Suça bulaştırılmış çocuğun psikolojik ve mânevî rehabilitasyonu mümkün mü?

Toplum karşıtı eğilimler, kişilikte genellikle merkezî özellik olma eğilimindedirler. Heyecan, macera, cüretkârlık ve kibir gibi hususlar, çocuğun kendisini abartmasına ve bütün toplumu karşısına almasına neden olabilmektedir. Çocuk hırsızlıktan, şiddetten, Vandalizm’den zevk ve fayda görmenin peşinde olabilir. Hedonizm, bilinç yerine hazlarının peşinde koşmaya çocuğu sürükleyebilir. Hedonizm, insan bilincini ve vicdanını çürütmektedir. Hedonizme karşı mânevî sorumluluk bilinciyle donatılmalıdır çocuk.

ÇAĞIMIZIN en önemli olgularından biri suçtur. Suç olgusu, bugün kişisel ve lokal olmaktan çıkmış, küresel bir nitelik kazanmıştır. Bir kişinin işlediği suç, küresel düzeyde bir sorun hâline gelebilmektedir. Suçun küreselleşmesi, günümüz dünyasının merkezî karakteristiklerindendir. Suç olgusunun engellenmesi kolay değildir. Suç, büyük bir meydan okumadır.

Suçun önlenmesi kolay olmadığı gibi, imkânsız da değildir.

İnsanları suça iten faktörler genellikle yüzeysel olarak ele alınmaktadır. Yetersiz eğitim, ekonomik yoksulluk ve işsizlik gibi faktörler, suçun kaynağını oluşturan nedenler olarak düşünülmektedir. İşsizlik, ekonomik yoksulluk, sağlık ve eğitim problemleri hâlledildiğinde, suçun kökünün kazılacağı yanılgısına düşülebilmektedir. Suç olgusu, büyük ölçüde sosyal ve ekonomik faktörlerin ötesinde, insanın kişilik oluşumu ve yaşadığı tecrübelerle ilgilidir. Özellikle çocuk söz konusu olduğunda, çocuğun erken dönem yaşantıları, yaşadığı çevre şartları, kişilik ve suçun birleşiminde belirleyici olmaktadır.

İnsanlık, çocuğu suç dünyasına karşı korumakta başarısızdır. Suçun çocuğu kendi içine çekmesi, büyük bir sorun olmanın ötesinde, insanlık durumumuzda bir kriz durumunu da ifade etmektedir. Çocukların içinde yaşadığı çevre şartları, onları çocuk olmaktan çıkarmakta, “suçlu çocuk” denilen yeni bir kategori yaratabilmektedir.

Suçlu çocuk, artık çocuk değildir. Çocuk, artık faklı bir kategori içinde değerlendirilmektedir. Suç, çocuğu çocukluğuna ve insanlığına yabancılaştırmaktadır. Suç, çocuğun çocukluğunu ve insanlığını dejenere etmektedir. Çocuğu “suçlu çocuk” kategorisinden çıkarıp yeniden çocukluğuna döndürmek lâzımdır. Suçlu çocukları rehabilite edecek en önemli şey, çocuklara yeniden çocuk olma imkânı vermektir. “Ağaç yaşken eğilir” lâfının çocuk için kullanılması büyük bir sapmadır. Zira çocuk yaşken doğrulur. Çocuk, küçük yaştan itibaren öğrenilmiş çâresizlikle değil, öğrenilmiş güçlendirilme ile suça karşı donanımlı hâle getirilmelidir.

“Suçlu çocuklar” ifadesi, öğrenilmiş çâresizliğin ifadesidir. Suçlu çocuk yoktur, suça bulaştırılan ve yöneltilen çocuk vardır. Çocuk ve suç, birbirine karşı kavramlardır. Çocuk ve suçun bir araya getirilmesi, derin bir insanlık sorunu anlamına gelmektedir.

Suç, psikolojik ve mânevî bir sapmadır. Başka insanlara zarar veren her türlü davranış, insanın ruhsal ve psikolojik derinliklerindeki bozulmayı ve çürümüşlüğü göstermektedir. Suç, hep diğer insanları ilgilendiren bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Suç, kişiyi diğer insanların karşısına düşman olarak çıkarmaktadır. Çocukların suça bulaşması, çocuğu diğer insanlara karşı düşman olarak konumlandırma anlamına gelmektedir. Çocuk suça bulaştırılmış olsa bile, insanlığın düşmanı çocuk değildir. Çocuk, insanlığın kendisidir. İnsanlık, çocuğu suçtan arındırarak kendisini temizlemenin yollarını bulmalıdır.

