“BEŞERİYETİN zenginliğinin temelini ziraat teşkil eder.” (Sultan İkinci Abdülhamid)
***
“Abdülhamid” denilince istibdat kavramını ağızlarında sakız eden malûm kesime rağmen 19’uncu yüzyılda Avrupa egemenliğindeki dünya düzenine adapte olmaya ve mevcudiyetini sürdürmeye çalışan Osmanlı Devleti, Sultan Abdülhamid döneminde hayatın her alanında hissedilen uzun vadeli bir dizi reform programı başlattı. Bu programların malî altyapısı ağırlıklı olarak geri kalmış ama büyük potansiyele sahip ziraî ekonomiye dayanıyordu. Her ne kadar Anadolu teknolojik olarak geri kalmış olsa da sanayileşen dünyaya ziraî ürün ve hammadde sağlama görevini de üstlenmişti.
Türk ziraî üretiminin büyümesi, Avrupa’nın artan taleplerinin karşılanmasına ve gelirleri çoğaltıp Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı ve modernizasyonu için gerekli olan sermayeyi sağlamaya yardımcı oluyordu. Sultan İkinci Abdülhamid’in (1876-1909) uzun süren saltanatı boyunca Osmanlı yönetimi dikkatle düşünülmüş, ancak hakkını vererek uygulanmamış bir dizi tarımsal reform programını başlattı ve destekledi. O, tarımın iyileştirilmesiyle çiftçi sınıfının zenginleşeceği, tarımdan elde edilen gelirlerin artacağı ve daha güçlü bir Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkacağı düşüncesini benimsedi.
Onun döneminde memleketimizde birçok alanda yenilikler ve ilkler yaşandı. Tarımda yapılan bu çalışmalar sonunda Avrupaî tarzda ziraî eğitim ve üretime geçilmeye çalışılmıştı. Bunun neticesi olarak bir yandan ülkede asırlardır tarımı yapılan ürünlerin rekoltesi artırılmaya çalışılırken, bir yandan da bizde üretilemeyen ürünler yetiştirilmeye başlandı. Kendisi de bizzat çiftlikler kurarak tarımla uğraştı. Yıldız Sarayı’nın bahçesini bir botanik ve zooloji bölümü hâline getiren İkinci Abdülhamid’in kuşlar, çiçekler ve büyük ağaçlara karşı alâkası fazlaydı.
Onun döneminde Anadolu ve Rumeli demiryollarının büyük bir kısmı tamamlandığı gibi, yol bulunmayan Anadolu’da bir şose şebekesi meydana getirildi. Çeşitli şehirlerde atlı ve elektrikli tramvaylar, düzenli rıhtımlar yapıldı. 1890 sonrası İç Anadolu’nun tahıl yetiştirilen bölgelerine kadar giren demiryolları sayesinde bu alanlar dünya pazarına sokuldu. 1876 ile 1908 yılları arasında aşar vergisinden elde edilen kazanç yüzde 79’a yükselirken, Anadolu’dan yapılan tarım ihracatında değeri yüzde 45 arttı.
Amerikalı iktisat tarihçisi ve Osmanlı tarihi uzmanı Donald Quataert, “Anadolu’da Osmanlı Reformu ve Tarım” adlı bir eserinde Sultan Abdülhamid dönemini şu şekilde anlatıyor:
“Bir yandan Sultan İkinci Abdülhamid’in tarımın ve çiftçiliğin geliştirilmesi için gösterdiği şahsî gayretler, kurulan numune çiftliklerinde modern tarımın makineli hâle getirilmesi çabaları, öbür yandan Bağdat demiryolunun yapımıyla Anadolu’nun içine akan büyük hareketlilik, ürünlerin kıyı şehirlerine çok daha ucuz ve hızlı aktarılabilmesinin sağladığı ticarî tarıma geçiş ve zenginleşme ile bütünleniyor.
Bu resimde devlet, Düyun-u Umumiye’nin kaynaklarımızı emen varlığına rağmen hiç de pes etmiş görünmez. Tarım bürokrasisi kurulur. Ticaret odaları, Ziraat Bakanlığı (Nezareti), Ticaret ve Ziraat Meclisi, ziraat okulları ve asıl tarım reformlarını yürütecek olan Ziraat Heyet-i Fenniyesi… Tabiî bu reformların finansörlüğünü üstlenecek olan Ziraat Bankası da verdiği kredilerle Anadolu insanının üretkenliğini artırma çabasının destekçilerinden biri olmuş; dahası, küçük üreticiyi tefecilerin elinden kurtarmıştır.
Edirne, Selânik, Sivas, Halep gibi imparatorluğun dört bucağında beliren örnek tarlalar, reformun sadece teoride kalmayıp pratiğe de aktarıldığının çarpıcı göstergeleridir. Abdülhamid ise bir yandan Amerikan tarım aletlerinin kontrolünü yapmakta, diğer yandan Iowalı bir mühendis olan David Kent’in Ziraat Bakanlığı’nda istihdamı için iradeler neşretmekteydi. Ayrıca Romanya’nın meşhur buğdaylarını incelemek için bir heyet gönderiyordu…”
Ve ilk defa Abdülhamid Han zamanında ormanlar devlet koruması altına alındı ve ormana zarar verebilecek keçilerin azaltılması yoluna gidildi.
