Süleymani ve El-Mühendis olayı üzerinden İran okumaları (3)

ABD’nin, İran’ın güdümündeki Haşdi Şabi örgütünü hedef alması, onların da ABD Elçiliğini işgalleri ve ABD’nin sonrasında Süleymani’yi öldürmesi, gündemi Irak halkının her ikisine karşı yaptığı protestolardan çıkarıp bir anda İran-ABD çekişmesine tekrar taşıdı. Bu durumda “İran da, ABD de Irak Şiîleri arasında itibar aramakta” diyebiliriz.

Bundan sonra neler olabilir?

KARŞILIKLI tehditler ve restleşmelere bakılınca, sanki İran ile ABD savaşı çıkacak gibi bir hava olmasa da ortak kanı, bunun gerçekleşmeyeceği şeklinde…

Zaten böyle bir savaşı kimse arzu etmez!

Yusuf Kaplan, böyle bir şeyin olamayacağını şu şekilde izah ediyor:

“Amerika, bölgede İran’dan daha kullanışlı bir gizli müttefik bulabilir mi? Düşünsenize, bütün Arabistan yarımadasını işgal ediyor İran! Irak’tan Suriye’ye kadar! Amerikalılar, İngilizler, İsrailliler değil, İran işgal ediyor, kana buluyor! Dolayıyla bir taşla birkaç kuş birden vurmuş oluyor emperyalistler!

Her şeyden önce, kendileri yorulmadan, Müslümanları birbirine düşürmüş ve hattâ kırdırmış oluyorlar! Böylelikle asıl hedef sapmış oluyor! Batılı emperyalistler temize çıkmış oluyor! Bu nedenledir ki, hepimizi, bütün dünyayı aptal yerine koyarak, ‘Ortadoğu bataklık! İslâm dünyası birbirini yiyor!’ diyorlar ve sonra da ‘kurtarmaya’ geliyorlar! Çok aşağılık bir tezgâh bu!”

Yasin Aktay da bu çatışmanın olma ihtimâlini zor görenlerden:

“Ancak yine de bu söylem ve eylemlerin İran ve ABD arasında doğrudan bir savaşa dönüşmesi zor görünüyor. Zor; çünkü bu, yaklaşık 40 yıldır ABD’nin İran’la her iki ülke açısından alabildiğine işlevsel olan ve her iki tarafa çok kazandıran bir düzenin bitmesi anlamına geliyor.”

Krizin arka plânı

“Madem bu adamlar birbirlerine saldırmayacaklar, o zaman neden ABD böyle bir saldırı hamlesinde bulundu?” sorusuna cevap arayalım şimdi…

Yasin Aktay, “Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el-Mühendisi’nin öldürülmesi ise, sadece ABD’nin yeni bir oyun kurmaya başladığını gösteriyor” diyerek bir kapı aralıyor bize.

Krizin Amerika cephesinde kâra dönüştürülmesi muhtemel hamlelerinin başında seçim meselesi var. İkinci olarak, “Türkiye’nin son hamleleri ile bozulan Suriye-Irak hattında düşünülen enerji koridoru ve yeni bir devlet kurulması meselesinde tadilat, İran’ın Çin ile münasebetlerini baltalamak” da diyebiliriz.

Amerika cephesindeki bu hamleleri yazarlarımızdan okuyalım.

Seçim hamlesi

Serdar Arseven’e kulak verelim:

“Karşımızda duran tablo, Trump’un son derece ‘stratejik’ bir hamle gerçekleştirdiğini göstermektedir. Öncelikle, seçime hazırlanan bir Başkan olarak iç kamuoyunda büyük puan topladı bu operasyonuyla. ‘ABD’ye yönelik hiçbir tehdit ve saldırının karşılıksız kalmayacağına’ dair mesajını lâfta bırakmayıp en kesin ve keskin biçimde ‘icraata’ dökmesi, iç kamuoyundaki desteğini arttırdı. Bu hamlesiyle, ‘söğüşleyip durduğu’ bazı Arap devletleri ile İran arasındaki ‘krizi’ daha da derinleştirmiş oldu Trump.”

Ziya Avşar Hoca şöyle diyor yazısında:

“Trump, ABD’nin eski kuklası olan terörist başı Bağdadi’yi imha ederek yakaladığı kamuoyu desteğini bir kez daha dinamik hâle getirmek için Süleymani’yi de imha ettirerek konumunu güçlendirme yoluna gitti.”

