sahipliği yapacak zaman-mekân adresi, sanal kent formunda bir ağa sahip olan interaktif evler ve ayrıca bu kentte ne olup bittiğini haber alacağımız/vereceğimiz sosyal medya ağıdır.
Neden sokakta rastgele selamlaşmak, tanımadığınıza muhabbetle yönelmek ve karşı pencereden başkasının ev içine bakmak zor iken, zorlandıklarımızı sanal dünyada kolay kılan seçeneklere kavuşuyoruz? Sanal dünyada da olsa seçmek, seçici olmak, mahremiyet ve mesafe neden zor?
Çerçevesiz
çevre
Doğal
olarak sosyal medyayı sanal kentin medyası diye deşifre edip sanal dünya
üyeliğini de bir mahallede ev edinmek diye kurgularken, ilk ve en belirgin
sorun olarak gündeme getireceğimiz konu “çevre” sorunu olacaktır. Bu çevre, hem
yaşam tarzı mahalli anlamında edindiğimiz arkadaş-komşu-mahalle çevresidir, hem
de mahallede tüketilenlerin atıklarının oluşturduğu çöp-hava sorunu
içeriğindeki çevre-doğa sorunudur.
Nitekim
sosyal medya, bilgi çöpü, teşhir çöpü ve haber çöpü üreten bir “tüketim”
kültürü içerdiği gibi, arkadaş, mahalle ve komşu çevresi anlamında “sosyalleşme
çevresini” de ifade etmektedir.
Özellikle
sosyal medya aracılığıyla teklif edilen “onay” butonu, bir çevreye girme veya
davet etme vizesidir. Sanal dünyada -gerçek hayatta parmakla sayılır kişilerden
oluşan bir çevre varken- parmakla sayılamayacak ve bu parmaklardan oluşan elin
-kimin elinin kimin cebinde olduğu bilinmeyen- bir kalabalık çevreye dönüşmesi
kaçınılmazdır. Çünkü bu kentin ve bu mahallenin özelliği budur ve tercih sebebi
de bundan ibarettir.
Sosyal
medyayı tüketim-çöp şablonuyla analiz edenler, sosyal medyayı hayatına adapte
edenleri veya sosyal medyayı hayatı yerine koyanları, hayatın, hazımsızlık
sonucu olarak ortaya çıkardığı her türlü sosyal davranış atığının toplandığı
“sosyal bir çöplük” olarak nitelemekte ve bu yüzden bir hastalık çeşidi olarak
tanımlamaktadırlar.
Bu
pencereden sosyal medyaya bakanların gördükleri, daha çok davranışa ait “atıklar”
ve kişilik “teşhir” ambalajlarıdır. Yani bu mecra, küfür, seks, yalan, kırbaçlanmış
arzular ve ötekileştiren güç gibi histerik taleplerin pazarı olarak tarif
edilmektedir.
Sosyal
medyayı sadece yeni bir medya sektörü olarak görenler ise, endüstrileşen her
şeyin bir çeşit pazarı olarak işlev gören bu alanı bilgi edinme kanallarında
serbest piyasa, özgürleşen okur profili, yazılı medyanın tüketim reyonları gibi
“sanal bayiler” olarak değerlendirmekte ve bu bağlamda da bilgi-haber ağının,
başta devlet olmak üzere tekelleşmesine son veren “demokratikleştiren güç”
olarak vasıflandırmaktadırlar. Dolayısıyla sosyal medya ile demokratikleşme
arasındaki bağ önemsenmektedir. Bu bakış açısına göre, nasıl medya magazinden
ve yetişkin haberlerinden uzak olamayacaksa, aynı sürecin sanalda var olması da
gayet doğaldır.
Bir
de sosyal medyayı sosyolojik görünüm olarak vasıflandıran ve “göç yolları”
olarak tanımlayan bir yaklaşım var ki, bu daha çok “kayıtdışı göçler” olarak
tespit edilen kişilik-kimlik göçlerini ifade etmektedir. Bir anlamda sosyal
medya, hayatın içinde birçok şeyi gerçekleştiremeyen kişilik ve kimliklerin,
arzu ve hayalleri için kullandıkları göç yollarını ifade etmektedir.