Sultan Abdülhamid’in ziraat okulları
Sultan Abdülhamid, büyük bir kesiminin tarımla geçimini sağlayan çiftçiliği meslek edinen halkın refahının artırılmasında üretimin yükseltilmesini önemli bir mesele olarak görmüştür. Bunun sağlanabilmesi için yeni tarım tekniklerinin çiftçilere öğretilmesi gerektiğini biliyordu. İkinci Abdülhamid, ziraat okulları meselesine 1877 yılında el atmış ve bu amaçla bazı projeler hazırlatmışsa da 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nın yıkıntıları ile ekonomik ve ziraî durumun bozulması, bu projelerin uygulanmasına imkân vermemiştir. Bu savaşın bitiminden hemen sonra memleket genelinde yüksek ve orta seviyede ziraat okulları açılmıştır.
Onun ziraî eğitim hakkındaki şu görüşleri her türlü takdire şayandır: “Toprak mahsullerinin inkişafını temin etmek başlıca gayemiz olmalıdır. Kaldı ki, sahip olduğumuz memleketin toprakları çok bereketlidir. Ziraatımızı icabeden seviyede tutabilmek için ziraatçılarımızın modern ziraat ilmini tahsil etmeleri lüzumludur.”
Bu görüşler neticesinde, 1848 yılında Yeşilköy’deki Ayamama çiftliğinde açılan ve iki yıl faaliyet gösteren Mekteb-i Zirai Şahane’yi saymazsak, 1891 yılında Mekteb-i Âli yani yüksekokul olarak Halkalı ve Selânik Ziraat Mektepleri ve Bursa’da Ziraat Ameliyyat Mektebi onun zamanında açılmıştı.
Çiftlik mektepleri, Türkçe okuma yazma bilen, yeni tarım usullerini öğrenmiş, kendi tarlasına ekip biçmeye muktedir, çiftçi, yazıcı ve subaşı yetiştirmek amacıyla yatılı olarak açılıyordu. Öğretim süresi yörelere göre iki üç yıl olarak değişiyordu. Okullardan çıkışta, çıkış belgesinin yanı sıra uygulama çiftliklerinde çalışma karşılığı bir miktar sermaye de veriliyordu. Siroz, Hama, Antalya, Halep gibi yerlerde bazı çiftlik okulları açılmıştır.
Amele mektepleri, tarımsal alanda araçların bakımı, bitki ve hayvan hastalıkları ve çareleri konusunda yetişmiş işçi yetiştirmek amacıyla, iki yıl öğretim süreli okullar olarak kuruluyordu. İkinci Meşrutiyet döneminde bazı yerlerdeki “numune tarlaları” da amele okulu hâline getirilmişti. Çiftlikler içinde genellikle uygulamaya dayalı bir eğitim yapılıyordu.
Branş okulları, belirli branşta yoğunlaşmış tarımsal eğitim kurumları olarak açılmıştır. Bunların önemlileri şunlardır:
1. Bahçıvanlık mektepleri: Bahçıvanlığın yanı sıra bağcılık, meyve ağaçları, şarapçılık, konservecilik alanlarını da içine alan ve değişik adlarla kurulmuş bazı okullar olmuştur.
2. Dârülharirler (ipekçilik okulları): İpekçiliği fennî bir şekilde öğretmek amacıyla kurulan bu okulların en eskisi, 1887 yılında Bursa’da kurulmuştur. Daha sonra ülkenin 5-6 yerinde açılan bu okullar oldukça başarılı çalışmalar da yapmışlardır.
3. Sütçülük okulları: Beş merkezde sütçülük okulları kurulmuş, ayrıca seyyar sütçülük okulları kurmak için Avusturya’ya öğrenci yollanmış ve alet ısmarlanmıştır.
Proje hâlinde kalan, bunlardan başka olarak Ziraat Nezareti’nin kurmayı tasarladığı tavukçuluk, aşçılık, balıkçılık gibi okullarınsa açılışı gerçekleştirilememiştir.
Abdülhamid zamanında açılan okullar eğitim şekli, öğrenci profili ve branşlaşma konuşlarında farklılık arz ediyordu. Örneğin Ziraat Mekteb-i Âlileri, yüksekokul seviyesindeki okullardır. En önemlisi, Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi’dir.
İkinci Abdülhamid döneminde uygulamalı ziraatın yaygınlaştırılması çabasının bir sonucu olarak İstanbul dışındaki vilâyetlerde de ziraat okulları kurulmuştur. Bu okullara, Padişah’ın ismine izafeten Hamidiye Ziraat Ameliyat Mektebi adı verilmiştir.
Yüksek Ziraî Eğitim Mektepleri
1. Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi: İçinde Ziraat, Orman, Veteriner ve Tarım Makineleri isimleri altında dört fakültesi olup Ziraat Üniversitesi şeklinde açılmış ve Paris Grinyon Ziraat Yüksek Enstitüsü model alınarak yapılmıştı. Okulun açılması ilk 1878-1879 yılları arasında Ahmed Cevdet Paşa’nın Ticaret ve Ziraat Nazırlığı zamanında gündeme gelmiştir. Halkalı’da yer satın alınmış ve binanın inşaatı 1891 yılında tamamlanmıştır. Bina tamamlanınca, ilk önce Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye içinde açılmış olan Mülkiye Baytar sınıflarının öğrencileri bu okula nakledilmiş ve asıl ziraat öğrencilerinin kabulüne ise bir yıl sonra başlanmıştır. Bundan sonra okula Halkalı Ziraat ve Baytar Mekteb-i Âlisi adı verilmiştir.