Suç, çocuğun kaderi olarak görülmemelidir. Çocuk, hayat boyu suç içinde kalmaya mahkûm değildir. Suçlu çocuklar kavramı, suç ve çocuk arasında sürekli bir ilişki kurmaktadır. Suç, çocuğun hayatında bir kazâdır ve istisnadır. Suçlu çocuklar yerine “suçun bulaştığı çocuklar” kavramı kullanılmalıdır. Bir enfeksiyon gibi çocuğa bulaşan suçtan çocuğu arındırmak mümkündür. Ancak çocuğu, kendisini teslim ettiği bir suçtan koparmak çok zordur.

Çocuk ve suç: Yan yana anılamayacak iki kavram

Suça fıtratı gereği eğilimli çocuk yoktur. Ama her çocuk, potansiyel olarak suç işleyebilir. Suç, temelde toplum merkezli tanımlanan bir kavramdır. Toplum karşıtlığı yani anti-sosyallik, suçun merkezî karakteristiğidir. Suç, anti-sosyal bir davranıştır. Çocuğun topluma karşı duyduğu öfkeyi, nefreti ve düşmanlığı anlamak lâzımdır. Çocuğun kişiliğinde toplum karşıtı bir dünyanın inşâ edilmesi, çocuğun suça itilmesinde temel kaynaktır. “Anti-sosyal”, “saldırgan” ve “düşman” gibi kavramlar, çocuğun topluma olan olumsuz ve huzursuz duruşunu gösterdiği gibi, aynı zamanda onun suça olan potansiyelini de ifade etmektedir. Zayıf bilinçlilik, düşük düzeyde kendini kontrol etme, yüksek düzeyde saplantılı olma, duygusal soğukluk, korkusuzluk ve bencillik gibi kavramlar, toplum karşıtlığının çocuğun zihninde yarattığı olumsuz algılar ve duygulardır.

ocuğun kişiliğini toplum düşmanı olarak değil, toplumla barışık bir şekilde inşâ etmek lazımdır. Çocuğun toplum karşıtı oluşunda bireysel, biyolojik, ailevi, akran ve okul gibi köklü faktörler etkili olabileceği gibi, kendini kaybetme, sarhoşluk, hakaret ve sinirlenme gibi geçici faktörlerde etkili olabilmektedir. Çocuğun suça yönelmesinde ve toplum karşıtı bir pozisyon almasında kişilik farklılıkları ve kişiliğin nasıl oluştuğu önemli bir faktördür.

Çocukların psikolojik, sosyal, zihinsel, ekonomik, mânevî ve bedensel açılardan yeterince gelişmemiş olmaları, onları suç dünyası için mükemmel bir av hâline getirmektedir. Çocuk, genelde 10-15 yaş arasındaki evrede suça bulaştırılmaktadır. Bu yaş aralığı, çocuğun kimlik ve anlam arayışında olduğu, kendisini inşâ etmeye çabaladığı bir dönemdir. Kimlik karmaşası ve inşâ süreci, aynı zamanda onun suça itilmesini ve bulaştırılmasını kolaylaştırmaktadır. Çocuk, suçlu olarak dünyaya gelmemektedir. Çocuk, suçu diğer insanlardan öğrenmektedir. Suçu besleyen bir aile ve çevre ortamında büyüyen çocuk, yemeyi, içmeyi, yürümeyi ve konuşmayı öğrendiği gibi, suç işlemeyi de öğrenmektedir. Suç, çocuğa kalıtsal olarak geçmemektedir. O, suçu öğrenmektedir.

Çocuğun kendisi, toplum için tehlike değildir. Çocuğun içinde yaşadığı suçun bir kültür ve yaşam tarzı olduğu çevre, toplum için tehlikelidir. Çocuk, egoist ve doyumsuz olmamalıdır. Çocuk, diğer insanlarla beraber olmanın ve gelişmenin önemini fark etmelidir. Çocuğun enerjisi ve potansiyeli suça değil, onu olgunlaştırıcı ve geliştirici kanallara yönlendirilmelidir.


Rehabilitasyon mu, izolasyon mu?

Yalnızlık ve izolasyon, modern insanın karakteristiğidir. İnsan yalnız olmayı değil, diğer insanlarla birlikte ve beraber olmayı öğrenmelidir. Yalnızlık, insanı anti-sosyal yapmaktadır. Topluma karşı olarak dünyaları inşâ edilen çocuklar, toplum üyesi olmak yerine şiddet, fuhuş, uyuşturucu ve hırsızlık gibi kendilerini suçlara bulaştıran çetelere üye olmaya başlamaktadırlar. Modern çağ, çocuk çağı değil, çete çağıdır.

