ALTAY Türklerinin
içimizde pek az bilinen bir yaratılış destanı vardır. Bu destan, ilk olarak
Alman Türkolog Wilhelm Radloff ve Rus misyoner Vasili Verbitskiy tarafından
kaleme alınmıştır. İki anlatım, benzerlikler içermektedir.
***
Radloff’un
anlatımıyla Altay Türklerinde yaratılış şöyle başlar:
“Yeriding Pütkeni (Yerin Yaratılışı)
Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile Kişi
vardı. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı.
Tanrı bir şey düşünmüyordu. Kişi, yel çıkarıp suyu dalgalandırdı; Tanrı'nın
yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı’dan güçlü olduğunu sandı;
daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak
üzereydi. ‘Bana yardım et!’ diye bağırıp Tanrı’dan yardım istedi.
Tanrı, ‘Yukarı çık!’ dedi, o da sudan çıkıverdi. Sonra Tanrı, ‘Sağlam bir
taş olsun!’ dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Tanrı ile Kişi, taşın üzerine
oturdular. Tanrı, Kişi’ye, ‘Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar!’ diye buyruk
verdi. Kişi, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı
toprağı Tanrı’ya götürdü.
Tanrı, Kişi’nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken ‘Yer olsun!’ diye
buyurdu. Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Tanrı, yine Kişi’ye, ‘Suya
dal, suyun dibindeki topraktan çıkar!’ diye buyruk verdi. Kişi, suya
daldığında, ‘Bu kez kendim için de toprak alayım’ diye düşündü. İki avucuna da
toprak doldurdu; bir avucundakini Tanrı’dan gizlemek için ağzına attı. Dileği,
Tanrı’dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip
Tanrı’ya uzattı. Tanrı, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. O’nun
suya serptiği toprak gibi, Kişi’nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeye
başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye
kaçsa yanı başında Tanrı’yı buluyordu. O’ndan kaçamıyordu. Çâresiz kaldı,
Tanrı’ya yalvarmağa başladı: ‘Tanrı! Gerçek Tanrı! Bana yardım et!’
Tanrı, Kişi’ye, ‘Ağzındaki toprağı ne için sakladın?’ dedi. Kişi, ‘Kendime
yer yaratmak için saklamıştım’ diye yanıt verdi. Tanrı da, ‘Öyleyse at ağzından
ve kurtul’ dedi. Kişi’nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler
oluştu. Tanrı, ‘Artık sen günahlı oldun’ dedi, ‘Bana karşı geldin. Kötülük
düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler, senin gibi
kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pâk kişiler olacak, güneş ve aydınlık
yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın
da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını
senden saklayanlar benim adamım olsun…”
(Destan, bu şekilde devam eder...)
***
Rus
misyoner Vasili Verbitskiy’in anlatımı da benzer bir anlatımı içerir:
“Gök yoktu, yer yoktu. Yalnızca, sonu olmayan bir deniz vardı. Tanrı Ülgen
(Aakay, Kurbustan), bu denizin üzerinde uçuyordu. Konacak sert bir yer
arıyordu, bulamıyordu. Böyle uçarken, gönlüne doğdu. Bir ses, ‘Önündeki nesneyi
yakala’ diye fısıldadı. Ülgen, bu fısıltıyı yineledi. Ellerini öne doğru
uzattı. O sırada su yüzüne bir taş çıkmıştı. Ülgen, taşı yakaladı, üzerine
kondu. Taşın üstünde ne yapacağını düşündü. Uçsuz bucaksız suyun içinden Ak Ene
(Ak Ana), süzülüp Ülgen’in karşısına çıktı ve ‘Yarat’ dedi; üç kez yineledi.
Ülgen, ‘Nasıl?’ diye sordu. Ak Ene, ‘‘Yaptım, oldu’ de, ‘Yaptım, olmadı’ deme’
dedi. Sonra Ak Ene kayboldu. Bir daha da görünmedi. Ülgen, insanlara şu buyruğu
verdi: ‘Var olana ‘yok’ demeyin; vara ‘yok’ diyen de yok olur!’