1894 yılında okul, ikinci dönem veteriner mezunlarını verdikten sonra bu sınıflar İstanbul’a nakledilerek müstakil bir okul hâline getirilmiştir. Halkalı’daki okul ise Ziraat Mektebi olarak kalmış ve 1896’dan itibaren mezun vermeye başlamıştır. Okul, idadî mezunlarını kabul etmekte ve dört yıllık bir yüksek ziraat eğitimi vermekteydi. Burada eğitim ücretsizdi ve okulun iyi bir eğitim verebilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmadı. Ziraatın Batı’daki gelişmelerden de istifade için yurtdışına öğrenciler gönderdi. Bu okula daha sonra ormancılık ile ilgili dersler de eklenerek okulun adı Halkalı Ziraat ve Orman Mekteb-i Âlisi olarak değiştirilmiştir. Böylece orman mühendisleri de bu okulda yetiştirilmeye başlanmıştır.
2. Selânik Ziraat Ameliyat Mektebi: 1887-1888 tarihinde İstanbul dışında açılan diğer bir ziraat okulu da Selânik şehrinin doğusundaki Sedes çiftliği civarında kurulan Selânik Ziraat Ameliyat Mektebi olmuştur. Bu okulun kurulmasında zamanın valisi Galip Paşa ile ziraat müfettişi Aram Kaftanyan’ın büyük emeği geçmiştir. Okulun binası ahır ve ambarları tam ve muntazamdı. Okulun ilk müdürü Vitalis Efendi idi. Öğrenim süresi üç yıl olan ve Rüştiye mezunlarını kabul eden bu okul, İkinci Meşrutiyet döneminde Halkalı derecesinde bir yüksek ziraat okulu hâlinde teşkilatlandırılmış (1910), ancak Balkan Savaşı sırasında Selânik’in kaybedilmesinden sonra kapatılarak öğrencileri Halkalı Ziraat Mektebi’ne nakledilmiştir.
3. Edirne Hamidiye Ziraat Mektebi: 1 Ağustos 1881 yılında, Edirne’de, Hamidiye Ziraat Mektebi ve Numune Çiftliği kurulmuştur. Okul İkinci Selim’in Edirne’de yaptırdığı ve o tarihlerde kalıntısı bulunan sarayın bahçesinde yer alıyordu. Ancak tahsisatsızlık ve hoca yetersizliği sebebiyle bu okulun ömrü çok kısa olmuş ve açılışından üç sene sonra kapanmıştır.
Çiftçilere yönelik Hamidiye Ziraat Ameliyat Mektepleri
İkinci Abdülhamid döneminde uygulamalı ziraatın yaygınlaştırılması çabasının bir sonucu olarak İstanbul dışındaki vilâyetlerde de ziraat okulları kurulmuştur. Bu okullara, Padişah’ın ismine izafeten Hamidiye Ziraat Ameliyat Mektebi adı verilmiştir. Bu okulların amacı, çiftlik yönetimini bilen çiftçi ve kâhyalar yetiştirmekti.
15-20 yaşları arasındaki Rüştiye çıkışlı öğrencilere 3 yıllık bir eğitim veriliyordu. 20’nci yüzyıl başlarında çok şeyler beklenerek ülkenin 12 yerinde kuruldu. Bu okullardan bazıları şunlardır:
1. Hüdavendigâr Hamidiye Ziraat Ameliyat Mektebi: 21 Mart 1891’de ismi Hüdâvendigâr Hamidiye Ziraat Ameliyat Mektebi olan bir okul, Bursa’da açıldı. Hamidler köyündeki Topal Mehmet Ağa’nın arazisinde 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbikî eğitim alan 15 öğrenci mezun etti. Bu okula çok önem veren Padişah İkinci Abdülhamid, bir gemi dolusu her cins damızlık hayvan ve malzemeyi Mudanya üzerinden göndermiştir. Okulun kuruluşunda zamanın valisi Mahmud Celâleddin Paşa’nın önemli hizmetleri geçmiştir. İlk müdürü Mazhar Bey olan okul, Birinci Dünya Savaşı sırasında işgaller yüzünden kapatılmış, daha sonra yeniden açılmıştır. İlk mezunlarını 1894 yılında veren okul, hâlen Bursa Ziraat Meslek Lisesi adıyla faaliyetini sürdürmektedir.
2. Ankara Ziraat Mektebi: Bu okul da 1895-1897 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun tarımı geliştirmek üzere ülke topraklarında oluşturmayı plânladığı “Numune Çiftliği” kurma çalışmalarının bir sonucu olarak yapılmıştır. 1908 yılında Ankara Valisi Ali Münif Bey tarafından açılışı gerçekleştirilen Ziraat Mektebi, uzun yıllar ülkede ziraatın geliştirilmesine öncülük etmiş ve bu konuda uzman elemanların yetiştirilmesine katkıda bulunmuştur. İki katlı olarak taştan inşâ edilmiş binanın zemin ve merdivenleri tahta-ahşap olarak düzenlenmiştir. Binaya ulaşım, Ankara çayı üzerinde bulunan tahta bir köprü ve bugünkü Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinin üzüm bağı içerisinden sağlanmaktadır. Ankara Numune Çiftliği’nin merkezi olarak öğrenci yetiştirmek amacıyla kullanılan bu binanın hemen sağ alt tarafında hara binası (at çiftliği) ve Keçiören köy yolu, sol tarafında ise hizmetlilerin kalması için inşâ edilen binalar ve Kalaba köy yolu bulunmaktaydı. Asma bağları ile ünlü Kalaba köyünde ise Ankara çayının kenarındaki alüvyonlu topraklarda sebze yetiştirilmekteydi.