Sosyal medya ile sanal bir göç koridoru oluşturulmaktadır. Siyasî, ekonomik ve kültürel açıdan bulunduğu zaman, mekânı ve yaşam tarzını değiştiremeyenler, istediği zaman, mekân ve yaşam tarzına sanal da olsa vizesiz geçebilen bir koridora sahip olmaktadırlar. Bu da sosyal medyayı hem çok yüzlü (maskeli), hem de mobil kılmaktadır.
“Biri
beni gözetlesin!”
Hiç
unutmam, bir tiyatro sanatçısı, iç çamaşırıyla tiyatro turnesinde “canlı sevişme”
sahnelemesi nedeniyle eleştirilere konu olunca, “Sanat, hayatın tuvale,
perdeye, sahneye yansımasıdır; hayatın içinde cinsellik varsa eğer, onu
yansıtmak sanatçının görevidir” demişti ve ben de “Hak sözde batılı
kastediyor!” deyivermiştim. Evet, sanat, hayatın tuvale, perdeye ve sahneye
yansımasıdır, ama hayatın içinde her “şey”i nasıl ve ne kadar onaylıyorsak, o
kadar ve o nasılla yansımalı perdeye, sahneye, tuvale. Değilse, kim hayatın
içinde, başkasının önünde sevişiyor ki?
Aslında
sözün özü, “hayatın içinde onayladıklarımız ile çelişmemeli hiçbir şey”
prensibidir. Nitekim modern zamanlarda Müslümanların en büyük açmazı ve
çelişkisi, hayatın içinde onaylamadıklarını bir başka yolla soluma ve
yaşamalardır. Bu yaman çelişkinin en acı ve çarpık örneklerine sanal dünyada,
özelde de sosyal medyada bolca rastlamaktayız.
Ancak
–genelleme yapmadan ifade ediyorum- dindarları “cesur” (görünür) kılan sosyal
medyaya baktığımızda, dindarların hayatlarında onaylamadıkları ve
uygulamadıkları birçok şeyi sanal ortamda pervasızca/perdesizce uyguladıklarını
görmekteyiz.
Örneğin
dindarların evleri –genellikle- perdelidir; gündüzleri tül, akşamları “güneşlik”
de denilen kalın perde ile örtülüdür. Gerçek hayatta, mutfak ve/veya oturma
odasında perdeyi açık tutarak izlenir olmak, dindarların tercihleri içinde
yoktur. Ancak aynı dindarların sosyal medyadaki paylaşımlarına baktığımızda,
tanıdık veya tanımadık herkesin izleyebildiği “açık pencere” içinde ev hali
(genellikle oturma/misafir odası ve mutfak hali görüntüleri gibi haller
içerecek pozlar) sergilenebilmektedir.
Ev içinde çocukların bile kapı “tık”lamadan giremediği odalardaki mahremiyetler, birçok kişiye isteyerek veya istem dışı biçimde bir tıklama mesafesinde sunulmaktadır. Yeni elbisesini dost ve akraba misafirler önünde endam ve işve ile giymekte imtina eden bazı dindar kadınlar, herkese açık sanal podyumda, moda albümü tadındaki sunuşta bir sakınca görmemekte; park dinlence ve eğlencelerinde tanımadığı erkekler tarafından söz iltifatına tutulmaktan rahatsızlık duyanlar, sınır tanımayan iltifatları “beğen” butonunda coşturmaktadırlar.
Sosyal medyada sorun olarak tanımlanan neredeyse her şey, aslında sorunu örten “perdeler” listesidir.