Çeteler, özellikle hırsızlık üzerinden çocukları topluma zarar vermeye itmektedirler. Çete olgusu, bugün çocuğun her şeyi öğrendiği bir okul durumundadır. Çocuk, çete içinde toplumdan nefret etmekte ve topluma karşı mücadele eden bir şövalyeye dönüşmektedir. Çete, kişiyi çocuk olmaktan çıkartarak karakter ve ahlâk bakımından bozulmasına, topluma düşman olmasına neden olan mânevî ve psikolojik bir çürüme durumu yaratarak onu bir psikopat ve sosyopata dönüştürmektedir.

Her çocuk, potansiyel olarak suça itilme ve çocukluğuna yabancılaşma riski ile karşı karşıyadır. Düşük benlik değeri, saplantılı bir kişilik, sevgi, saygı ve merhamet eksikliği, insanı çocuk olmaktan çıkarıp suçlu hâle getirebilmektedir. Aile ve çevre, çocuğun suçlu olup olmamasında büyük rol oynamaktadır. Ailelerin parçalanması, şiddetin hâkim olduğu aile hayatı, sosyal açıdan dışlanmış bir çevrede büyümek, ekonomik ve sosyal yetersizlikler, çocuğu çok erken yaşlardan suça itebilmektedir. Aile, okul, sokak ve çevre ıslah edilmeden, çocuğun suç ve saldırganlık eğilimi rehabilite edilemez. Suça bulaştırılan çocuklara yaklaşım, sadece suçu değil, çocuğu, aileyi ve çevreyi ele alan bütüncül bir sistem içinde ele almalıdır.

Çocuklara benlik değeri kazandırmak, düşünsel yeteneklerini geliştirmek ve kişiliklerinde değişimler yaratmak kolay işler değildir. Çocukların ebeveynlerini bir araya getirmek ve onları uzlaştırmak çok zordur. Suçlu çocuklarla ilgilenmek, çevreyle ve aileyle, kısacası toplumun tümü ile ilgilenmek demektir. Toplumu ve insanı birlikte ele alan bütüncül bakış açısı, çocuk konusunda mütevazı ve sabırlı olmalıdır. Suçlu çocuklar konusu, sadece polisin ve mahkemelerin görevi değildir. Bütün toplum, suça bulaştırılan çocuklar konusunda bilinçli olmalı ve çocuğa sahip çıkmalıdır.

Toplum karşıtı eğilimler, kişilikte genellikle merkezî özellik olma eğilimindedirler. Heyecan, macera, cüretkârlık ve kibir gibi hususlar, çocuğun kendisini abartmasına ve bütün toplumu karşısına almasına neden olabilmektedir. Çocuk hırsızlıktan, şiddetten, Vandalizm’den zevk ve fayda görmenin peşinde olabilir. Hedonizm, bilinç yerine hazlarının peşinde koşmaya çocuğu sürükleyebilir. Hedonizm, insan bilincini ve vicdanını çürütmektedir. Hedonizme karşı mânevî sorumluluk bilinciyle donatılmalıdır çocuk.

“Ben toplumdan büyüğüm ve toplumun karşısındayım” yanılgısı, çocuğu topluma düşman kıldığı gibi, toplumu da çocuğa düşman kılmaktadır. Toplumdan soyutlanmış, toplum karşıtı duyusal ve duygusal saplantılı tatmin arayışı, çocuk için suçu adres hâline getirebilmektedir. Kapalılık ve gaflet çocuğu suça iterken, açıklık ve bilinçlilik ise suçu engelleyebilmektedir. Açıklık hayata ve insanlara açık olmayı, insanlarla ilişki kurmayı gerektirirken, bilinçlilik ise kişinin plânlama, başarma ve gerçekleştirme arzusunu içermektedir. Çocuğa hayatını plânlayabileceği ve kendisini gerçekleştirebileceği mânevî bir anlam çerçevesi sunulmalıdır.

Çocuk konusunda yapılacak en büyük yanlış, onu terk etmek veya terk edilmişlik duygusu yaşatmaktır. Çocuk, hiçbir şekilde kendisinden vazgeçilmediğinin farkında olmalıdır. İnsanların hep kendisiyle şefkat ve sevgiyle ilgilendiğini ve ilişki kurduğunu bilmelidir. Tanrı, insanı terk etmedi. İnsanlık, Tanrı’nın ailesidir. İnsanlığın dini tecrübesinde, insanlıktan Tanrı’nın çocukları olarak bahsedilmektedir. Tanrı’nın ailesine mensup çocuklar olarak, hiç kimse terk edilmişliğe terk edilmemelidir.

