Su mucizesi (1)

Arz ile Ay, birlikte yörünge çizmektedirler ve Ay (koruyucu baba şefkatiyle) dış taraftadır; üzerlerine gelen meteorların çoğunluğunu üstüne çekmiştir. Meteor hikâyesi doğru olsaydı, Ay’ın tüm yüzeyinin okyanuslarla kaplı olması gerekirdi. Hâlbuki Ay, kuru bir suratla bize gülümsemektedir.

“ŞİMDİ içmekte olduğunuz suyu (inceleyip) söyleyin.” (Vâkia, 68)

***

Bir haberle başlayalım: “Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, 4 Aralık Dünya Su Kayıpları Günü öncesi 81 ilin belediye başkanını ‘Su Verimliliği Seferberliğine’ katılmaya çağırdı.” (28 Kasım 2022, DHA)

Çoğumuz, devamlı kullandığımız ve sarf ettiğimiz nimetlerin lâyıkıyla farkında değiliz. Hava gibi, su gibi... Kolay elde ettiğimiz için mi, yoksa alışkanlığın hâsıl ettiği umursamazlıktan mı?

Su, hayatımızdaki yeri ve önemi kıyası nakabil bir madde. Bütün canlılar için de aynı önemde. Dehşetli bir çöl sıcağında, susuzluktan dudağı çatlamış bir insanın suya duyduğu iştiyakı tahayyül edebiliyor musunuz? Haydi bırakalım çöl iklimini, uzun yaz günlerinde iftar vakti suya duyduğunuz hasret az bir şey midir?

Vücudumuzun yüzde 60’ı sudur. Azâlarımız değişik oranda su ihtiva ederler. Kemiklerin yüzde 31’ini, beynin yüzde 75’ini, akciğerin yüzde 83’ünü, kanın yüzde 92’sini su teşkil eder. Su, hayatın vazgeçilmezidir.

Fen adamları, hayatın suda başladığını söylemektedirler. Aslında bunu Kur’ân-ı Kerim, “Allah her canlıyı sudan yarattı” (Nûr, 45) ayetiyle çok önceleri bildirmiştir.

Suyun kendine has fiziksel ve kimyasal özellikleri vardır. Birçoğumuz bundan bîhaberiz. Şimdi kalemimizin döndüğü kadar ifade etmeye çalışalım…

Suyun kimyasal ve fiziksel özellikleri

1- Su, “H2O” formülü ile gösterildiği şekilde, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomundan meydana getirilmiştir. Her iki madde saf anlamda gaz hâlindedir. Hidrojen yanıcı, oksijen ise yakıcı özelliktedir. Yanıcı ve yakıcı iki maddeyi bir araya getiren Allah-u Teâlâ, hayat membaı suyu yaratmıştır. Su, yanıcı ve yakıcı madde ihtiva ettiği hâlde ateşi söndürür.

2- Oksijen atomunun iki hidrojen atomuyla olan bağlantısı (Kovalent bağ), bir su molekülünü oluşturur (Şekil-1).

 

Şekil-1: Su molekülünde atomların bağlanması...

Her su molekülünde artı ve eksi kutbu bulunduğundan, bu, kimyasal işlemleri kolaylaştırır. Vitaminlerin ve minerallerin çözülmesini sağlar. Su moleküllerinin istenilen değerde (büyük ve küçük) gruplaşma ve kümelenme özelliği vardır. Küçük kümelenme özelliği ile taşıdığı besinleri damarlardan rahatça hücrelere taşınmasını sağlar. Hücreyi terk ederken toksik maddeleri de beraberinde götürür.

3- Su, gerilim özelliğine sahiptir:

a) Kohezyon özelliği: Yapısı içindeki molekülleri çekim kuvvetiyle dağılmadan bir arada tutar. Kohezyon kuvveti, su yüzeyinde yüzey gerilimi oluşturur. Bazı su canlıları bu özellik nedeniyle su üzerinde hareket ederler.

b) Adezyon (farklı iki maddenin molekülleri arasındaki çekim kuvveti) özelliği: Çekim gücü yüksektir.

c) Kılcal özellik: Bu özellik, dar kanallarda, yer çekimine karşı yukarı doğru hareket edebilme özelliğini ifade eder. Bitkilerde, kökleri vasıtasıyla topraktan emilen su bitkinin gövdesine ve yapraklarına ulaşır. Eğer sudaki bu özellik olmasaydı bitkiler canlı kalamazlardı.