Çocukların,
ellerinde “canlı çekim bombası” gibi dolaşan telefonlarla ev içinde rastgele
çekilen fotoğrafların veya videoların -aslında çocuk iyi niyetlidir- arka
planında ev hali ile dolaşan misafir veya ev sakinleri de görülebilmektedir. Ev
kapısında, merdivenlerde her fırsatta hal hatır soran yabancılardan hoşlanılmazken,
yedi düvel yabancıların beğeni ve çengel selamlarını karşılıksız bırakmak da
sosyal medya görgüsüne aykırı bulunmaktadır.
Aslında
mesele, “Hayatın içinde onaylamadıklarımızı neden sanal dünyada yapmaktan
kendimizi alıkoyamıyoruz?” gerçeğimizdir. Bir başka vurguyla söylersek eğer,
apartmanda veya mahallede komşumuzu tanımaz ve bilmez iken, komşumuzu merak
etmezken, dolayısıyla ev halimize onları tanık ettirmezken, neden sanal dünyada
“ipini koparan” bize komşu olabiliyor ve biz “akraba içi haller” modunda birçok
mahremimizin perdesini aralıyoruz?!
Neden
sokakta rastgele selamlaşmak, tanımadığınıza muhabbetle yönelmek ve karşı
pencereden başkasının ev içine bakmak zor iken, zorlandıklarımızı sanal dünyada
kolay kılan seçeneklere kavuşuyoruz? Sanal dünyada da olsa seçmek, seçici
olmak, mahremiyet ve mesafe neden zor?
Sanal
dünya, evimizin tanımadığımız binlerce komşu tarafından kuşatıldığı bir kent ve
kuşkusuz bu kente üye olmak da, bu kentte yaşamak da bir modern imkân ve
ihtiyaç. Ancak gerçek kentler gibi bu kentin de tekin olmayan semtleri,
sokakları var. Bu kentin de sorunları ve güvenliği tehdit eden riskleri var. Bu
kentin de sapıkları, ipsizleri var. Hem de hiç beklemediğiniz birinden zarar
görebileceğiniz kadar maskeliler kenti bu kent…
Siz uyuşturucu ve seks ticareti yapan birine komşu olur musunuz? Tabiî ki hayır! O zaman ne idüğü belirsiz yüzlerce komşuyu neden ediniriz? “Takipçimiz artsın, reytingimiz coşsun” diye mi? “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” atasözü, “Komşu komşunun tıklamasına muhtaçtır” şekline mi dönüştü?
Şüphe
Sanal
dünya ve sosyal medya eleştirisi, bir zamanlar TV için yapılan eleştirileri
hatırlatmış olabilir, hatta “TV tek başına kötü değildir, programına göre
değişir” aksanı ile tepki verilebilir. Ancak mesele, “iyi-kötü”den çok “değişim-gelecek-insan”
denkleminde yaşanan yeni olguları anlamak ve çözümlemektir. Özellikle
dindarların özelindeki açmazları yansıtan ayna etkisi sebebiyle usulden çok
esastan meseleyi ele almayı zorunlu kılan sonuçlara sahip bir “yeni
sosyalleşme-yeni medya” olgusundan bahsediyoruz. Neredeyse her yeri “şüphe”
kokan bir süreç var ortada…
Televizyon
“başka hayatlar” sunarken, internet “ikinci hayat” daveti sunmaktadır.
Televizyon sadece “sunucu” iken, internet “Sen de sun!” kırbacı kullanmaktadır.
Televizyon iç çekilen yıldızlar geçidi iken, internet “Ne ararsan
bulabilirisin!” pazarı kurmaktadır. Dolayısıyla insan, internetle
yakalanmayacağını düşündüğü her türlü hayatı ve iddiayı sunabildiği bir imkâna
kavuştuğunu düşünmektedir. Bu imkân, insanın özlediği ama elde edemediği şeyleri
soluyabileceği bir sanal kente kayıt yaptırma fırsatıdır.
Gerçek
hayatta tanımadığımız veya tanımak ihtiyacı duymadığımız komşulara sahipken,
sanal kentte sayısız kişiye komşu olmakta ve perdesiz odaları olan evleri
(komşudan izin isteme ihtiyacı duymadan) gözlemekten zevk almaktayız.
