HAZRETİ Ali (kv), Hazreti
Hasan (ra) doğup da ismini vermek istediğinde Efendimiz (sav) müdahale etmiş.
Zira
Hazreti Ali’nin vereceği isim “Harb” imiş...
Efendimiz’den
müdahale etmesini isteyense Allah (CC)...
Cebrail
(as) gelerek, Hazreti Hârûn’un oğullarının isimlerini Hazreti Mûsâ’nın
verdiğini söylemiş ve Efendimiz’den o isimleri aynıyla kullanmasını istemiş.
Efendimiz’e
Hazreti Hasan için söylenen isim şu: “Şibr”...
Efendimiz,
Cebrail’den bu ismin Kendi dilindeki karşılığını sormuş. Cebrail, “Hasan”
karşılığını vermiş. Efendimiz de bu ismi okumuş Ehl-i Beyt’in müctebâ incisinin
kulağına...
***
Hazreti
Ali, Hazreti Hüseyin (ra) doğduğunda bu kez beklemiş. Cebrail aynı sebeple
gelmiş ve Efendimiz’den bu kez “Şübber” ismini vermesini istemiş.
Efendimiz
yine Kendi dilindeki karşılığı sorunca, Cebrail bu kez de “Hüseyin” demiş.
Tabiî Efendimiz de bu ismi vermiş Ehl-i Beyt’in güzellik mercanına...
***
Yıllar
önce Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin Efendilerimizin isimlerinin veriliş
hikâyesini dinlediğimde aklımda şu tek soru canlandı: “Şibr ve Şübber
kelimeleri, ‘süper’ kelimesine ne kadar benziyor, acaba aslı var mı?”
Biz
Hasan ve Hüseyin isimlerinde “güzellik” anlamı olduğunu bilen kimseleriz.
Peki,
kim güzeldir, ne güzeldir?
Yüz
ve vücûda yüklediğimiz bu kelimeyi sıfat olarak kullanırken soyut ve somut plânda
birçok koşulda düşünürüz.
Akad
dil sözlüklerinde ulaşabildiğim karşılıklara göre “güzel” kelimesinin anlamı “damqum”...
“Akıl”
kelimesinin karşılığı “siprum”...
Sümer
dil sözlüklerinde “özgürlük” kelimesinin karşılığı “subar”...
“Kurtarıcı”
kelimesinin karşılığı da “subarra”...
“Servet”
kelimesinin karşılığı ise “subar-sugal”...
Şimdi
“Şibr” ve “Şübber” kelimelerini yeniden okuyup telâffuzların akrabalığını ve “Hasan”
ile “Hüseyin” kelimelerinin hangi tarif üzerinden Efendimiz’in dilinde karşılık
bulduğunu tekrar düşünelim mi?
Güzel
nedir, güzel kimdir, düşünelim mi?
Hazreti
Mûsâ’nın kavmi için vaat ettiği şey, onları vaat edilmiş topraklara ulaştırmak
değil, onları özgürlüklerine kavuşturmaktı. Zira köleydiler...
Efendimiz’in
insanlık için ortaya koyduğu tebliğ de kölelikten özgürlüğe yol değil miydi?
Biri
kavminin, Biri insanlığın kurtarıcısı değil miydi?
Ve
insanların hakikati görmeleri için vazettikleri şey, “akıllarını kullanmaları”
gerektiği değil miydi?
Şüphesiz
insan için en kıymetli servet, akıl değil miydi?
Aklın
konuştuğu iş güzel olmaz mı?
Aklıyla
konuşan kimse güzel değil midir?
“Süper!”
diye karşıladığınız oluş veya nesne, aklınıza hitap etmiyor mudur?
***
Ve
Superman...
Hollywood’un
en yakışıklı, en karizmatik, en güçlü, diğer kartondan kahramanların lideri
olan kahraman, “Superman”...
Güçlerini
nerede nasıl kullanacağını bilen, zalimlerden halkını kurtarmak için bulacağı
yöntemlerde aklını sonuna kadar kullanan, zamana ve mekâna meydan okuyan
Superman... Efendimiz’in tebliğinin tüm zamanlara ve mekânlara hitabı gibi...
Bir
de pelerini var Superman’ın...
Uçuşu
kolaylaştırdığı için mi?
Efendimiz
Hira’da ilk emri alıp da evine döndüğünde Hazreti Hatîce Annemizin O’nun
üzerine ne örttüğünü hatırlattı mı bu da size?
Ne
örtmüştü?
Kendi
hırkasını...
Yahut
Karan güzeli Üveys’e armağan edileni hatırladınız mı?
Pelerin
ne uçmaya, ne de soğuktan korumaya yarar. Onun işi asâleti temsildir.
Yeryüzünün gördüğü tek asil hırka ise, Efendimiz’in üzerine örtülen ve
Efendimiz’in armağan ettiğidir.
Superman’ın
ismini ve de pelerinini bu gözle okurken, gelecekte bu konu üzerine döşeli
yepyeni bir çalışmayla karşınıza çıkarabilmek ümidiyle...