3. Diğer illere açılan okullar: Daha sonra Adana, Hama, Sivas ve Kastamonu’da açılan ziraat okulları da İstanbul dışında açılan orta seviyeli ziraat okullarının örnekleridir.
Dârülharirler (ipekçilik okulları): İpekçiliği fennî bir şekilde öğretmek amacıyla kurulan bu okulların en eskisi, 1887 yılında Bursa’da kurulmuştur. Daha sonra ülkenin 5-6 yerinde açılan bu okullar oldukça başarılı çalışmalar da yapmışlardır. (Foto: Kozabirlik)
Branş eğitimi veren okullar
Ziraatın genel olarak bütün konularında eğitim veren bu okullardan başka ipekçilik, arcılık, bağcılık gibi konularda eğitim veren özel amaçlı ziraat okulları da kurulmuştur.
I. İpekböcekçiliği okulları: Branş eğitimi veren okullardan en önemlileri ipekçilik okullarıdır. Bu okulların kuruluşu, Duyûn-u Umumiye-i Osmaniye idaresinin teşebbüsüyle olmuştur. 1881 yılında devletin bir kısım gelirleri borçlarına karşılık olarak alacaklılara terk edilmiştir. Bu gelirler arasında ipek ve koza vergisi büyük bir yekûn tutmaktaydı. Duyûn-u Umumiye idaresi bu sebeple ipek böcekçiliğine özel bir önem vermiş ve üretimin verimli yapılabilmesi için bu okulların kuruluşunu teşvik etmiştir.
Hüdavendigar Harir Darüttalimi ve Harir Darüttahsili Mektepleri, Bursa’da İpekböcekçiliği Enstitüsü’nün temellerindendir. Harir Darüttalimi ve Harir Darüttahsili Mektepleri böylece açıldı. Harir Darüttalimi Mektebi, 2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar Efendi’nin evi kiralanarak açıldı. Okula ilk önce on iki öğrenci alınmış ve bunlara ipekböcekçiliği ve tohumculuk konularında bilgiler verilmiştir. 1889 yılında ilk mezunlarını veren bu okul daha sonra Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi’nin daha geniş olan evine nakledildi. 1894 yılında ise Maksem civarında, Eşrefiye semtinde inşâ edilen binaya taşınarak adı İpekböcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitünün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi konusunda Bursa’da başarılı hizmetler görerek çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Sultan, Bursa’daki İpekçilik Enstitüsü’nde Müslüman talebenin azlığına hayıflanıyor, sayılarının artması için acil önlemler alınmasını da istiyordu.
Diğer şehirlerde açılan ipekböcekçiliği okulları: Bu okulu takiben yine Duyûn-u Umumiye idaresinin teşebbüsleriyle Antakya, Amasya, Beyrut ve Elazığ’da da ipekçilik okulları açılmıştır.
Bağcılık okulları
1. İstanbul Bağcılık ve Aşı Ameliyat Mektebi: 1887 yılında ülkede yayılmaya başlayan ve bağlara büyük zarar verdiği görülen filoksera hastalığının önüne geçmek amacıyla İstanbul Göztepe’de “Amerikan Asma Fidanlığı, Numune Bağı ve Aşı Ameliyat Mektebi” adı ile yabancı bir uzmanın idaresi altında bir okul kurulmuştur. Burada bağ meraklılarına ve bağcılara mevsimine göre yapılacak işler hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca, ameleden seçilen ve vilâyetlerden gönderilen çiftçi gençler pratik bağcı ve fidancı ustası olarak yetiştirilmiştir.
2. İzmir Bağcılık ve Aşı Ameliyat Mektebi: 1900’de İzmir Seydiköy’de bir “Bağcılık Aşı Ameliyat Mektebi” açılarak bağcılığın geliştirilmesine ve Filoksera’nın önlenmesine çalışacak gençlerin eğitimine başlanmıştır.
3. Kızıltoprak Bağcılık Mektebi de bu tür özel amaçlı ziraat okullardandır.
Hayvancılıkla ilgili okullar
1. Ankara Numune Çiftliği Çoban Mektebi: Sultan İkinci Abdülhamid, çobanların dahi eğitimli olmasının arzulandığı için 1898 yılında Ankara’da, Numune Çiftliği’nin içinde bir de Çoban Mektebi açtırmıştır. Bu okul tiftik keçilerinin bakım ve ıslahı için bilgili eleman yetiştirmeyi amaçlıyordu. Halep’te açılan çiftlik ve sütçülük mektepleri hayvancılık konusunda açılan okullardan bazılarıdır.
Sultan, Bursa’daki İpekçilik Enstitüsü’nde Müslüman talebenin azlığına hayıflanıyor, sayılarının artması için acil önlemler alınmasını da istiyordu.
Tarımda ilkler ve Sultan Abdülhamid
Çay tarımı
Ülkemizde 16’ncı yüzyıldan itibaren çok az kişi tarafından ıtriyat amacıyla kullanılan çay, 1839’dan sonra yavaş yavaş kahvaltılarda boy gösterdi. Çay tarımı ise ilk olarak Sultan İkinci Abdülhamid döneminde başladı. Çay ziraatının tarihçesini Doç. Dr. Kemalettin Kuzucu arşivlerden araştırmış ve önemli bilgilere ulaşmıştır.