4- Su, minerallerin ve vitaminlerin çözülmesini, besinlerin sindirilmesini sağlar. Besinlerin emilmesine ve gıdaların enerjiye çevrilmesine yardımcı olur. Oluşan toksinler suyla dışarı atılır. Yeşil bitkilerde fotosentez hâdisesini oluşturur.

5- Suyun mucizevî özelliklerinden biri de ısı karşısındaki davranışıdır. Su yavaş ısınır, yavaş soğur. Yer kabuğunun yüzde 75’ini teşkil eden denizler ve göllerde ısı değişiminin tedrici olması, atmosferde anî iklim değişikliğine engel olur. Aynı zamanda bu, canlıların vücut ısısının ortama uyumunu sağlamaktadır. Soğuk kış mevsiminde sıcak evinizden dışarı çıktığınızda birdenbire kaskatı kesilebilirdiniz, ancak suyun bu özelliği, vücut ısısının düşmesini yavaşlatmaktadır.

Diğer sıvıların aksine, donduğunda suyun hacmi genişler. Buzdolabına konulan su dolu cam şişe, donarak kabı çatlatır. Denizlerde ve göllerde önce soğuktan etkilenen yüzey donar. Donmuş suyun yani buzun özgül ağırlığı, sıvı suyun özgül ağırlığından daha hafiftir. Böylece buz tabakası batmaz, yüzeyde kalır. Diğer bileşiklerse donduklarında yoğunlukları arttığı için batarlar. Buzun hafif olması ise yüzeyde kalmasını, dipteki canlılara zarar vermemesini sağlar. Üstteki buz tabakası, izolasyon göreviyle su altı canlılarının soğuktan etkilenmeden yaşamalarına da imkân yolu açar.

Suyun hacmi, ısı “artı 4” Santigrat dereceye düşene kadar azalır ve bu seviyeden sonra artmaya başlar. “Sıfır” derecede donan su yani buz, sıvı sudan hafif olduğundan, yüzmektedir. Hâlbuki diğer bütün kimyasal maddelerin katı hâli, sıvı hâlinden daha ağırdır. Onlar donduklarında dibe çökerler. Allah-u Teâlâ’nın suya istisna olarak verdiği bu özellik sayesinde içindeki canlılar hayat sürebilmektedir.

6- Su temizleyicidir, arındırıcıdır. Tabiîliği bozulan ve kirlenen her nesne su ile temizlenir. Hava kirliliği yağmur sularıyla toprağa karışır. Topraktaki kirleri de alan su, yeraltına inerek ve derinlerdeki katmanlarda süzülerek arınır. Kaynak olarak yeryüzüne ulaşarak canlıların istifadesine hazır hâle gelir.

Su, ayrıca deriden itibaren tüm vücudun temizlenmesini, böbreklerin çalışmasını ve toksinlerin atılmasını kolaylaştırır. İçimizi dışımızı su sayesinde temizleriz.

7- Su aynı zamanda iyi bir taşıyıcıdır. Hücrelerin ihtiyaç duyduğu oksijen ve besinler suyla taşınır.

8- Su tabiatta sıvı, katı ve gaz olarak çeşitli hâllerde bulunur. Yağmur, akarsu, dolu, kar, sis ve çığ, değişik şekilleridir. Göller ve denizler olarak yeryüzünün yüzde 75’ini kaplar. Su, tabiatta devridaim ederek vazifesini icra eder. Su miktarı sabittir. Kullanılarak kirletilen su, döngü safhasında arınarak tekrar hizmete hazır hâle gelir. Arz yaratıldığından beri tüm canlıların kullandığı su, hep aynı sudur. Fen camiasının araştırarak bulduğu bu sonuç, Kur’ân-ı Kerim’de çok önceden bildirilmiştir:

“Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır. Üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi bir su ile sulanıyor. Biz onlardan bazısını yemişlerinde (ve özelliklerinde) bazısından üstün kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak insanlar için elbet ayetler vardır.” (Rad, 4)

Akarsular ve göllerde gemi gibi vasıtaların ulaşımda kullanılabilirliğini sağlayan su, yeraltına inerek, bazen sıcak su olarak kaplıcaları, soğuk olarak kaynak sularını ve mineralleri bünyesine toplayarak maden sularını meydana getirir.