Süleyman Seyfi Öğün de bu cepheden şu açıklamalarda bulunmuş:

“Beyaz Saray ile Pentagon arasındaki gerilim burada gevşiyor. İsrail rahatlıyor. Süleymani ve El-Mühendis’in öldürülmesi, Trump’a yeni bir seçim başarısı getirecek.”

ABD seçimleri açısından Ahmet Ay da şunları söylemiş:

“Hayalet’in öldürülmesi, ABD’de sonbaharda yapılan başkanlık seçimleri öncesi ikinci kez başkan olmak isteyen D. Trump’a da yaradı. Seçimlerden önce Süleymani’nin Trump’un emriyle öldürülmesi, içeride zor durumda olan Trump’a rahat nefes aldırdı.”

Dr. Ağca da ilk etapta krizin bir seçim yatırımı olduğunu vurguluyor:

“Eğer bu yıl ABD’de başkanlık seçimleri ve Trump gibi bir lider olmasaydı, belki cevap, Süleymani’nin öldürülmesi olmayabilirdi. Bu saldırı elbette Trump için bir seçim yatırımıdır.”

Ancak bazı çevrelerden, ABD’de diğer çevrelerin bu suikastı onaylamadığına dair de bilgiler vermekte. Yasin Aktay bu konuda şunları yazmış:

“Süleymani’nin öldürülmesine itiraz eden ABD’liler, Irak’ta askerlerinin bundan sonra nasıl bir güvenceyle kalabileceklerini sorgulamakla başlıyorlar işe. Bu, şimdiye kadar kiminle nasıl bir güvence oluşturmuş olduklarını da yeterince gösteriyor.”

Çin hamlesi

Ahmet Ay, krizin bir başka yönünü işaret ediyor: Çin ve İran yakınlaşması…

“Sorun, Kasım Süleymani gibi bir katilin öldürülmesinden ibaret değil, aynı zamanda ABD’nin Çin ile İran üzerinden hesaplaşmasıdır.

ABD, İran’ın manevra alanını daraltırken aslında Çin ile ilişkisine darbe vurmayı hedefliyor. Çin, bölgede İran üzerinden ABD’nin bölgedeki varlığını dengelemeye çalışıyor. Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden bir hafta önce Çin-Rusya-İran, Hint Okyanusu’nda ortak deniz tatbikatı gerçekleştiriyordu. Umman Denizi’ndeki bu tatbikatın amacı, ABD’nin bölgedeki gücünü durdurmaya yönelikti. İran ile enerji ilişkisinden daha önemli olan konu, Çin’in İran ile stratejik hedeflerinin ABD’yi zor durumda bırakmasıdır. Zira iki ülke de ABD hegemonyasından rahatsız.”

İran cephesinde durum

İran cephesinden olaya baktığımızda da benzer beklentileri görüyoruz. Yusuf Kaplan, “Amerikalılar, İsrailliler, İran’ı mazlum duruma düşürerek İran’ın önünü açıyorlar!” diyerek söze giriyor.

Dr. Fehmi Ağca da şunları söylüyor: “İran da bundan büyük bir zarar görür. Fakat kamuoyunu tatmin etmek için de bazı şeyler yapılacaktır. ABD tarafından bunların bir kısmına göz yumulacaktır.”

İran’da son zamanlarda rejime karşı bir halk ayaklanması söz konusu. Zamlar nedeniyle yapılan protestolar bazen önü alınamaz boyutlara ulaşıyor. İran bu kriz ile bu sorunu da bir şekilde aşmayı umuyor. Ahmet Fidan da bu duruma dikkat çekiyor:

“Olaylar, İranlıların beklemediği gelişmelerdir. Çünkü Şahlık rejiminin rüşvet, irtikâp ve hırsızlıkları yeni dönemde aynen devam etmiştir. İran mollaları atın önüne et, itin önüne ot koymuşlardır. Bundan da İran halkı memnun olmamıştır. Bir taraftan ABD ambargosu, öte yandan halkın benzin zammını sebep göstererek başlattığı isyan, Humeyni rejimini yol ayırımına getirmiştir. Kırk yıldan beri kullandığı söylemin/ideolojinin sermayesi bitme noktasındadır. Bu zor döneminde direksiyonda bulunan mollalar, İran rejimini devrilmekten kurtarabilecekler mi? Mollaların İran’ı zordan çıkaracaklarına ihtimâl vermiyorum.”

