İSTİKLÂL Marşı Yılı’ndayız…
Şubat
soğuğundayız…
İstiklâl
Marşı yazarı, Millî Şair ve Kurtuluş Destanı kahramanlarımızdan Mehmed Âkif
Ersoy’un, vefat ettiğinde ailesi ile birlikte son yıllardaki yalnızlığı,
fakirliği ve cenazesinde bir avuç üniversiteli gencin bulunması dışında
Devletin Âkif’e kış soğuğuna terk edilen “yabancı” gibi kayıtsızlığı, bana 28
Şubat sürecini yöneten zalimlerin, Âkif’in “Âsım’ın nesli” diye umut bağladığı kuşağı “irtica” yaftasıyla
cezaevlerinde çürüttüğü ve başörtülü kızlarımızı acımasızca harcadığı,
hayatlarını kararttığı günlerdeki, kış soğuğunda terk edilenlerin kaderinde buluşan
değişmeyen hikâyemizi hatırlatır: “Şubat
soğuğunda unutulanlar”…
Ellerimiz
üşüyünce, saç tellerimiz buz sarkaçları gibi kalınca, Sarıkamış’ta buz kesen
ölümle bedelini ödediğimiz, türkülerdeki 14’lü gençlerin cepheye silah
götürürken vefatlarında ağıtlanan yarınlarımız için verilen İstiklâl Mücadelemizdeki
kadın kahramanlarımızın, bugün göndere çektiğimiz bayrağa rengini veren
şehitleri doğuran annelerimiz olduğunu unutan; 28 Şubat sürecinde, tüm
kazanımlarını ve insan haklarını çiğneyerek binlerce annemizi çocuklarının önünde
itibarsızlaştıran darbeci, muhtıracı zihniyetin tarihe gömülmesi ve
cezalandırılması, milletimizin âdeta vicdan marşı oldu!
Nitekim
gün geldi, bu vicdan marşı adâlet gönderine çekilmeye başlandı.
28
Şubat mağdurlarının hakları gündem oldu ve yasal düzenlemeler yapılarak süreç
işletilmeye başlandı. “Bir gün tüm haklar ve tam itibar iade edilir” umuduyla
sineye çekilen birçok geçmiş uygulamanın yanı sıra 28 Şubat mağdurları her
fırsatta kamuoyu oluşturmaya, çözüm adreslerine ulaşmaya gayret ederken,
Devlete sadâkat ve İstiklâl Marşı ruhundaki ahlâk noktasında hep örnek ve öncü
olmaya gayret ettiler. Bu gayretlerin ve sabrın sonucunda da “İade-i itibar,
Devlet için iftihar” şiarıyla ve “28 Şubat bin yıl sürecek!” diyen kibir çukuru
zihniyetine hâddini bildiren millî irade ve onun tecellisi olan iktidar
süreciyle beraber birçok mağduriyetin giderildiği, hakların iadesine çaba sarf
edildiği günleri görmenin esenliğine ve huzuruna kavuştular.
Ancak
yıllardır devam eden ve çözülmeyen, âdeta “kapanmayan yara” derinliğinde
sızlamaya devam eden beklentiler, haklar ve sorunlar var ki artık bunların da ivedi
olarak İstiklâl Marşı Yılı’nda çözülmesi gerekiyor.
28
Şubat’ı gündeme getirecek en ufak mağduriyete ve hak kaybına izin vermeden, “Tam Devlet, tam adâlet” tablosunun
gerçekleşmesi gerekiyor!
Peki, 28 Şubat
mağdurlarının onca yıldır çözemedikleri hangi hakları, hangi itibar kayıpları
var ki “Şubat soğuğunda unutulanlar” başlığına ihtiyaç duyduk?
Aziz
milletimiz bilmeli ki, 28 Şubat mağduru olan memurlar için çıkarılan “sicil affı”,
mağdur olanlara görevlerine dönme imkânı verdi. Ancak “sicil affı”nın içeriğine
baktığımızda, bu af, “suçluyu affetme” karakterinde/işlevinde bir yasal
düzenleme olduğundan yani mağdurlar gerçekten suçluymuş gibi kabul edilerek ve
Devletin yüce affından yararlanmış mahkûm gibi sayılarak, çalışamadıkları yani
hizmetten alıkonuldukları yıllar hükümsüz sayılmıştır. Dolayısıyla tekrar
göreve başladıkları gün, o yıllar yaşanmamış gibi kabul edildi, hizmet devamlılığı noktasında da hesaba
katılmadı!