Çocuğu suçun kendisinden ayırmak için umutlu olmak lâzımdır. Umut ve sabır birlikte yürümelidir. Çocuğu suçtan koparmanın sihirli bir yolu yoktur. Ancak çocuğu cezalandırmak yerine sabır ve şefkatle çalışarak çocuğu insanlığa yeniden kazandırmak mümkündür. Suçun dünyasından uzaklaştırılarak insanlığa kazandırılan her çocuk, dünyada fark yaratmak demektir. Çocuğu insanlığa kazandırmak, ahlâkî, mânevî ve insanî bir sorumluluk ve zorunluluktur.

Sorumluluk ve gelecek

Din, çocuğa bir ahlâk, mâneviyat ve gelecek perspektifi kazandırtmaktadır. Din, insanın kişiliğinin oluşumunda, sosyalleşmesinde ve olumlu tutum geliştirmesinde etkili olan en önemli psiko-sosyal olgudur. Din, kişinin insanlığa karşı işlediği olumsuz davranışlarını günah kavramıyla kategorize etmekte, ahirette hesap günü inanışıyla insanın başıboş olmadığını ve her hareketinden sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Din, insana sorumluluk, disiplin ve insana saygı değerlerini kazandırmaktadır. Din, insanı toplumun düşmanı değil, dostu yapmaktadır. Dinde aslolan, insanlara iyilik yapmaktır, kötülük yapmak değil. Din, insana güvenlik ve huzur duygusu vererek sıkıntı ve zorluklarla başa çıkmasını sağlamaktadır.

Dinin etkin ve işlevsel olduğu bir toplumda din, suçu önleme gücüne sahip en önemli mânevî ve psikolojik kaynaktır. Din, suça engel olmak için suça giden sosyal, kültürel, ekonomik, duygusal ve psikolojik yolları kapatmayı amaçlamaktadır. Başka bir ifade ile din, suçu bir câzibeler dünyası olmaktan çıkararak sahici anlamda mâneviyat ve ahlâka dayalı bir hayat önermektedir.

Suça bulaşmış çocuklar için kamplar, gençlik programları, danışma seansları, iş imkânları ve okul programları düzenlenmelidir. Ancak bu programların çocuk üzerindeki etkileri sınırlıdır. Suça bulaşmış çocuklara yönelik programlar, genellikle devlet kurumları tarafından düzenlenmektedir. Suça bulaşmış çocukla ilgilenmek, büyük ölçüde devletin sorumluluğu olarak düşünülmektedir. Çocuğu suçun dünyasından ayırmak için suçlu çocuklara yönelik programların polisler, uzmanlar ve hukukçular tarafından değil, toplum tarafından düzenlenmesi gerekmektedir.

Suça bulaşmış çocuklar olgusu konusunda koruyucu ve düzeltici faaliyetlerin toplumsallaştırılması gerekmektedir. Çok az sayıda uzman, sınırlı sayıda çocuğa hizmetini götürebilir. Suça bulaşmış çocuklar sorununa karşı toplum, kendi dinamikleriyle başa çıkmalıdır. Suça bulaşmış çocuklar konusunda en büyük kılavuz, toplumun bu konudaki tecrübesidir. Suça bulaşmış çocuklara nasıl yardım edileceği ve ne yapılması gerektiği konusunda sağlam bilgilere dayanarak çalışmalar yürütülmelidir. Toplumun çocuk ve suç konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Sürdürülebilir güvenli bir toplum için bütün toplum çaba göstermeli, kendisini eğitmeli ve çocuğu toplum düşmanı olarak görmemelidir. Kendisine suç işletilen çocuk, toplumla karşıt olmaya itilmekte ve diğer insanlara zarar vermeye zorlanmaktadır. Suça bulaştırılan çocuk, kendini kontrol edememekte, başkaları tarafından kontrol edilememektedir.


Çocukluğun ehemmiyeti

Çocuğu suçtan ayırmak için çocukluk yıllarının çok sağlıklı geçmesi gerekmektedir. Çocukluk dönemi geçtikten sonra bir daha geri dönüş mümkün olmamaktadır. Çocukluk yılları, suçla mücadelede kritik bir öneme sahiptir. Çocukluk dönemi, insan hayatının ileriki aşamalarını şekillendirecek güce sahiptir. Çocukluk yıllarını kaybeden biri, aslında kendisini ve hayatını kaybetmiştir.