İşte tam da bu noktada Dr. Ağca, İran içindeki olayların bu krizle kazanca dönüşebileceğine ihtimâl veriyor:

“İran coğrafyası Batı için tarih boyunca asla tehdit olmamıştır; hattâ doğal müttefiktir. Her yükselen çatışma, İran’daki halkın bütünleşmesini sağlıyor. Muhtemelen bir süredir devam eden protestolar da kesilecektir. Krizlerin hepsi fırsattır.”

Ahmet Ay, bir seçim beklentisinin İran’da da var olduğunu belirtiyor:

“Önümüzdeki Şubat ayının 21’inde İran’da milletvekili genel seçimi yapılacak. Muhafazakârların oldukça zayıfladığı bir dönemde yapılan seçimlerin Reformist adayların işine yarayacağı bekleniyor. General Süleymani’nin öldürülmesi bu açıdan muhafazakârları güçlendirmiş, seçmenin Reformistlere mesafeli durmasını sağlamıştır.”

Bu arada Yasin Aktay ve bazı yorumcular, Irak’ta son zamanlarda yaşanan protestolarda Şiîlerin mağduriyet yaşadıklarını ve artık onların da Irak’ta ABD ve İran etkisi görmediklerini belirtmekteler. Zira olayları provoke edenin de gösterileri önlemek için güç kullananın da İran olduğu yönünde kanaatlerin var olduğunu belirtiyorlar.

Konuyla ilgili olarak Aktay şunları yazmış:

“Bu protestoların bastırılmasında Irak meşrû güvenlik güçlerinden ziyâde yine İran’ın, dolayısıyla Kasım Süleymani’nin örgütlediği bazı milislerin rol oynadığı konuşuluyordu. Nitekim protestoculardan, çoğunluğu Şiî olan 800’e yakın insan öldürülmüş, bu da hem İran’a, hem ABD’ye olan öfkeyi daha da arttırmıştı.”

Aktay’ın da dediği gibi, tam bu esnada ABD’nin, İran’ın güdümündeki Haşdi Şabi örgütünü hedef alması, onların da ABD Elçiliğini işgalleri ve ABD’nin sonrasında Süleymani’yi öldürmesi, gündemi Irak halkının her ikisine karşı yaptığı protestolardan çıkarıp bir anda İran-ABD çekişmesine tekrar taşıdı. Bu durumda “İran da, ABD de Irak Şiîleri arasında itibar aramakta” diyebiliriz.

Yeni stratejiler

Serdar Arseven, İran ve ABD’nin ortak stratejilerini şu şekilde açıklamış:

“İran, İsrail ve ABD’ye savaş açacak değil. Araplara yönelir, bu da ABD ve İsrail’in işine gelir. İran’ın bazı ülkelerdeki uzantılarını devreye sokarak o ülkeleri yönetilmesi daha da güç hâle getirmesinden de İsrail ve ABD kârlı çıkar. Mezhep baskısını arttırması da yine İsrail ve ABD’ye yarar! Bu sürecin her yönden İslâm dünyasına kaybettireceği de âşikâr!”

Dr. Fehmi Ağca, olayı genel bir bakış açısıyla şu şekilde yorumlamış:

“ABD ve Batı’nın Orta Doğu’daki hedeflerinin-dış politikasının iki temel önceliği var: İlki İsrail’in güvenliği, ikincisi de Orta Doğu’daki petrol ve doğal gaz rezervlerinden üretilenlerin ABD ve Avrupa pazarlarına serbestçe ulaşmasını sağlamak…”

Süleyman Seyfi Öğün de, Orta Doğu’yu karıştıran en önemli sebep olarak enerji kaynakları ile ilgili yeni ABD ve İsrail stratejisini şu şekilde gözler önüne sermiş:

“Ortada ‘bir taşla birkaç kuş vurmak isteyen’ yeni bir tasarım olduğu anlaşılıyor. Tasarımın bir bacağında, Irak ve Suriye petrol bölgelerinin birleştirilmesi yer alıyor. Yeni ABD plânında Suriye ve Irak arasında bir ucu Rakka, diğer ucu da Erbil olmak üzere yeni bir hat oluşturulduğunu görebiliyoruz. Bu hat Trump’un, ‘Bundan sonra artık petrol bölgeleriyle alâkadar olacağız’ demiş olmasıyla da tutarlı görülüyor. Çünkü ‘Rakka-Erbil’ hattı, ‘Musul ve Kerkük’ü de ihtivâ ediyor. Bu hattın Hayfa ile buluşturulması, yeni hidrokarbon lojistik hattına İsrail’i de dâhil ediyor. ABD hem Suriye, hem de Irak’ı parçalama fikrinden sapmış değil.”

