Su nerede? İnek içti!

Önceki yazılarımızda Türkiye’nin “Evet” demediği hiçbir plânın bölgemizde kalıcı olamayacağını yazmıştık. Oyun kurucuların plânları, kadim devlet aklımız karşısında bir kez daha suya düştü; bu suyu da inek içerdi ama bahsettiğimiz su, Akdeniz’in suyu…

PEK Muhterem Kari,

Henüz pek küçük olduğum ve dolayısıyla kısa pantolon giymemin ve dizimdeki, dirseğimdeki, elimdeki ve yüzümdeki yaraların garipsenmediği; sabahtan akşama kadar benim gibi kısa pantolon giyen ve benzer yaraları vücûdunda taşıyan akranlarımla saklambaçlar, çelik-çomaklar, birdirbirler, elim sendeler, kukalar oynadığım; gazoz kapakları, kibrit kutuları, kayısı çekirdekleri biriktirmenin ve bunlarla farklı türlü oyunlar icat etmenin rutinden olduğu zamanlarımda, oyunlarımı en tatlı yerinde bölen -ki oyunun en tatlı yeri, bölündüğü yerdir istisnasız- ve artık eve gitme zamanının geldiğini söyleyen akşam ezanları olurdu hep…

Akşam ezanı bitmeden evin kapısından içeri atmam gerekirdi kendimi kural gereği; ancak akşam ezanları da sanki benimle birlikte -hattâ kimi vakit benden de hızlı- koşardı.

Her ezanla birlikte “Azenin aziz olsun/ Kalbim nur ile dolsun/ Ben kabre varana kadar/ Sualim ermiş olsun” diye duâ eden rahmetli babaanneme bir gün akşam ezanlarının neden bu kadar hızlı okunduğunu sormuştum. Cevaben, kıyametin akşam vaktinde kopacağını, o yüzden akşam ezanlarının hızlı okunduğunu söylemişti rahmetli. Çocukken dünyam, ilçemin sınırları kadardı ve bu cevap mantıklı gelirdi.

Benimle birlikte dünyam da büyüdü ve dünyanın her köşesinde akşam ezanlarının farklı zamanlarda okunduğunu öğrendim. Zihnimde yeni bir soru belirdi: Kıyamet, nerenin akşam ezanı saatinde kopacak? Tokyo’nun mu, Mekke’nin mi, Bünyan’ın mı, Lizbon’un mu?

Bu soru zihninizi kurcalayadursun, ben anlatacaklarıma geçeyim dostlar kıyamet kopmadan… Bu sorunun cevabını da küçük kıyametim kopmazsa bir sonraki yazıya bırakayım inşallah…

***

Saatçi

Bir önceki -belki de sonraki- yazımda Sefîne-i Tayy-i Zamanım için birkaç dişli yaptırmak üzere Vefa’ya gittiğimi ve orada başımdan geçenleri anlatmıştım efendim. Önceki seferde başıma hâller geldiği için Vefa’dan eli boş dönmüş ve işte yine yolum Vefa’ya düşmüştü.

Bu kez daha temkinli şekilde aradığım saatçi dükkanını bulmuştum “… Sokak 55 numeroda”. İçeri girdiğimde sanki yüz elli yıl öncesine gitmiş gibi hissettim kendimi. Her ne kadar rutûbet koksa da bu kokunun rahatsız etmediği dükkânın neredeyse tüm duvarları envaiçeşit saatle kaplı idi. Guguklu, sarkaçlı, zincirli, ayaklı, ahşap, metal, iç mekanizmaları görünen, kare, daire, dikdörtgen, hattâ üçgen…

Ustanın çalışmakta olduğu camekânın içerisinde de özensiz şekilde dizilmiş, hattâ üst üste yığılmış onlarca kol saati… Sağda ve solda duran raflarda ise birçoğunu çocukluğumdan hatırladığım türlü çeşit masa saatleri… Saatlerden mütemadiyen çıkmakta olan tik taklar dükkânın içini tıka basa doldurmuştu ve kapı her açıldığında içeri taze hava giriyor ve tik taklar sokağa süzülüyordu âdeta.

Usta, selâmımı almak için çalışmakta olduğu saatten kafasını kaldırdı ve gözüne sıkıştırdığı merceğini alarak usulca camekânın üzerine bıraktı. Tanıdık bir insan gülümsemesi vardı kırklı yaşlardaki yüzünde.

Hızla konuya girdim ve kendisine yaptırmak istediğim çarkların çizimlerini gösterdim. Çizimleri üç dört dakika kadar dikkatle ve mırıldanarak inceledi, sonra yine aynı gülümseme ile tam da ihtiyacıma göre hazırda dişlilerinin olduğunu söyledi. Enteresan!

Çizimleri camekânın üzerine bıraktı, tezgâhın arkasındaki yorgun ahşap kapıyı açtı ve aşağı indi. Kapının arasından ve alt kattan sarı bir ışıkla birlikte metalik sesler geliyordu; muhtemelen usta, “benim” dişlileri arıyordu.

Bir süre sonra dişlilerle birlikte geri döndü usta ve üzerindeki önlükle dişlilerin tozunu sildi. Çizimleri tekrar kontrol edip emin olduktan sonra, dişlileri kalın, kahverengi bir kâğıda sardı, kenevir iple paketi bağladı ve camekânın üzerinde bana doğru itti. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum.