Çocukları cezaevine koymadan önce, çocuğu suça iten faktörlere engel olmak önemlidir. Suçu engelleyici ve suça karşı koruyucu tedbirler, suçun işlendikten sonra çocuğun rehabilitasyonu için yapılanlardan önce gelmektedir. Aile, çevre, sokak ve okul gibi yerlerde çocukları suça karşı koruyan yaşam alanlarının ve imkânlarının çoğaltılması lâzımdır. Düşünsel açıdan gelişememe ve kişilikte empati yerine saplantının gelişmesi, çocuğun kişiliğini yozlaştırmaktadır. Ailenin anti-sosyal olması, ebeveynin çocuğa rehberlik yapmaması, ebeveyn çatışmaları ve ailenin bölünmesi, aileyi çocuğun suça itilmesinde önemli bir faktör hâline getirmektedir. Çocuğun sosyo-ekonomik açıdan düşük şartlarda yaşaması, dışlanmış ve düşük düzeyde gelişmiş kişilerle arkadaşlıklar ve ilişkiler kurması, mahrumiyet bölgelerinde yaşaması gibi çevresel faktörler, suçun çocuğa bulaşmasını kolaylaştırmaktadır.

Okul öncesi dönemlerde çocuklara yönelik zihinsel gelişim ve yetenek geliştirme programları yapılmalıdır. Doğumdan itibaren, özellikle ergenlik dönemine kadar geçen sürede çocuğun hayatı zenginleştirilmelidir. Ebeveyn eğitimi ile aile üyelerinin aktif olarak çocuğun gelişimine katkıları sağlanmalıdır. Toplumsal gruplar, okul sonrasında çocuğu toplumla bütünleştiren faaliyetler yapmalıdırlar. Çocuk, suçun dünyasıyla tanışmadan ve buluşmadan, okul, çevre ve toplum, koruyucu programlarla çocuğun hayatına müdahalede bulunmalıdır.

Devlet kurumları, toplumu erken yaşlarda çocuğun gelişimine katkı yapan programlar ve projeler geliştirmek için mobilize etmelidir. Çocuğun suça bulaşmasının çözümü, erken müdahaledir. Geç müdahale çözüm değil, sorundur. Çocuğa, çocukluğun başından itibaren yatırım yapılması gerekmektedir. Sosyal şartların ve kurumların sürekli olarak geliştirilmesi, sosyal hayatın çocuk dostu hâle getirilmesi için bütün toplum seferber olmalıdır.

Çocuk, anti-sosyal değil, pro-sosyal olarak yetiştirilmelidir. Çocuğun anti-sosyal davranışlarının minimuma indirgenmesi için yoğun bir çaba sarf edilmelidir. Erken müdahale ve koruma, çocuğun beşerî sermayeye katkı yapmasını ve diğer insanlara zarar veren değil, yarar sağlayan olmasını sağlayacaktır.

Kişisel gelişim açısından erken çocukluk tecrübeleri, hayatın sonraki aşamalarının şekillenmesinde belirleyici bir role sahiptirler. Değişime, dönüşüme ve kendini inşâ etmeye en çok arzulu olanlar, çocuklardır. Çocuklar, çevrelerinden kendilerine yapılan her türlü zenginleştirici ve destekleyici katkıyı almaya hazırdırlar. Çocukların çevreden geleni almaya hazır olmaları, çocuğun toplum yanlısı gelişimi için büyük fırsatlar sunmaktadır. Toplum, çocuğa suçu değil, erdemi ve insanî değerleri vermelidir. İleriki yaşlarda toplumdan ve çevreden bağımsızlaşıp kişinin kendi çevresini oluşturma yeteneği geliştikçe, çocuğun olumlu tutum kazanması ve kendini değiştirmesinin maliyeti çok zor ve yüksek olmaktadır.

Suça bulaştırılmış çocuklar olgusu, evin içinin yandığının işaretidir. Çocuğun suça bulaştırılması, sahici, acil ve ciddî bir sosyal ve insanî problemdir. Çocuk, evde bulduğu her şeyle oynayan bir varlıktır. Eline geçirdiği kibritle, çakmakla ve ocakla da oynayabilir. Çocuk kibritle oynarken, farkında olmadan evi ateşe de verebilir. Çocuğa, evi ateşe vermeden önce ateşle oynamaması gerektiği öğretilmelidir. Çocuğa, suça bulaşmadan ve suça itilmeden önce suçtan uzak durması öğretilmelidir. Suç, çocuğun yaşamı olmamalıdır.

Çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişki çok önemlidir. Ebeveyn ve çocuk arasında fizyolojik ilişkinin ötesinde ebeveynin çocuğa kılavuzluk yapma görevi vardır. Ancak günümüzde çocuk ve ebeveyn arasındaki bu ilişki kopmuş, çocuk ebeveynleriyle arkadaş olmakla övünmeye başlamıştır. Çocuk ve ebeveyn arasında arkadaşlık ilişkisi değil, danışmanlık ilişkisi kurulmalıdır. Ebeveynlere, çocuklara nasıl danışmanlık yapılacağı konusunda eğitim verilmelidir. Aile içi ebeveyn danışmanlığı, bugün önemli bir ihtiyaç durumundadır.

Komşuluk ve toplumsallık da çocuk için çok önemlidir. Bugün komşuluğun yok oluşuyla beraber toplumsallık da kaybolmaktadır. Komşuluk ve toplum, kişinin kendisini iyileştirdiği bir ortamdır. Komşuluk ve toplumsal ortamın zayıflaması, çocukların sosyal, duygusal, duyusal ve düşünsel gelişimlerini zayıflatmaktadır.

Evlilik ve aile kurumu, çocuğun suçun dünyasından korunmasında temel bir role sahiptir. Sağlıklı bir evlilik ilişkisinin ve aile kurumunun olmadığı bir ortamda büyüyen bir çocuk, kolaylıkla dışarıdaki suç dünyasının potansiyel bir aktörü olabilmektedir. Aile, çocuğu kendisine ait kılmalıdır. Suç dünyasıyla çocuk arasında aşılması zor duvarlar örülmelidir. Çocuk, ailenin aktif bir üyesi olmalıdır. Bütün ailevî aktivitelerde çocuk var olmalıdır. Aile, çocuğu dışarıdaki suç dünyasına katılmaya teşvik etmemelidir.

Çocuğun özellikle değişik yasadışı yapılanma ve eylemlere katılmasında ailenin teşviki belirleyici olmaktadır. Ailelerin, çocuklarının yaptığı eylemlerden övünç ve gurur duymaları, çocuğu dışarıda suç işlemeye yöneltebilmektedir. Ebeveynin suç davranışlarını pekiştirici ve destekleyici bir tutum takınması, çocuğun ruhsal ve sosyal dünyasını bozmaktadır. Aile sıcaklığından mahrum büyüyen ve ebeveyn yönetiminin kötü olduğu aileler, çocuklarını dış dünyanın olumsuz etkilerinden koruyamamakta, bilâkis böyle ailelerin çocukları dış dünyadan gelen olumsuzluklara açık hâle gelmektedirler. Ebeveyn kontrolü ve danışmanlığı, çocukların hassas durumuyla yakından ilişkilidir.

Çocuk ve suç arasında kurulan ilişkinin boyutu önemlidir. Çocuk, değişik faktörlerden dolayı suç olarak kabul edilebilecek tutum ve davranışlara yöneltilmiş olabilir. Ancak tehlikeli olan şey, çocuğun kendisine suçu kariyer olarak seçmiş olmasıdır. Hırsızlık, uyuşturucu satıcılığı gibi işleri kendisine kariyer olarak seçmeye zorlanan çocuklar ciddî bir toplumsal sorundur. Suç, çocuğun kariyer mesleği olmamalıdır.

Suça meylin sebepleri ve çözümü

Çocuğun suçu kariyer olarak seçmesinde sosyal nedenler ve sosyal seçim arasında önemli bir bağ bulunmaktadır. Uyuşturucu satıcısı bir babanın çocuğunun suça yönelmesinde böyle bir babayla yaşamak gibi bir neden olabilir. Aynı şekilde çocuğun o suçu yapacak kişi olarak belirlenmesinde bu sosyal neden, sosyal seçim olarak belirleyici olmaktadır. Çocuğu suça iten “sosyal neden ve sosyal ayıklama” dediğimiz risk faktörleri, koruyucu faktörlerle minimuma indirgenmelidir.

Çocukların suça itilmelerinde psiko-sosyal yeteneklerinin ve kapasitelerinin yeterince gelişmemesi önemlidir. Aslında suç, gelişmeyen psiko-sosyal yetenek açığını gidermeye yönelik bir girişimdir. Çocuklara psiko-sosyal gelişimlerini sağlayacak imkânlar ve araçlar sağlanmalıdır. Çocuğa, psiko-sosyal gelişimlerini sağlayacak iş ve becerilere olanak sağlayan imkânlar üretmeleri konusunda esnaf, sanayici ve tüccarlar desteklenmelidir.