Tabiî bu plânların gerçekleşmesi için yeni bir çatışma süreci başlamalı ki dikkatler bir yanda yoğunlaşmışken arka plânda bu strateji hayat bulsun. Öğün, bu konuda da şunları öngörüyor:

“ABD nihâyet gözünü karartarak İran ile son büyük hesaplaşmaya doğru adım attı. Irak’ın kuzeyinde Haşdi Şabi ile PYD arasında veya Haşdi Şabi ile hortlatılmış IŞİD arasında çok kanlı çatışmalar başlayacağını tahmin edebiliriz.”

Yasin Aktay, olası hamleler hakkında şu öngörülerde bulunmuş:

“ABD’ye etkili bir intikam saldırısında bulunmayı göze alamayacak olan İran’ın karizmasını kurtaracak bir eylem için, öncelikle SA, en uygun hedef olarak namlunun ucuna konulmuştur. ‘Öncelikle SA’ diyoruz; çünkü İran, ABD önüne hedef olarak koysa da BAE’ye saldırmayı da göze almaz, çünkü hâlihazırda devam edegelen soğuk savaş esnasında İran’ın para, mal ve petrol akışını düzenlemek konusunda BAE ile kurduğu ilişkiler, görünürdeki hasmane ilişkiyi çok aşan boyutlarda.

Daha açık bir ifadeyle, BAE İran’ın bindiği dal iken, SA onun için en uygun ve en işlevsel hedef konumunda. Bu da ABD’nin teşekkür biçimi, ölümcül öpücüğü...”

Türkiye cephesinden okumalar

Yusuf Kaplan bu olayda asıl hedefin Türkiye olduğu yönünde bizi uyarıyor: “Batılıların hedefi, İran’la Türkiye’nin kapıştırılmasıdır!”

Ancak İran’ın Suudi Arabistan’a yönelmesi de muhtemeldir. Bu durumda Arseven’in de dediği gibi, “Türkiye, İran-Arap Savaşı’nın büyümesinden zarar görecektir”.

İran-Türkiye ilişkilerine bakıldığında ise Türkiye’nin tüm samîmi çabalarına rağmen İran’ın hep sinsi bir düşmanlıkla ilişkileri gri renkte tuttuğu görülüyor. Yusuf Kaplan da şu acı tespitlerde bulunmuş yazısında:“İran’ı her plâtformda sonuna kadar destekledi Türkiye, ama İranlılar da bize karşı Batılılarla gizli ittifak yaptılar ve her fırsatta arkadan vurdular bizi!”

Ahmet Fidan, yazısında bu düşmanlığı şöyle özetlemiş:

“İran-Türkiye ile ilişkilerinde de çok sağlıklı münasebetlerden söz edilememektedir. Çünkü İran Şia rejimi, Türkiye’den, özelikle teknolojik gelişmelerden rahatsızdır. Hâlbuki Türkiye hiçbir karşılık beklemeden, gerek ikili ve gerekse milletlerarası düzeyde sürekli İran’ın yanında yer almıştır. Bunun en çarpıcı örneği olarak Türkiye, BM Güvenlik Konseyi üyesi iken İran’a yapılacak yaptırımların karşısına dikilmiş ve saldırıları durdurmuştur. Buna karşılık İran, Türkiye’ye karşı hasmane politikalarını sürdürmüştür ve sürdürmeye devam etmektedir. Böyle bir politikanın sebebi ne olabilir? Elbette İran, yukarıda kısaca değinilen ülkelerde gösterdiği rejim ihracı eylem programını ve niyetini Türkiye’de gerçekleştirememiştir. Çünkü Türkiye’nin tarihten gelen güçlü ‘Sünnî devlet geleneği’, İran’ın Şiî rejim ihracının önüne set olmuştur.”

Serhat Atabey de İran’ın Türkiye’ye karşı bu hasmane tavrını şu şekilde yorumlamış:

“İran, Türkiye’yi zor zamanlarında hep yalnız bırakmış ve bu da yine kendi mezhepçi tavrından kaynaklanmıştır.”

Fidan, yazısının devamında şu önemli ve can alıcı tespiti yapmıştır:

“Şayet son on beş yıl süresince Türkiye’de güçlü bir iktidar olmasaydı, İran, Türkiye’yi Irak veya Suriye’nin durumuna sürüklemekte hiç tereddüt etmeyecekti. Çünkü Şia karşısında en güçlü engel olarak “Ehl-i Sünnet’in kalesi” Türkiye’yi görmektedir.”