Bu bilgileri şöyle özetleyelim:
Türkiye’de çay ilk defa 1870’lerin sonlarında, çalışmak için Rusya’ya giden Artvin, Hopa ve Arhavili çiftçiler tarafından getirilerek yetiştirildi. 1880’li yılların sonunda Japonya’dan ithal edilen çay tohum ve fidanları İstanbul, Bursa ve Selânik gibi yerlerde ekilerek yetiştirilmeye çalışıldı. Ancak bu şehirlerimizde ikliminin çay ziraatına elverişli olmaması yüzünden netice alınamadı. Bu teşebbüslerin neticesiz kalması üzerine 1894 yılında bazı vilâyetlere ziraat müfettişleri gönderildi ve buraların arazi yapısı ve iklim özellikleri incelendi. Hazırlanan raporlar incelendikten sonra İkinci Abdülhamid’in emriyle 1894’te çay ekimi için yeniden teşebbüse geçildi. Japonya’ya çay fidan ve tohumları sipariş edildi. Türkiye’de yetiştirilen çaylar inceletildi. Çayın ekimi ve bakımı için bir talimat hazırlandı. Ardından, başta İstanbul, Erzurum, Sivas, Ankara, Bursa, Aydın, Adana, Halep ve Suriye’nin değişik bölgeleri olmak üzere imparatorluğun dört bir tarafında çay yetiştirilmesi için faaliyete geçildi.
Çay üretimine önem veren Sultan Abdülhamid, konuyla ilgili her türlü gelişmeyi yakından takip etti. 1896 yılında da Buharalı Yusuf, Trabzon’da yetişen çay yapraklarını henüz genç filizler hâlindeyken toplayarak işlemiş ve beyaz çay elde eder. Bu çaylardan Padişah’a bir paket çay hediye eder. Bundan memnun olan Abdülhamid, Trabzon ve çevresinde çay ekimini inceletir. Çay ve kahve ziraatı hakkında bir kitap yazan Hollandalı Hobbis’i de saraya çağırıp ödüllendirmiştir.
Çay kısa bir süre sonra kazanç kapısı hâline gelince, devlet çaya vergi koyar. Çiftçilerin bu durumdan şikâyetçi olmaları üzerine Trabzon Valisi Yusuf Ziya Paşa, vergi koymak yerine çay üretiminin teşvik edilmesi gerektiğini hükümete bildirir. Valinin bu müracaatı üzerine çaydaki vergiler kaldırılır.
Patates tarımı
Patates ise yönetimin bir süre önce Anadolu’da yaşanan kıtlığın önlenmesi için devreye soktuğu önemli bir tarım ürünü. Önce Adapazarı, Söğüt, Eskişehir; sonraları Diyarbakır, Harput, Trabzon ve Erzurum’a, hatta Van’a ekilen patates, her türlü vergiden muaf tutularak özendirilmiş ve o kötü hava şartlarının yaşandığı yıllarda Anadolu’da açlığın büyük ölçüde önüne geçmeye yaramıştı.
Bağcılık ve aşıcılık
Sultan Abdülhamid bir yandan “Bağcılık ve Aşıcılık Mektepleri” açtırıp çiftçilere bağcılık ve aşıcılık tekniklerinin öğretilmesini sağlarken, diğer yandan da bağcılığımızın baş belası olan Filoksera’ya karşı mücadele tekniğini öğrenmesi için Fransa’ya birçok talebe gönderilmiştir.
Gül yetiştiriciliği: 93 Harbi diye bilinen 1877-78 Rus Savaşı’nda, şimdiki Bulgaristan’da kalan topraklarımızdan kopan yüz binlerce Müslüman Türk, Edirne’ye, ardından da İstanbul kapılarına yığılır. Göçmenlerden bir kısmı Kızanlık bölgesindendir ve bu yöre halkı gülcülükle geçinmektedir. Yani gül tarımı yaparak gül suyu üretirler. Kızanlıklıların bir kısmı İstanbul’da İkinci Abdülhamid’in şahsî mülkü olan Çavuşbaşı Çiftliği’nde iskân edilir. Muhacirlerimiz burada Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocalarından C. Bonkowski’nin nezaretinde bilimsel metotlarla gül üretmeye ve gülyağı imaline başlarlar. İlk hasat 1886’da yapılır ve 650 kilo taze gül toplanır. Neticeden memnun olan Abdülhamid, gül yetiştiriciliğini teşvik etmiş ve yine Göksu deresi boyunda bulunan Hekimbaşı Çiftliği’ne de gül kokularının yayılmasına izin vermiştir. Böylece Göksu deresinin içinden geçtiği bu bölge, tam anlamıyla bir “Güller Vadisi” manzarasını almış, derenin güzelliğine bu defa da gül kokuları, renk ve ışık seli katılmıştır.
Kızanlıklı muhacirlerin bir kısmı, daha sonra Isparta’ya da yerleştirilir. Dolayısıyla Isparta’ya gülcülüğü getirenler Kızanlıklı Bulgaristan göçmeni Kızanlıklı Türklerdir.
İlk kez üretilen aşı ve serum
Sultan Abdülhamid döneminde salgın hastalıklarla da mücadele edilmiştir. Bu maksatla 1893 yılında Bakteriyolojihane-i Şahane, daha sonra da Bakteriyolojihane-i Baytarî kurulmuştur. Bakteriyolojihane-i Şahane’de üretilen aşı ve serumlar, o zamanlar dünyayı kasıp kavuran tifo, kolera, dizanteri, veba, tifüs ve menenjit gibi hastalıkların önünün kesilmesinde rol oynamıştır.