Her
şeyden önce “karakolu olmayan” bir mahalleden bahsediyoruz. Nitekim devlet,
sosyal medya üzerinden örgütlenen provokasyonlar nedeniyle sosyal medya
denetimi ve sosyal medya suçları ihdası için hazırlık yapınca, kıyamet
koparılarak “özgür dünyanın sonu” kampanyaları yürütülmüştü.
Kayıtdışı
yuva yapan ve resmî yuvaları yıkıp yerine gecekondu yuvalar diken sosyal medya,
adeta devletsiz, dolayısıyla denetimsiz bir “kayıtdışı hayatlar” kentine
büründürülmüştür.
Dindar
çevrelerin kayıtdışı hayatlar tecrübesi, sanal dünyada ilk önce “İslamî
evlilik” siteleri adı altında geliştirilmiş, daha sonra bloglarla “buluşma
odaları”na evrilmiş ve en son “örtülü cinsel kültür parkları” tecrübesi ile
“teşhirli tesettür”, “geyikli mukabele”, “çöp çeken arkadaşlık”, “ herkes
beğensin cemaati” ve “zekât ayaklı dullar köprüsü” gibi “ucube mahaller”
oluşturulmuştur.
Bir
de özellikle AK Parti iktidarını devirme amacıyla üretilmiş korsan siteler,
eşkıya bloglar, milis Facebook hesapları ve şüpheci Twitter mesajları ile
zamanla sosyal medya tartışmalarının odağını ahlak-hukuk yerine güç-adalet
tartışmaları aldı. Güç-adalet tartışmalarında sosyal medya, “şüphe uyandıran
komşu” hüviyetiyle sonunu getirmek istediği her yuvaya komşu olmanın yolunu
aradı. Özellikle “Bağımsız kaynaklarca onaylandı” ihtimalini sıfırlayan ve
ispatı muhal binlerce “şüphe montajlama” odaklarınca üretilen sanal haber,
adeta “böl-parçala-yönet” tekniğinin ileri karakolu gibi çalıştırıldı. Bu
bağlamda dindar çevreler tahrike hazır, atlamaya hevesli potansiyelleriyle
sosyal medyanın yemsiz oltalarına binlerce kez yakalandılar. Çünkü şüpheden
kaçınma, araştırmadan fıska prim vermeme ahlak ve bilinci gitmiş, yerine
taşıyıcı dedikodu elçisi olmaya namzet sosyal medya cahili güruhlar oluşmuştu.
Aslında tüm bu yaşananları “dindar” ön takısı ile vasıflandırmakta kasıt arayanlar olabilir -kuşkusuz dindarlığı maske olarak kullananlar da var-, ancak bir gerçekle yüzleşmek durumundayız: Sosyal ergenlik dönemi sorunlu geçmiş çevrelerin başında dindar çevreler gelmektedir.
Kadın “örtü”yü zihinsel mesafe değil de fizikî perde ile sınırlı kavrayınca erkeğe büyük bir iştah açılmaktadır: “Kadın kokusu”… Koku içe çekilince yüzde beliren sivilce ise, “beğen butonu”dur.
Bir
ergenlik sivilcesi: Facebook
Facebook,
-istisnai durumların da varolma kaydıyla- sosyalleşme
ve “görünür olma” arzularının (sanal da
olsa) tatmin edildiği bir “yeni dünya”yı ifade etmektedir. Kuşkusuz bu dünya,
“sosyal” ve “medya” sözlüğünden derlenen bir “dil”e ve en önemlisi de “yeniden
insan” tanımını dayatan bir “gelecek kurgusuna” sahiptir.
Facebook,
ailenin dost ve akrabalara sunmayı kültür saydığı “hatırat” ile başlamış ve
çocukluk arkadaşlarının ruhu ile kanatlanmışken, zamanla ünlü olmak isteyen
ruhun kast ajanslarına gönderdiği “artistik pozlar” ile zenginleşmiş ve derken
“Biri beni gözetlesin!” sırnaşmasına ulaşmış bir “kişilik vitrini” olmuştur.