Çocuk, eğlence ve oyun arasında sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Eğlencenin ve oyunun çocuk için ne kadar önemli olduğu ihmâl edilmektedir. Çocuğun oyun ve eğlence ihtiyacı yeterince karşılanmalıdır. Yerel yönetimler ve okullar, altyapı ve ders vermenin ötesinde çocuklara yönelik eğlence ve oyun boyutu ön plânda olan programlar, yapımlar ve projeler üretmelidirler.

Çocuğun biyolojik yaşı ile zihinsel yaşı birbirine paralel olmalıdır. Büyük ölçüde biyolojik olarak gelişen çocukların zihinsel ve bilişsel gelişimlerinin bloke edildiği, soyut düşünme ve değerlendirme yeteneklerinin körleştirildiği görülmektedir. Çocuğun bilişsel olarak gelişimi, kavramları ve olayları soyut olarak düşünme ve değerlendirme yeteneğinin önünün açık olması lâzımdır. Yeterli bilişsel gelişimin olmaması, çocukların yapmaya itildikleri suç davranışlarının muhtemel sonuçlarını yeterince takdir etmemelerine neden olmaktadır. Okul ve eğitsel faaliyetlerden kaçan çocuklar, dışarıdan yönlendirmelerle yoğun olarak suça yöneltilebilirler. Zihinsel olarak bilişsel yetenekleri gelişmemiş çocuklar, sokakta ve okulda saldırganlığa, tacize uğrayabilmekte ve şamar oğlanı hâline getirilebilmektedirler. Bu tarz davranışlar, çocuklar üzerinde ciddî bir etki yaratmaktadır. Okullarda ve sınıflarda bazı çocukların maruz kaldıkları şamar oğlanı muamelesi, ciddî bir sosyal problemdir. Suça bulaşmış çocuklar, şu ânı yaşama, somut ihtiyaçları karşılama, geleceği önemsememe ve değerlendirememe şeklinde bir tutum içinde olabilmektedirler. Çocuk, hızlı olarak yapma ama hiç düşünmeme eğilimiyle suça kolaylıkla bulaştırılabilmektedir. “Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı kalsın” ifadesi, bu anlamda önemli bir eğilimi ifade etmektedir.

Çocuğa kapsamlı ve çok boyutlu düşünme ama yavaş ve dikkatli yapma öğretilmelidir. Hız yerine soğukkanlılık ve öngörülü olmanın farkına varmanın önemi de çocuğa öğretilmelidir.

Suça bulaştırılmış çocukların sadece bilişsel dünyaları değil, aynı zamanda duygu dünyaları da darmadağınık edilmiştir. Duygusal gelişimleri bloke edilmiştir. Çocuklar kendilerinin farkında olmayı, acıma ve şefkat duygularını, empatiyi, duygu kontrolünü artık kaybetmişlerdir. Çocuklara duygusal olarak gelişmenin önü açılmalıdır. Suça bulaştırılmış çocuklar, en çok duygusal olarak yaralıdırlar. Duygu dünyalarının onarılarak sağlıklı hâle getirilmesi gerekmektedir. Çocuğun sadece aklına değil, kalbine hitap etmek lâzımdır.

Çocuklar potansiyel olarak büyük bir empati ve şefkat yeteneği ve kapasitesine sahiptirler. Diğer insanlara şefkat ve merhametle bakar, diğerlerinin zarar görmesinden büyük üzüntü duyar ve acı çekerler. Empati yeteneği olan, mağdurun acısını anlayan birinin bir diğerine zarar vermesi zordur. Ötekinin duygularını anlama ve ötekinin duygularını tecrübe etme şeklindeki düşünsel ve duygusal empatinin çocukta durdurulması, empati yerine duygusal soğukluğun oluşturulması, onu suç ve başka anti-sosyal davranışlara itebilmektedir. Düşünsel ve duygusal soğukluk yerine çocuğun, fıtratını ısıtacak mânevî, ahlâkî ve dinî sıcaklığı almaya ihtiyacı vardır. Aklın ve duygunun sahih bir inanç ve anlam çerçevesiyle rehabilite edilmesi gerekmektedir.

Ebeveyn sevgisi ve şefkati, çocuk için vitamin ve protein gibidir. Çocuğun soğuk ve duygusuz bir karakter geliştirmesine ve suça yöneltilmesine karşı ebeveynler, sevgi ve şefkatle karşılık vermelidirler. Çocuk, sıcaklık ve sevgi dolu ilişkileri devamlı ve istikrarlı bir şekilde tecrübe etmelidir. Aileler, olumlu davranışlar konusunda çocukları desteklemeli, cezayla değil, tutarlı ve iknaya dayalı uygulamalarla çocuklara düzenli bir hayat ortamı oluşturmalı ve aile krizlerini barışçıl yollarla çözme yollarını bulmalıdırlar.