Bakteriyolojihane-i Baytarî’de de o zamanlar hayvanları kırmakta olan şarbon, veba ve çiçek gibi hastalıkların da aşıları üretilmiştir. Kuduz aşısının bulunmasından sonra ülkemizin ilk kuduz hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtıran Sultan Abdülhamid’dir.
Sultan Abdülhamid bir yandan “Bağcılık ve Aşıcılık Mektepleri” açtırıp çiftçilere bağcılık ve aşıcılık tekniklerinin öğretilmesini sağlarken, diğer yandan da bağcılığımızın baş belası olan Filoksera’ya karşı mücadele tekniğini öğrenmesi için Fransa’ya birçok talebe gönderilmiştir.
Tohumculuk çalışmaları
Onun döneminde tohumculuk konusunda da bir dizi tedbir alarak yurtdışından tohum ithal edilmesini engellemiş ve tohum zararlıları konusunda kitaplar yazdırarak tohumculukla uğraşanlar bilinçlendirilmeye çalışılmıştır. Devrin gazeteleri aracılığı ile halka bu konuda gerekli bilgilendirmeler yapılmıştır.
Sultan Abdülhamid döneminde ilk defa 1874 yılında Dâhiliye Nezareti nezdinde bir Tahrir-i Nüfus Umum Müdürlüğü de tesis edilmiş ve bu tarihten sonra nüfus sayımı işlerinden bu müdürlük sorumlu olmuştur. Tahrir-i Nüfus Teşkilâtı memlekette insan gücü ve mal varlığının istatistikî bir şekilde her yıl düzenli olarak tespitine çalıştı e böylece tarım sayımı gerçekleştirildi.
Tarıma dayalı sanayi tesisleri ve fabrikalar
Sultan Abdülhamid, tarıma dayalı sanayiye önem vermiş, bu hususta fabrikalar açtırmıştır. Bunlardan bazıları Hereke Halı ve Dokuma, Beykoz Deri, Cibali Tütün, Yedikule İplik ve Havagazı Fabrikalarıdır.
Sultan Abdülhamid ipek böcekçiliğine de ayrı bir önem verilmiştir. 1891 yılında Hereke Fabrika-i Hümayunu, saraylarda kullanılmak üzere halı üretimine başlamış sarayların tüm halı ihtiyacı bu fabrika tarafından sağlanmıştır. Burada Yıldız Sarayı bünyesindeki Tamirhane-i Hümayun ressamı olan Mösyö Emil Meinz tarafından saray mekânlarının özellikleri göz önünde bulundurarak çizilen yeni halı desenleri dokunmuştur.
Sultan Abdülhamid’in Hereke dokumalarının çeşit ve miktarının arttırılması, kalite ve güzellik açısından Avrupa dokumaları ile rekabet edebilecek duruma getirilmesi, üretimin çoğaltılması talimatıyla Hereke Fabrikasına Hazine tarafından ilave halı tezgâhı kurularak üretim desteklenmiştir. Çok rağbet gören ve her biri sanat eseri niteliğinde olan “Hereke” tarzı böylece ortaya çıkmış ve “Hereke halısı” böylece dünyada hâlâ tanınan ilk Türk markası olmuştur.
Bütün bu olumlu gelişmeleri sekteye uğratmak isteyenler boş durmamıştır. İpekböcekçiliğini yok etmek isteyenler sinsice harekete geçmişlerdir. Bursa’da, özellikle ipekböcekçiliğini yok eden haşerelerin İngiliz gizli servisince sokulduğu tespit edilmiştir. Abdülhamid Han bu konuları çok sıkı bir şekilde takip etmiş, bunlar için özel ekip kurmuştur.
Ruslar bu makineyi görüp makinenin plânlarını kopyalarlar. Hatta Sultan Abdülhamid Han’a bir heyet göndererek bu makinenin üretimi için bazı anlaşmalar önerirler. Rüştü Bey, icat edilen bu makinenin ismini dövme harflerle makinenin üzerine yazdırır: Yıldızbiçer.
İlk yerli hasat makinesi “Yıldızbiçer”
Yazar Orhan Keleş’in hususi arşivinden resimlerle süslediği bir yazısında, hasat makinesi yapımı ile ilgili şu bilgiler vardır:
“Sultan Abdülhamid 1899 yılında tarımda hasat ve harman işlerinin daha kısa sürede bitirilebilmesi amacıyla yerli bir makine yapılmasını istedi. Bu iş için Bursalı Ziraat Mühendisi Rüştü Bey görevlendirildi.
Rüştü Bey’in başkanlığında bir ekip kurulur ve çalışmalara başlanır. Çok işlevli bir hasat biçme makinesi meydana getirilir. İcat edilen bu makine çok yönlüdür. Günümüzdeki biçerdöver işlevini gören bu makine, biçme, danenin ayıklanması ve ürünlerin balyalanmasını sağlıyordur. Bu makineden üç adet yapılır. Ruslar bu makineyi görüp makinenin plânlarını kopyalarlar. Hatta Sultan Abdülhamid Han’a bir heyet göndererek bu makinenin üretimi için bazı anlaşmalar önerirler. Rüştü Bey, icat edilen bu makinenin ismini dövme harflerle makinenin üzerine yazdırır: Yıldızbiçer.”