Nitekim
mağdurların emeklilik günü geldiğinde, memur olarak hizmet veremedikleri 28 Şubat
süreci yılları (yaklaşık 6 -altı- yıl sürdü bu mağduriyet) emeklilik tazminat
hesabında yok sayılacak. Yani 28 Şubat mağdurları, emekli olduklarında zulüm
gördükleri yılların cezasını bir kez daha çekmiş olacaklar.
Örneğin
25 yıllık bir öğretmen emekli olduğunda tazminatı hesaplanırken, hizmet
veremediği yılların da memurluk hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekirken,
böyle yapılmayacak da o öğretmenin memurluk hakları “18 yıl” üzerinden hesap
görecek.
Oysa
bugün FETÖ sebebiyle memurluktan atılanlar geri döndüklerinde, hizmet veremedikleri
yıllar için çalışmışlar gibi hem maaşları, hem de ek dersleri dâhil tüm özlük
hakları tam olarak iade edilmektedir. 28 Şubat mağdurlarının “Tam Devlet, tam
adâlet” noktasında incinmiş olmalarının bir sebebi de hukukî süreç ve uygulamalardaki
farklılıkların izahını beklemelerinden kaynaklanıyor.
Çünkü
örneklere bakıldığında, “çifte standart” veya “şüpheli hukuk” izlenimi veren bu
tarz uygulamaların getirdiği bir “ötekileştirici” muamelesi ve en önemlisi de “Siz
de unutun, olanla yetinin!” baskısı hissedilmektedir. Gerçekten de çözüm
bulunmazsa, bu haksızlıklar ve iade-i itibar noktasındaki eksiklik, Devletin ayıbı
olarak kalmaya devam edecek!
Kuşkusuz
onca yılda hakların teslim edilmesi ve iade-i itibar adımlarının atılması noktasında
çok ciddî mesafeler alındığı ve bu konudaki duyarlılığın yüksek olduğu
gerçeğini ortaya koyan bazı uygulamalar oldu.
Örneğin,
mağdurların çalışamadığı dönemlerin SGK borcunun “kişisel SGK ödemesi”
niteliğinde olsa da ödenmesi, kademe ve derecelerin düzenlenmesi bunlardan
bazıları.
Aslında
bunlar bile Devletin “Tam Devlet, tam adâlet” sorumluluğu içinde farkında
olduğu ve gidermek istediği konular. Ancak mademki konu adâlet ve itibar, o
zaman benzetme yerinde olacaksa, doktorun ameliyat sonrası bir makası bedende unutması
gibi bir tekrar operasyon gerektiren “unutma” hâlinden çıkılması gerekmektedir.
Bunun için de Devletin yasal bir düzenlemeyle, artık 28 Şubat dönemini tarih
kitaplarında bir konu kalacak şekilde hayatın içinde devam eden (varsa) zehrini
temizlemelidir. Çünkü toplumu zehirlemeye gizli de olsa devam eden ihmâl
edilmiş hukukî durumlar, zamanla 28 Şubat zihniyetinde olanlara yeni fırsatlar
verecektir.
Sonuç
olarak, milletçe biliyor ve inanıyoruz ki, Cumhuriyet’in kuruluşunun 100’üncü yılını
kutlayacağımız 2023 yılına ermek üzere iken ve bu yılı İstiklâl Marşı Yılı
olarak anarken, hepimiz İstiklâl Marşı ruhunda buluşmanın heyecanında “Tam
Devlet, tam adâlet” şiarının gereğini yapmalıyız.
Kuşkusuz
bunun için de, başta 28 Şubat mağdurları olmak üzere, her alanda Şubat
soğuğunda unuttuğumuz en ufak hakkı tutup yüceltmeliyiz…
Unutmayalım ki, gecikmiş adâlet demek, yaralı istiklâl demektir!