Sosyal Öğrenme Teorisi, ebeveynin tutum ve davranışını çocuğun kişilik gelişiminin esası kabul etmektedir. Yetkin ve açık ebeveynlik stiline sahip anne-babalar, iyi iletişim, uzlaşmacı, açıklayıcı olmak ve çocuğun ihtiyaçlarını önemsemek konularında hassas olurlar. Otoriter ebeveynlik stili ise kontrolcü, cezalandırıcı, emredici ve soğuktur. Otoriterlik, çocuğu aileden uzaklaştırıp suça yöneltebilmektedir. Çocuğun, ne yaptığına bakılmaksızın önkoşulsuz bir şekilde aile ve toplum tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Çocuğun ailesi kadar arkadaş çevresi de kişilik gelişiminde çok önemli bir faktördür. Çocuklar kendi akranlarıyla suç işlemeye eğilimlidirler. “Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim” sözü, önemli bir gerçekliği ifade etmektedir. Suçun, çocuğun arkadaşlık ilişkilerinin bir parçası olmaması konusunda aileler bilinçli olmalıdırlar.

Çocukları risk altına sokan faktörler belirlenmeli ve bu faktörlere karşı koruma ve rehabilitasyon tedbirleri geliştirilmelidir. Risk merkezli koruyucu yaklaşım, çocukların kişiliğinde suç potansiyelinin gelişimine engel olmalıdır. Suça yönelme fırsatı oluşturan ve riski arttıran konjonktürel şartlara müdahale edilmelidir. Suçun gelişimi, çocuğun gelişimiyle önlenmelidir. Birey, aile, akran, komşuluk ve arkadaşlık faktörleri istisna değil, kuraldır. Suç doğuran faktörler, doğal olarak toplumda gizlidir. Kişilik bozuklukları kişilikte gizlidir. Toplumsal bozuklukların kişilik bozukluğuna dönüşmemesi için çocuğun çok yönlü gelişimine imkân sağlanmalıdır.

Her çocuk özgündür. Her çocuğun kişiliğine uygun programlar olmalıdır. Çocukların sosyal, duygusal ve bilişsel kapasitelerine uygun sosyal yetenekleri, problem çözme yolları, öfke yönetimi ve duygu dili geliştirilmelidir. Çocuklar almaya çok hazırdırlar ve kendilerine ait bir dünyayı kolaylıkla inşâ edebilmektedirler. Her şey çocuk üzerinde iz bırakabilmektedir. Koruma ve rehabilitasyon, direkt çocuğun kişiliğinin gelişimini hedeflemeli, erken yaşta ve okul öncesi eğitimle başlamalıdır.

Suça bulaştırılan çocukların benlik değerleri yaralanmış, incinmiş ve zayıflamıştır. Çocukların benlik değerleri güçlendirilmelidir. Yanlış rol modelleriyle çocukların zihin ve duygu dünyaları kirlenmektedir. Polat Alemdar gibi şiddeti cesaret ve kahramanlık gösteren bir dizi rolü, çocukların rol modeli olmaktadır. Hazreti Ali gibi erdemli, bilgili, olgun ve cesur bir insanın çocuklara rol modeli olarak sunulması daha yapıcıdır. Çocuklar zamanlarını internet kafelerinde şiddet ve hız merkezli bilgisayar oyunlarıyla tüketmemelidirler.

Çocukların suçtan korunması gerekmektedir. Suçlu çocuk, kendisinden korunulan ve korkulan demektir. Bu algının değişmesi gerekmektedir. Çocuklar, çok erken yaşlardan itibaren suçtan korunmalıdır. Çocukların erken dönemde suçtan korunması için ulusal bir birimin oluşturulması, bu birimin problem çözücü ortaklarla işbirliği içinde olması ve toplumu bu işe dâhil etmesi gerekmektedir.

Toplum, suçun önlenmesinde merkezî aktördür. Toplum, çocukların -okul başta olmak üzere- bütün ortamlarda davranışsal, duygusal ve bilişsel yetenek ve kapasitesini geliştirmesi için kaynaklarını seferber etmeli ve programlar hazırlamalıdır. Çocuklar okulla ve toplumla kendilerini güçlü bir şekilde ilişkilendirmelidirler. Okul, aile ve toplumla bağları zayıf olan çocuklar, kolaylıkla suç dünyasının hedefi olabilmektedirler. Çocuğun aile, toplum ve hayatla bağlarının güçlendirilmesi, suçla olan bağlarının zayıflaması demektir.