Tarıma dayalı kurumlar
Ziraat Bankası: Gerçekleştirilen tarım reformlarının kalbinde ise Ziraat Bankası yatmaktadır. Sultan Abdülhamid döneminde yapılan en önemli bir icraat, Ziraat Bankası’nın kurulmasıdır. 1867 yılında Sultan Abdülaziz döneminde “Memleket ve Menâfi Sandıklan” adıyla bazı kredi müesseseleri kurulmuştu. Bu sandıklar 1883’te Menâfi Sandıkları, 15 Ağustos 1888’de de Ziraat Bankası adını aldı. Abdülhamid döneminde önemli merkezlerde bulunan Menâfi Sandıkları da Ziraat Bankası şubelerine dönüştürüldü ve imparatorluk içinde 400’den fazla şube açtı. Ziraat Bankası’nın kuruluşu ile çiftçilere yıllık yüzde 6 oranında çok düşük faizli krediler sunularak başarılı bir destek programının uygulanmıştır. Bir kredi kurumu olan banka, çiftçilerin bütün ihtiyaçlarını karşılamasa da geleneksel tefeci sınıfının fahiş oranlarına karşı bir alternatif oluşturmuştur.
Ziraat odaları: Bütün memlekette ticaret, ziraat ve sanayi odaları da yine Abdülhamid zamanında açıldı. Ziraat Odaları, ilk kez 1881 yılında çıkarılan bir tüzükle kurulmuştur. 1881-1897 döneminde ziraat odalarının sayısı 99’a yükselmiştir. Ziraat odaları bu yıllarda, genel olarak bir danışma kurulu niteliğindeydi. Ziraat Bankası’nın işleyişinde önemli görevleri yürüten ziraat odalarından seçilen bir üye, Ziraat Bankası’nın İstanbul’daki merkezinde bulunan Ziraat Bankası Merkez İdare Kurulu üyeliğine seçilirdi. Bu kurul aylık toplantılarında yönetimsel uygulamaları gözden geçirir ve banka şubesi açma veya kapatma, ipotekli mülkiyetlerin icrası ve banka çalışanlarının maaşları gibi belli başlı konularda kararlar alırdı. Buna ek olarak, yıllık muhasebe kayıtlarını Maliye Nezareti’ne sunardı. Taşrada ise ziraat odalarından seçilen bir üye Ziraat Bankası’nın şubelerinde oluşturulan yönetim kurulu üyeliği yapıyordu ve bu kurul maaşsız olarak çalışıyordu. Kurulun görevi şube müdür ve yardımcılarına yardım etmekti. Banka müdürü üzerinde mahallî bir denetim ölçüsü oluşturmak maksadıyla kurul başkanlığında mahallî seçilen temsilcilerden biri bulunuyordu.
Sultan Abdülhamid’in tarımda reform projeleri
Sultan Abdülhamid, 27 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirilmiş ve Selânik’teki Alatini Köşkü’ne tabiri caiz ise hapsedilmişti. Kendisine koruma olarak verilen Debreli Yüzbaşı Zünnun Bey’le yaptığı bir sohbet esnasında ona büyük bir ciddiyet ve samimiyet içinde, yaptığı ve yapmak istediği projelerini anlatır. Bu sohbette tarım ve köy politikaları hakkında anlattıkları, bir ziraat mühendisi olarak hayli ilgimi çekti. Bu görüşleri meslektaşlarımla paylaşmak istedim. Sultan şunları anlatıyor Yüzbaşı Zünnun Bey’e:
“Bizim kalkınmamızda ziraatın yanında hayvancılığın büyük bir rolü olmalıdır. Bu memleket gerek küçükbaş ve büyükbaş, gerek kümes hayvanlarının yetişmesine, gelişmesine müsaittir. Bunun için köylümüzün hayvan yemini teşkil eden maddelerin ziraatına büyük ehemmiyet vermesi lâzım gelir. Sonra hayvanî maddeler olan süt, sütlü maddeler, yumurta üretimi çok gereklidir. Bu suretle içte gürbüz bir neslin yetişmesine imkân vermiş, dışarıya da bunları ihraç ederek esaslı bir gelir kaynağı elde etmiş oluruz. Bizim mühim bir hususiyetimiz, meyve memleketi olmamızdır. Bilhassa bağcılık, sebzecilik ve konservecilik bu yurda büyük bir gelecek vaad etmektedir.
İşte ele alınacak mühim mevzular: Köylerimizde bal arılarının petekleri de pek azdır. Hâlbuki bu memleket bu sahada iyi bir mahsul elde edebilir. Diğer taraftan yabanî zeytin ve fındık ağaçlarını aşılamak, bu iki mühim kaynağımızı geliştirmek icap eder. Sulama mevzuu da mühimdir. Nehirlerimizi kanallarla birleştirmek ve Mısır’da, Asvan’da olduğu gibi birtakım barajlar vücuda getirmek elzemdir. Fırat ile Dicle’yi, Seyhan ile Ceyhan’ı, Sakarya ile Kızılırmak’ı daha faydalı bir hâle getirmek mümkündür. Bütün limanlarımızı, bilhassa Karadeniz ve Akdeniz limanlarımızı baştanbaşa inşâ etmek, Anadolu ve Rumeli demiryollarını çoğaltmak pek zaruridir.”