Saf su, renksiz ve tatsızdır. Suyu tatlandıran ve daha faydalı hâle getiren, içinde çözülmüş hâlde bulunan minerallerdir. (İnsanı misâl alırsak, saf insan, duygu yönünden temiz ve zararsızdır. Ama cahil olduğundan kendisine ve çevresine faydası yoktur. Bunun için ilim ile teçhiz edilmesi lâzımdır. İlim, insanı değerli ve faydalı yapar.)  

9- Tabiatta olduğu gibi, insan vücudunda da su, sabit ve hareketlidir. Günde 2 ilâ 2 buçuk litre (8-10 bardak) suya ihtiyaç duyulur. İçecek ve besin olarak vücuda alınan su, sindirim sisteminde emildikten sonra kana geçer. Kan dolaşımıyla bedene dağılır, kılcal damarlarla doku sıvısını oluşturur. Hücre içinde kimyasal reaksiyonlara girer. Hücre dışına çıkarak tekrar doku sıvısı hâline gelir ve doku sıvısından kan dolaşımına katılır. Kirlenen kan böbreklere gelerek temizlenir. Toksik maddeler idrar olarak suyla beraber dışarıya atılır.

Suyun alınımı ve atılımı bir denge hâlindedir. Günlük su alım miktarının kullanılan ve atılan miktara eşit olması lâzımdır. Günlük yeterli su alınmadığı takdirde çeşitli hastalıklar boy gösterir. Yemek yemeden aylarca yaşanabildiği hâlde, susuz ancak birkaç gün dayanılabilir. Yüzde 3 su eksikliği, vücut ısı düzeninin bozulmasına yol açar. Yüzde 5 eksiklik baş ağrısı ve yorgunluk verir. Yüzde 7 kayıpta bayılmalar olur. Yüzde 10 eksiklik durumunda şuur kaybolur. Yüzde 15’lik su kaybı ise “ölüm” demektir!

Suyun varoluşu 

“O, gökten bir su indirmiştir de vadiler kendi miktarınca dolmuştur…”  (Rad, 17)

Bu kadar faydalı ve lüzumlu olan su, yeryüzünde nasıl meydana geldi? Yer, ilk hâlinde ateş küreydi ve soğuyarak kabuk tabakası (litosfer) oluştu. Suyun yeryüzünde bulunması imkânsızdı. O hâlde nereden geldi?

Fen adamları, uzaydan gelen meteorların arza çarparak içlerindeki suyu bıraktıklarını söylemekteler. Bu ifadeler suyun gökten indirildiğini bildiren ayetlerle uyumludur. Eğer onlar meteorların kendiliğinden (bir irade olmadan) düştüğüne inanıyorlarsa, yanlış olur. Zira komşumuz Ay’a baksınlar, asteroit ve meteorlardan yüzeyi delik deşik olmuştur (Şekil-2).

 

Şekil-2: Ay yüzeyi… Yeryüzünü koruma görevi üstlenen Ay, uzaydan gelen asteroit ve meteorlarla delik deşik olmuştur…

Arz ile Ay, birlikte yörünge çizmektedirler (Şekil-3) ve Ay (koruyucu baba şefkatiyle) dış taraftadır; üzerlerine gelen meteorların çoğunluğunu üstüne çekmiştir. Meteor hikâyesi doğru olsaydı, Ay’ın tüm yüzeyinin okyanuslarla kaplı olması gerekirdi. Hâlbuki Ay, kuru bir suratla bize gülümsemektedir.

        

Şekil-3: Arz ile Ay’ın Güneş etrafındaki şematik yörüngeleri… Ay yörüngesi Arz’ın etrafında dolaştığından, Ay, uzaydan gelen meteorları kendi üstüne çekmektedir…

“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle (uzayda ve yerde) denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, gökle yer arasında (Hakk’ın emrine) boyun eğmiş olan rüzgârları ve bulutları evirip çevirmesinde, düşünen bir topluluk için (Allah-u Teâlâ’nın varlığına, birliğine, ilminin sonsuzluğuna ve her şeye gücü yettiğine dair) deliller vardır.” (Bakara, 164)

(Devam edecek...)