DENEY,
gözlem ve teori aracılığıyla çevrenin sistematik olarak incelenmesi “bilim”,
çevredeki bir şeyin gerçek mâhiyetinin kavranması
ve idrak edilmesi ise “ilim”dir.
Varlık âlemine
gelerek bir vücuda bürünecek olan bir şey, mevcut olabilmek için kendisini icat
edecek bir mucide muhtaçtır. Bu muhtaçlığın karşılanması duyu ve duyu ötesi
âlemlere ait bütün nesne ve olayların aynı zamanda bilindiği büyük bir ilim ile
mümkündür.
Akıl tezgâhında
ilimle dokunan, bağışlayıcı ve medenî gibi insanî davranışlar ahlâkî erdemin zirvesi olan
hilmin yapıtaşlarıdır. Hilmin “akıl” mânâsı bu şekildedir.
Bilim, ilim ve hilmin en nihaî hedefi yüksek hakikattir. Zifiri karanlıktan
aydınlık sabaha erişen insan, ışığın varlığını idrak eder. Gece ve gündüzde
sürekli nefes/hava alıp vererek hava ile irtibatını hiç kesmez. İnsan, canlılığının
devamında önemli yapıtaşlarından birisinin su olduğunu bilir. Hiçbir insanın, en
nihaî hedef olan yüksek hakikatin şahitleri olan
ışık, hava ve sudan kaçamadığı ortadadır.
Işık (foton),
hava (hüve) ve su (damla) gibi şahitlerin gösterdiği yoldaki kelimeleri
okuyarak cümle kuran insan, büyük bir kitabın satırlarını okuduğunu derk ederek
aklını kuvvetlendirir ve kalbine gıda takviyesi yapar. Kalbini arındıran kişi
ancak yüksek hakikate bu şekilde erişebilir.
Hava (gaz) ve su,
akışkanlar bilimi çerçevesince incelenir. Hava sıkıştırılırsa su, su
sıkıştırılır ya da soğutulursa katı madde (buz) elde edilir. Bu değişim ve
dönüşümler bir kanunlar silsilesinde gerçekleşir. Bunların incelenmesi,
anlaşılması ve insanlığa faydalı bilgiye dönüştürülmesi akla kuvvet verir.
Anlaşılan, her
bilimsel netice, kişiyi mutlu kılar. Her bilimsel netice, uğraşanına sevinç
sunar. Ancak bu durum bir müddet sonra nihayete erer. Bunun devamı için ilim
devreye girer ve insanı hilm yolculuğuna iter.
Mutluluk, sevinç
ve huzur ancak ruhun beslenmesiyle devamlılık kazanır. Ruh ise ışık ve mâ ile
beslenir.
Daha yüz yıl
öncesine kadar her şeyin materyalist çerçevede gerçekleştiğini dünyaya haykıran
görüş, foton/ışık hakkındaki bilimsel verilerle yerle yeksan oldu. Esas olanın
nicelik olmadığı, sadece niteliğin asıl maksat olması gerektiği belirlendi.
Bilimsel (kuantum) bu sonucun günümüz sosyal ve siyâsî hayatta bile
karşılığının nicelik (oy adedi) olması, insanı sıradanlaştırıp hiçleştiriyor
olması üzücüdür.
Asıl maksadın ve
en nihaî hedefin yüksek hakikat olduğu bu âlemde, bir
insanın başka bir insana mecbur kılınması mânâya başkaldırıdır. Zamanı gelince,
yüksek hakikat sahibi bu başkaldırıyı ezecektir.
Işık, maddeye
kafasını çarptığında madde de kendi içindeki mânâ derdini ortaya döker. Hava (hüve)
üzerinde yol alan ışık, bir “mâ” denizini gösterir. Hava, “hüve” olarak en
başında “o” zamiri için de kullanılır. O’na erişeceklerin sadece en yüksek
ahlâkî erdem olan en yüksek hakikate erişenlerin olacağı açıktır.
Burada “mâ hüve” birlikteliği
mâhiyete karşılık gelir. Bu itibarla her şeyin ilme/bilime bağlı olduğu aşikâr
olur. Somut bir varlık (mevcut) ne ise bunun özünü
ifade etmek için de mâhiyet kullanılabilir. Burada öz, “nitelik” anlamında olup,
yüksek hakikate erişecek insanın kalp, akıl ve ruhuna da işaret eder.
Mâhiyet olarak ilme/bilime bağlı
olan “mâ hüve” birlikteliği ayrılırsa da maksat bozulmaz. Hüve tek başına O’na işaret ederken, mâ da tam olarak “su”
anlamında ortaya çıkar.
Buradaki “su”, tam olarak bilinen
bütün anlamları da içinde barındırır. Bu detaylandırılırsa, günlük hayatta
içilen su, olduğu gibi hayat suyu olarak da anlaşılabilir. Hayat suyu anlamında
insanın sudan yaratılış süreci de kapsam içerisindedir.
“Mâ” kelimesinin
“su” anlamındaki karşılığı Kur’ân-ı Kerîm’de tam olarak altmış üç (63) âyette
geçmektedir. Bunun bir maksat olduğu açıktır. Başıboş bırakılmadığının bir
göstergesidir.
“Su” kelimesinin
“mâ” olarak bir de suyun tek adedi olan damla karşılığı vardır. Damlanın “asr”
olduğu, malûmun ilâmıdır. Bilimsel (ilim) anlamında damla, fen bilimi ile “O”
zamiri arasındaki mutlak birlikteliğin tam karşılığıdır. Açıkçası “O” zamiri
ile işaret edilen Zât’ın ilminin her şeyi kuşattığı gösterilmektedir.
Hiçbir şeyin
gizli olmadığı, her şeyi kuşatmanın haricinde hiçbir şey olmadığı açıkça ifade
edilmektedir. Bunun vurgulanması için de “asr” üzerine yemin edildiği
bilinmektedir. İnsanın ziyandan salih amel ile kurtuluşa erişeceği
belirtilmektedir.
Salih amel
işleyenlerin konu çerçevesince sadece nitelik esaslı olduğu açıktır. Asr
üzerine yemin edilirken ziyanda olanlardan da bahsedilmektedir (Asr, 2). Kaybedenlere
(ziyanda olanlara) içirilecek sıvı için tek yerde “mâ” kelimesi kullanılmıştır
(İbrâhîm, 16).
Atomdan
galaksilere kadar bütün bilimin/ilmin kuşatıcılığı “mâ” ile ifade edilirken,
mâ’nın “su” anlamında yağmur, tabiî haldeki su (mutlak) ve müdahaleye açık su
(mukayyet) gibi anlamlara gelmektedir.
Müdahaleye açık
su (mukayyet) olarak gül suyu, meyve suyu, çiçek suları, üzüm suyu ve turşu
suyu gibi içecekler de kastedilmektedir. Bunun maksat yapılması ise bilim, ilim
ve hilm yoluyla insanın inkişaf etmesi gösterilmiştir.
Merkezde hep
insanın olduğu nettir. İnsanın kuşatıldığı da açıktır. Işık, hava ve su gibi şahitler
ile bilim, ilim ve hilm yollarıyla akıl, kalp ve ruhunu nasıl besleyeceği
öğretilmiştir. Öğrenilmiş her şeyden insanın sorumlu olacağı da muhakkaktır.
En büyük
savaşların su (mâ) savaşları olacağı açıktır. Birincisi dünyadaki insanlar
arasındaki savaş, diğeri ise kişinin dünyaya gönderilmedeki kazanmak ya da
kaybetme savaşı… Manidar!