D. Mehmet Doğan ise, Türkiye’ye karşı olan bu bloğun hamlelerini şu şekilde sıralıyor:

“Irak’ın istikrarsızlaştırılması, Suriye’nin istikrarsızlaştırılması, İsrail’in varlığı için şart olarak görülmektedir. Bu istikrarsızlık en çok hangi ülkeyi etkilemektedir? Türkiye’yi!

Resme dikkatli bakarsak… Türkiye, adım adım kuşatılıyor. ABD’nin bunun için kullandığı bilinen araç PKK/PYD’dir, görünmeyen veya örtülü araç ise Kudüs Gücü… ABD, Türkiye’nin güneyinde etkili bir aktör olmasını ister mi?

İsrail üzerinden strateji geliştiren bir ABD, elbette böyle bir şey istemez. Türkiye’nin bölgedeki güçlü varlığı, İsrail için uzun vadeli bir tehditdir. Kudüs Gücü, Kudüs’ü işgal altında tutanlara yarar sağlayan bir güçtür! ABD o yüzden Kudüs Gücü’nün varlığına ses çıkarmamaktadır.”

Sonuç

Serhat Atabey’in de dediği gibi, “Süleymani şehit değil, binlerce Müslümanın ölümünden sorumlu zalim bir generaldir! Süleymani’ye üzülmeniz, onun katlettiği Müslümanların ruhlarını sızlatmadı mı? Senin kardeş gördüklerin, seni kardeş olarak görüyorlar mı?” diye sormak, oldukça haklı bir çıkış…

Ahmet Ay ise bağlarken, “Öldürülen; eli, yüzü, hattâ bütün vücûdu masum kanıyla boyalı Kasım Süleymani… Öldüren; kan emici ABD ve kazanan hem İran, hem ABD” diyor.

Ahmet Fidan, bu konuda bizce de doğru ve net bir tavır alıyor: “Sadece Suriye ve Yemen’de Şia silahıyla öldürülenlerin kanları bile böyle bir adama ‘şehit’ denilemeyeceğinin göstergeleridir. Hâfız Esad ile iş birliği yapan katile ‘şehitlik’ mertebesini lâyık görenlere, olayların geçmişini ve iç yüzünü incelemeleri tavsiye olunur.”

Ama olayın arka plânı, bir suikast dosyasına sığdırılacak kadar net ve bu kadar da basit değil. Duygusal tepkiler vermek yerine bu yönde kafa yormak daha doğru!

Yusuf Kaplan’ın bu olayla ilgili olarak şu sözleri çok manidar: “ABD, tam anlamıyla haydut devlet olduğunu, terör devleti olduğunu bir kez daha ispat etmiştir! Dünya, özellikle de mazlum İslâm dünyası, Amerikan haydudundan kurutulmadığı sürece gün yüzü göremeyecek.”

Kaplan’a göre yapmamız gereken de şunlar: “İran’la ilişkilerimizi güçlendirmek zorundayız. İlişkileri bozmamalıyız; eğer bozulacak olursa, en azından bozan taraf biz olmamalı, İran’ı Batılıların kucağına itmemeliyiz!”

İran, kendine acilen çekidüzen vermelidir. İsrail ve ABD’nin dümen suyuna girerek, Rusya’nın sırtını sıvazlamasından güç alarak bu şımarık politikaları bırakmalı ve artık Müslümanları öldürmekten vazgeçmelidir. Ancak bu şekilde İslâm dünyası ile arasına soktuğu buzları eritebilir. Fidan da bu konuda şu şartı ileri sürüyor:

“İslâm dünyasının İran’a ABD karşısında destek vermesinin tek yolu, kof rejim ihracatından derhâl ve şartsız vazgeçmesidir!”

Atabey’in de dediği gibi, “mezhepçilik yapmayacaksak, mezhep adına diğer insanları katletmeyeceğiz; bu konuda da en çok çalışması gereken, İran rejimidir”!

Müslüman öldürerek mücahit olamazsınız. Müslüman öldürürken veya öldürüldüğünüzde şehit de olamazsınız…

Öncelikle Müslümanlara baktığınız o tekfir gözlüğünü çıkaracak ve bu mazlum insanları sevmeyi öğreneceksiniz!

Sonra da Müslümanların safında samîmi bir şekilde, İslâm düşmanlarına karşı mücadele edeceksiniz!