Şu bizim Osmanlı

Yedi asırlık ömrü ve neredeyse dört asra yakın süre dünyanın süper gücü olma vasfını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde bugün elliye yakın devlet bulunmaktadır. Bu devletlerin büyük bölümü, günümüzde dahi siyâsî istikrarsızlık ve sosyal çatışmalarıyla gündemi meşgul etmektedir…

OSMANLI Devleti, farklı din ve milletlere mensup çeşitli unsurlar arasında sağlam bir ahenk tesis etmiştir. İlme, sanata ve insanlığa asırlarca faydalı olmuştur. Geniş insan toplulukları nezdinde sosyal adâleti kurmakla dünya tarihinde kudretli ve cihanşümul bir siyâsî varlık göstermiştir.

Endonezya’dan İspanya’ya, Kırım’dan Yemen’e kadar Müslüman milletlerin hâmiliğini yapan Osmanlılar, daima mazlumların yanında yer almış, fethettikleri yerlere hizmetin en üstününü götürmüşlerdir. Ve buralardaki insanlar hangi dinden, hangi ırktan olurlarla olsunlar, onlardan kimseyi aç ve açıkta bırakmamış, herkese giyecek ve barınak temin etmişlerdir. Bu sebeple Hıristiyan âlemi, atalarımız Osmanlı Türk’ünü daima kurtarıcı olarak karşılamıştır.

Osmanlı sultanlarının idealleri, kendi tâbirleri ile “Nizâm-ı Âlem için İlây-ı Kelîmetullah” ile “Kızılelma” fikri üzerinde toplanıyor ve devletin hikmet-i vücûdu, millî, İslâmî ve insanî esaslara bağlı bir cihan hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu. Osman Gazi’nin, “Gâyemiz kuru bir cihangirlik dâvâsı değildir” şeklindeki son sözleri bütün sultanlara rehber olmuş, bu vasiyetten ayrılmamak için gayret sarf etmişlerdir.

Osmanlı sultanları vatan ve milleti her şeyin üzerinde tutarlardı. Tebaalarını kendi evlâdı kabul etmişler, onların dünya ve âhiretlerini kurtarmayı kendilerine en büyük gâye edinmişlerdi. Pîr-i fâni olmuş, yarım yüzyıl devlete hükmetmiş bir cihan padişahı olan Kanûnî Sultan Süleyman Han’ı hasta hasta sefere çıkartan da işte bu gâye idi!

Osmanlı padişahları sâlih, dindar kimselerdi. Bütün ihtişamlarına rağmen Hakk’a kullukta, O’na ibâdette kusur etmemekte azamî dikkat gösterirlerdi. Yavuz Sultan Selim Han’ın, ölüm döşeğinde kendisine “Şimdi Allah’la olmak zamanıdır” diyen lalasına, “Lala! Sen, şimdiye kadar bizi kiminle sanırdın?” demesi, bunun en güzel ispatıdır.

Ama şu var ki, insanlar gibi devletler de doğar, en olgun seviyelerine varır ve yıkılırlar. Osmanlı da böyle oldu; dört yüz çadırdan ihtişamlı bir cihan devleti doğdu, büyüdü, 20 milyon kilometrekarelik bir coğrafyayı vatan yaptı, medeniyetlerin en güzel ve en üstününü kurdu ve bu kemâl noktasından yavaş yavaş zevâl çizgisine doğru yürüyüp 20’nci asrın başlarında tarih sahnesinden çekildi.

Yedi asırlık ömrü ve neredeyse dört asra yakın süre dünyanın süper gücü olma vasfını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde bugün elliye yakın devlet bulunmaktadır. Bu devletlerin büyük bölümü, günümüzde dahi siyâsî istikrarsızlık ve sosyal çatışmalarıyla gündemi meşgul etmektedir. Bu itibarla, Osmanlı’nın huzur ve mutluluk dönemi ile günümüz dünyasını mukayese edenler, “Osmanlı gitti, huzur bitti” diyerek çok çarpıcı bir tarzda bu farkı yansıtmaktadırlar.