Facebook’u
“hayat ajandası” ile sınırlı “notlar-haberler” formunda kullanan kişi sayısı
neredeyse kayıt içi sayılmayacak kadar az. Facebook’u “mektup” tadında ve “metin-fotoğraf”
içtenliğinde gönderen kişi sayısı ise “kişilik sahibi” sayısı kadar sayılı.
Facebook’u dost ve akraba onayı kadar titizlikle listeleyen tanıdık sayısı ise
pazarda kaybedilmiş çocuk gibi aranan…
Facebook,
sosyal kimliği ergenlik düzeyinde olanların, özellikle cinsellik, beğenilme ve tatmin
örgüsü içinde -örümcek ağı gibi zayıf ama bol-, avını beklediği bir “takılma
ağı” görevi görmektedir. “Takılma” vurgusu, özellikle “Öylesine takılıyorum!”
esprisindeki gizli gerçeği ele vermektedir.
Dindar
çevrelerin, gerçek hayattaki sorunların kökeninde de ergenlik dönemi önemli bir
yer tutar. Sayısı azımsanmayacak kadar çok bazı dindar erkekler, kendi şehvet
sınırlarını dinin kadına çizdiği sınır sanır ve öyle ileri sürerler. Ve yine
sayısı azımsanmayacak kadar çok bazı dindar kadınlar da örtüyü “baş”ta yanlış
anlar ve “Altı forma, üstünü sorma!” modasında görünür olmayı “kocaya itaat” zannederek
mahkûm kalırlar. Bu mahkûmiyet, erkek gardiyanların hâkimiyetinde süren bir
“arzu zindanı”dır ve kadın kadına paylaşılanlar, sadece avludaki
paylaşımlardır. İşte sosyal medya, bu avluda erkeklerin şehvetli süzmeleri
eşliğinde atılan voltalardan ibarettir.
Kadın
“örtü”yü zihinsel mesafe değil de fizikî perde ile sınırlı kavrayınca, erkeğe
büyük bir iştah açılmaktadır: “Kadın kokusu”… Koku içe çekilince yüzde beliren
sivilce ise, “beğen butonu”dur.
Bir
adet iyi
Teknolojinin
iletişim ağına ve kültürüne getirdiği devrim içinde kuşkusuz en kaçınılmaz
olanı da internet edinimi ve kullanıcı profilidir. Bu bağlamda haberi hızla,
tepkiyi acilen ve şimdi kılan olanağı ile sosyal medya, bir “imkân” olarak el
altındadır. Ancak bu imkân, “para” gibi kanı kaynatan, kaynamış kanı akıtan,
yeni imkânlara pencere açan bir şehvete sahiptir.
Sosyal
medyanın gözlerine dikkatlice bakıldığında, -istisnai durumları ve kişileri her
zaman için ayırıyoruz- her şeyi iştahla süzen gözlerin baskın olarak erkeğe ait
olduğu, seçili kadın gözlerininse –maalesef- “teşhir işçisi” olduğu fark
edilecektir.
Ev
adabı içinde ziyaret edilen ve aile kültürü içinde ağırlanan sanal ortam
odaları çok az iken, gece kulübü, orta direk gazino ve tekin olmayan sokak
havası daha çok. Camiye bu ortamdan yol alarak gitmeye çalışan dindarlar ise
her geçen gün çoğalmakta. Kim bilir, belki de çoğalan arzu, şehvet, ego,
beğenilme ve bastırılmış güdüler,
komşusundan
şüphe etmeyen, şüphe uyandıran komşuyu fark etmeyen, bir gün kendini komşu
evinde “ölü” buldurabilir. Kuşkusuz bu manadaki ölü ise değerler, anlayışlar,
prensipler, ahlak ve en önemlisi de güven olacaktır.
Siz,
siz olun, “şüphe uyandıran komşu”yu fark ettiğinizde en yakın karakola
başvurun!