Ülgen, ‘Yer yaratılsın!’ dedi; yer yaratıldı. ‘Gökler yaratılsın!’ diye
buyurdu; gökler yaratıldı. Böylece bütün dünyayı yarattı. Sonra üç büyük balık
yaratıp, yeri onların üzerine yerleştirdi. Balıklardan ikisini yerin kenarına,
üçüncüsünü ortasına temel yaptı. Ortada bulunan balığın başı kuzey yönündedir.
Bu balık başını eğerse, kuzeyden yayık (tufan) olur. Başını daha aşağı eğerse,
yeryüzünde su basmadık bir avuç yer kalmaz. Onun için bu balık, büyük bir
zincirle bir direğe bağlanmıştır. Onu Mangda-Şire yönetir.
Ülgen, dünyayı yaratırken ay ve gün ışığının dokunduğu Altın Dağ’da oturdu.
Bu dağ, gök ile yer arasında idi. Dünya’nın yaratılışı altı gün sürdü. Yedinci
gün, Ülgen yatıp uyudu; sekizinci gün kalktı...”
(Bu metin de bu şekilde devam eder.)
***
İki metnin devamını da merak edenler, internetten bulup okuyabilirler.
Yıllar önce okuduğum efsanelerin şu iki cümlesi, sürekli hâfızamda kalmıştır:
“Her şeyden önce su vardı” ve “Dünya’nın yaratılışı altı gün sürdü”…
Sience dergisinde daha önce yayımlanmış ama benim maalesef henüz okuduğum
bir araştırmada şu sonuç ortaya çıkmış: “İçtiğimiz su, Güneş Sistemi’nden bile eski!”
Araştırmaya göre Dünya’daki suyun büyük bir kısmının Güneş’ten bile eski
zamanlarda oluştuğu bulgularına ulaşılmış. Michigan Üniversitesi tarafından yapılan
araştırmaya göre, Dünya’daki suyun bugüne ulaşan bir kısmı Samanyolu galaksisi
ve ötesindeki derin uzaydan gelen materyaller ile ortaya çıkmış. Bulgular,
Güneş Sistemi’nin ötesinde Dünya benzeri su içeren gezegenlerin bulunma
olasılığını da bir kez daha doğrulamış. Yapılan çalışmalara göre, Dünya’daki
suyun yüzde 30 ilâ 50’si ile kuyrukluyıldızlardaki suyun yüzde 60 ilâ 100’ünün
yıldızlararası uzayda Güneş’in doğumundan önce oluştuğu düşünülüyor.
Simülasyondaki en düşük olasılıklar, okyanusların yüzde 7’si ile kuyrukluyıldızlardaki
suyun yüzde 14’ünün Güneş Sistemi dışından geldiğini öne sürüyor.
Hud Sûresi’nin 7’nci âyetinin Türkçe meali şöyle başlar: “Arşı, su
üzerinde iken hanginizin daha güzel davranacağını denemek için gökleri ve yeri
altı günde yaratan O’dur…”
“Arşı,
âlemi su üzerinde iken yani su daha önce yaratılmış iken, su varken altı günde
yaratan O’dur”...
Yaratılışın
sudan başladığı ile ilgili başka âyetler de vardır. Enbiyâ Sûresi’nin
30’uncu âyetinin meali şöyledir: “İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken
onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ
inanmayacaklar mı?”
Nûr Sûresi’nin 45’inci âyetinin meali ise şöyle: “Allah hareket eden her
canlıyı bir sudan yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak
üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yol alır. Allah dilediğini
yaratıyor, Allah her şeye Kadirdir.”
El-hak bir; bilim-ilim “hakikati” keşfettikçe, gerçekten akledebilen ve
nasibi olan insanoğlu “hakikate” daha fazla yaklaşıyor.
El-hak iki; Orta Asya Türklerinin İslâmiyet’ten önce kabul ettikleri Tengricilik
veya Şamanizmin kökenlerinde hak bir dine dayanan öğretiler bulunma olasılığı “hakikaten”
mantıklı görünüyor.
El-hak üç; su hem hayattır, hem de hayatın başlangıcıdır. Su, hakikatin remzidir!