Bundan tam 100 yıl önce düşünülen ve konuşulan bu konuların bugün hâlâ en önemli tarımsal meselelerimiz olduğunu düşünürsek, geldiğimiz ve gelmemiz gereken seviyeyi daha iyi anlarız sanırım. Abdülhamid Han, hayvancılık için yem bitkileri tarımının geliştirilmesi, tarımsal üretimin geliştirilmesi için sulamanı gerekliliği, hayvansal üretimin artırılarak dengeli bir besleme ile sağlıklı ve gürbüz nesillerin yetiştirilmesinin gerekliliğini, tarım ürünlerinin ihracını ve bunların ihraç edilmesi için demiryolu ve limanların yenilenmesini vurgulamış. Bunlardan başka, nehirlerimizin birbirine kanallarla birleştirilmesi ve barajların yapılması da onun projeleridir.
Sultan Abdülhamid’in bu projelerini okuyunca, belki, “33 yıllık iktidarında neden bunları yapmadı?” diye düşünenler olabilir. Bunun da cevabını Sultan şu ifadelerle veriyor: “Sizi temin ederim Yüzbaşı, bütün saltanatım boyunca bunları düşündüm. Bazı imkânlar da aradım. Fakat bu noktada en korkumun altında, yabancı sermayenin mevcut kapitülasyonları daha tahammül edilemez bir hâle sokması ihtimâli vardır. Esasen düşmanlarımızın tazyiki altındayız. Borçlarımız pek fazladır. Yabancı sermaye, memleketi bu suretle daha müşkül bir vaziyete sokacaktır. Bir müstemleke hâline gelmekten korktum.”
Efendim, bu satırlardan sonra yorum yapmaya sanırım gerek yok. Ancak ona “Kızıl Sultan” diye saldıran sünger kafalıların da bu vatanperver endişeleri okuyunca yüzlerinin kızaracağını beklemiyorum.
Ankara Numune Çiftliği Çoban Mektebi: Sultan İkinci Abdülhamid, çobanların dahi eğitimli olmasının arzulandığı için 1898 yılında Ankara’da, Numune Çiftliği’nin içinde bir de Çoban Mektebi açtırmıştır.
Sonuç
Sultan Abdülhamid, tarımda düşündüğü reformları gerçekleştirmek için tarım okulları açtı. Model çiftlik ve tarlalar tesis etti. Ziraî uzmanlardan kurulu, kendi kendini idame ettirebilen yetişmiş bir bürokrasi meydana getirdi. Bu kurumlar modern tarım uygulamalarını köylü sınıfına tanıtmak ve üretimi arttırmalarını kolaylaştırmak hedefindeydi. Üstelik hükümet, kazançlı mahsuller yetiştiren çiftçilere vergi indirimi sağladı; ıslah edilmiş tohumlar dağıttı, modern tarım aletleri ithal edip bunları çiftçilere tanıttı.
Ancak onu bizlere hep kötü tanıtmaya çalıştılar. Şu çarpıcı satırlar, merhum Nihal Atsız’ın “Abdülhamid: Gök Sultan” isimli yazısından: “Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, İkinci Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır. Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı? Sultan Hamid, kızıl değil, ‘Gök Sultan’dır.”
Onun tarım alanında yaptığı reformlar ve yapmak istediği projeleri dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştık. Umarım bu konuda daha bilimsel araştırmalar yapılır. Üstad Necip Fazıl, onun tarımda yaptığı bu reformlardan yola çıkarak şu manidar sonuca varmıştır. “Abdülhamid’in Türk ekonomisini mutlaka ziraî temele dayamak ve ondan sonra, birikecek bir sermaye gücüyle sınaî plânda gelişmek diye özleştirebileceğimiz iktisadî görüşü kurtarıcı çaptadır.”
Yine yazımızı Üstad Necip Fazıl’ın şu tarihî hükmüyle sonlandırmak istiyorum: “Abdülhamid’i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır.”
Kaynaklar
1. Anonim, Başkent Bursa, http://www.kultur.gov.tr/TR/belge/1-1332/1-baskent-bursa.html
2. Dr. Vahid Çabuk, Sultan II. Abdülhamid, Paraf yayınları, İstanbul 2010
3. Donald QUATAERT, Gelişim Açmazı: 1888-1908 Osmanlı Türkiye’sinde Ziraat Bankası ve Ziraat Reformu, (Çeviren: Salih KIŞ), Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 461
4. İlknur Aydoğan, İstanbul Halkalı’da Bir Yapı, Yapıda Bir Tarih, Yeni Aktüel Dergisi, Sayı: 186
5. Kadir Mısıroğlu, Bir Mazlum Padişah: II. Abdülhamid, Sebil Yayınları, İstanbul 2007
6. Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1, Ufuk Kitap, İstanbul 2006
7. Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2, Timaş yayınları, İstanbul 2009
8. Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, Büyük Doğu Yayınları, 24. Baskı, İstanbul 2003
9. Nihal Atsız, “Abdülhamid Göksultan”, Ocak Dergisi, Sayı: 11, Mayıs 1956
10. O. Doğan, S. Kılınç, Uzakları Görebilen Hükümdar: Sultan II. Abdülhamid, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2010
11. Orhan Keleş, Hasat Makinesi, www.onaltiyildiz.com
12. Orhan Keleş, Tarımda Oynanan Oyunlar, www.onaltiyildiz.com
13. Prof. Dr. Erhan Afyoncu, Çay II. Abdülhamid Zamanında Türkiye’ye Getirilmişti, Bugün Gazetesi, 01.06.2011, http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/156907
14. S. Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası, Hilmi Kitapevi, İstanbul 1957
15. Dr. Necdet AYSAL, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da İlk Günleri “Ziraat Mektebi”, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Öğretim Görevlisi
16. https://www.nvi.gov.tr/osmanli-donemi