Yer darlığından dolayı bu bahsin bakiyesini bir sonraki yazıya bırakıyorum efendim…

***

Bu ayki seyahatimiz için hazırsanız sefînemizi çalıştıralım dostlar. Zaman nişangâhımızı 27 Eylül 1538’e, mekân nişangâhımızı da el’an Yunanistan topraklarında bulunan Arta Körfezi çıkışına, Preveze’ye kuralım. Kemerler bağlıysa düğmemize basalım. Cızır cızır cızır… Haydi bismillah!

Sağımızdaki Akdeniz ve Akdeniz’de bulunan Andrea Doria kumandasındaki Haçlı donanması ne kadar hırçınsa, solumuzdaki Arta Körfezi ve burada bekleyen Hızır Reis’in (siz onu Barbaros Hayreddin diye bilirsiniz) donanması da bir o kadar dingin… Bir tarafta Papalık, Venedik, Ceneviz, Malta, İspanyol ve Portekiz ittifakının kalyonlar, kadırgalar ve ikmâl gemilerinden müteşekkil altı yüzün üzerinde sefînesi ve bunların içerisinde 60 bin askeri; diğer tarafta sadece 122 kadırgalık ve 20 bin leventten oluşan Osmanlı donanması… Birazdan kıyamet kopacak! Dürbünü gözüme dayıyorum, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamam lâzım!

İşte Osmanlı donanması harekete geçiyor; boğaza doğru yaklaşan gemilerden Reis’in gemisi kolayca ayırt edilebiliyor, kızıl sakallarından Hızır Reis’i tanıyorum. Kadırgası boğazdan geçerken Koca Reis’in dikkatle bulunduğum yere doğru -belki de bana- baktığını görüyorum, içim ürperiyor.

Preveze Boğazı’nı geçen donanma altı mil açılarak hilâl şeklinde savaş nizâmını alıyor. Az sonra da kadırgalarımızın baş kısmındaki toplar ateşlenerek savaşı başlatıyoruz. Doria’nın donanması şaşkın, zira Hızır Reis’in mütevazı donanmasının savunmada kalması bekleniyordu.

Bu şaşkınlıktan faydalanan Hızır Reis, 40-50 kadırgayı ok gibi Doria’nın donanmasına doğru salıyor; Haçlılar daha da şaşırmış durumdalar. Doria’nın donanması bu şaşkınlığı atlatıp şimale doğru ricat ediyor. Hızır Reis de muhteşem bir nizamla donanmasını Preveze önüne sıralıyor. Hava kararıyor, asıl kapışma yarına kalıyor. Soğuk da olsa üşümeye değecek bir gece olacak benim için ve dönmeye niyetim yok. Ertesi günü bekliyorum…

Sabahın ilk ışıkları ile birlikte müttefik donanması üç sıra hâlinde donanmamız karşısındaki yerini alıyor. Birkaç kez donanmamızı kuşatma girişiminde bulunsalar da kanatlardaki Salih Reis ile Seydi Ali Reis, karşı taarruzlarla buna müsaade etmiyorlar.

Toplar yine ateşlenmeye başlıyor. Doria’nın toplarının menzili kısa ve atılan güllelerin tamamı denize düşüyor. Buna mukabil, müttefik donanması bizim menzilimiz içerisinde ve kalyonları ile kadırgaları birer ikişer yara almaya başlıyor.

Hızır Reis hücûm emrini veriyor ve donanmamız Haçlı gemilerine doğru harekete geçiyor. Barbaros karşısındaki donanmayı ortadan ikiye ayırırken, diğer taraftan Turgut Reis de Doria’nın donanmasını arkadan ihata etmeye başlıyor. Şaşkına dönen Haçlı donanması, hızla bu cendereden çıkmaya çalışıyor.

Haçlı donanmasında yüzü geçkin kadırga ve kalyon denizin altını boyluyor, otuz altı gemi Hızır Reis tarafından ele geçiriliyor ve kısa günün kârı olarak iki bini aşkın esir alınıyor. Bu karmaşada Andrea Doria’nın gemisi kaçmayı başarıyor.

Bu zafer sonrası Haçlıların Akdeniz’deki egemenliği ve üstünlüğü sona eriyor. Müttefikler için çok can sıkıcı bir gün!

Bugünü de gördüm ya, dönsem de gam yemem artık! Dönelim o zaman dostlar…

***

Çok olmaya başladık! Üzerimizde plânları olanlar için can sıkıcı bir ülkeyiz artık, kabul edelim dostlar.

Güney sınırımızda kurulmak istenen terör devleti plânlarını Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları ile çöpe gönderdiğimiz gibi, bir başka kuşatmayı ve ittifakı da boşa çıkarmayı başardık, elhamdülillah!

Libya ile yapılan anlaşma sonrası Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve maalesef Mısır’ın kurduğu ittifak eliyle deniz sınırlarımıza örülmeye çalışılan duvar da yerle yeksan oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, anlaşmanın kapsamının daraltılmasını, hattâ iptal edilmesini talep ediyor, Yunanistan ise Atina’daki Libya Büyükelçisini sınır dışı ediyor. Karşımızdaki ittifakın görünen ve görünmeyen tarafları bize fena hâlde diş biliyor.

Önceki yazılarımızda Türkiye’nin “Evet” demediği hiçbir plânın bölgemizde kalıcı olamayacağını yazmıştık. Oyun kurucuların plânları, kadim devlet aklımız karşısında bir kez daha suya düştü; bu suyu da inek içerdi ama bahsettiğimiz su, Akdeniz’in suyu…

Kalınız sağlıcakla efendim…