String art

Sanat; sanat için de, toplum için de, tüketim için de, benim için de ve hatta müzmin bekârlar için düzenlenen etkinlikler için de yapılsa saygı duyulası bir şeydi. Çünkü bütünselden uzaklaşarak dağılan her parçam hâlâ biraz vahdet-i vücuttu. Neyse ki bu yanılsama da çok uzun sürmedi ve bu post-modern rüyadan uyandım. Nasıl mı?

MARX’a göre, “ihtiyaçların ortaya çıkması ve doyuma ulaştırılması metalara erişime bağlı olduğu için, tek gerçek ihtiyaç, aslında zenginliğin soyut formuna, paraya duyulan ihtiyaçtır; kapitalist piyasa ilişkileri söz konusu olduğunda paraya duyulan ihtiyacın giderilmesi ise, her şeyden önce bu ihtiyaç için döngüsel olarak bir teşvik unsurunun kaynağını oluşturacağı varsayılan yeni insan ihtiyaçlarının yaratılması” ile mümkündür.

Marx’ın görüşleri irdelendiğinde, insanı kavramsallaştırmaya çalıştığı, onu kapasitesine göre belirli bazı ihtiyaçlara odakladığı ve kapasitesine göre değişiklik arz eden ihtiyaçlarını tatmin ettiği ölçüde insanların kendi doğasında kendisini gerçekleştireceğini savunduğu görülecektir. Bu şekilde eksiksiz hâle gelen insan, yalnızca kapitalizmdeki piyasa, para, rekabet ve kâr dolaşımının içindeki metalarla hemhâl olmakla kalmamış, aynı zamanda onun ihtiyaçları da âdeta sistem içi sermayenin sürekli olarak arttırılabilmesi için bir önkoşul hâline gelmiştir. Öyle ki, metalara yönelik olan ve bu sebeple farklılaşan ihtiyaçların talep oranı yüksek olduğunda ekonominin canlanmasından, düşük olduğunda ise ekonomik durgunluktan bahsedilecektir.

Kapitalizmin temel amaçlarından biri, üretilen malların elden çıkarılmasıdır. Bunu sağlamak içinse insanların hep daha fazlasını istemeye yönlendirilmesi amaçlanmakta ve bu doğrultuda stratejik yöntemlere başvurulmaktadır. Genel olarak kitle iletişim araçları vasıtasıyla yapılan bu yönlendirmenin, reklâm ve pazarlama ile birleşince toplumları kısa sürede etkisi altına alan uzun soluklu bir buhran hâli yarattığını düşünüyorum. Bauman bu durumu, “Günümüzde normatif düzenlemenin yerini yaratılan ihtiyaçlar, ideolojik aşılamanın yerini reklâmcılık almakta, yönlendirme ve baskının yerine ise ayartma kullanılmaktadır” diyerek tek cümlede özetlemiş.

Genzine kapitalizm takılan tüm toplumlarda olduğu gibi fütursuzca tüketmenin hayatımıza anî girişiyle Marksizm de modernizm gibi intiharın eşiğine geldi; ancak doğurduğu buhran, yok olmaktan ziyade farklı ve belki de daha tehlikeli bir canavar yarattı: Post-modernizm…

Bütünselden uzaklaşan, uzaklaştıkça dağılan ve bence kendini boğan bir parçalanmışlık…

Biraz daha entelektüel bir tanımlamayla, modernizmin bütünselliğine karşı çıkan, farklılaşmayla beraber geçmişle bağlarını güçlendirmeyi de amaçlayan, ancak bunun nasıl gerçekleşeceğine dair herhangi bir açıklaması da olmayan düşünce akımı…

Modernizm ile tek tipleşen insanların içine düştüğü buhrandan bir lahza uzaklaşabilmek için buldukları, ancak hâlâ pek çok yazarın üzerinde fikir birliğine varamadığı post-modernizm ile vaat edilen cennetlerin yerini melankoli, kötümserlik ve şizofreniye bıraktığını, Fordizmin ise her geçen gün biraz daha post-Fordizme evrildiğini söylemek çok da yanlış olmaz sanırım.

Post-Fordizm özetle, Fordizmden farklı olarak yalnızca yeni tüketim formları yaratmakla kalmaz, tüketimin arttırılması için bireysel tüketim zamanlarının ve yerlerinin sıkıştırılmasını, tüketimin alışkanlık hâline getirilmesini de amaçlar. Tüm bunları yaparken ihtiyaçları bireyselleştirerek farklılaştırır ve hibrit tüketim kalıpları oluşturur. Tam da bu noktada, kurutma makinası özelliği olan çamaşır makinalarından ya da fotoğraf çeken cep telefonlarından bahsetmemi bekliyor olabilirsiniz; ancak ben tüketimin bambaşka bir tezahüründen bahsetmek istiyorum: “String art”...

Sert bir zemine -ki bu genellikle tahta bir levha oluyor- belirli bir düzende çakılan çivilere iplerin geçirilmesi suretiyle yapılan iplik sanatı…

Post-modern acılarımı dindirecek ve tabiî ki parayla satın alabileceğim sanatsal bir faaliyet ararken rastladım string art etkinliklerine. (Artık para ile satın alınmayan her haz, bizi yıpratan birer duygu erozyonundan ibaret ya hani…)

Biletix’ten özenle 75 TL’ye aldığım biletimin çıktısını çantama koydum ve Beyoğlu’ndaki atölyeye doğru yola çıktım. İçeri girdiğimde 10-15 adet Picasso tablosu kopyası karşıladı beni. Dürüst olmak gerekirse, kurşun kalemle çizilmiş ve eser sahibi tarafından en az 75 TL ödenmesi karşılığında boyanmayı bekleyen bu çakma sanat eseri etkinliğine bilet almadığım için pek memnun oldum. Sonra string art çalışmasında bize yol gösterecek koçumuzla tanıştık ve kullanmak istediğimiz renkteki ipleri seçtik.

Benim tercih ettiğim etkinlik “No Stress” temalıydı. Yaklaşık 3 saat sürdü. Hiçbir şey düşünmeden orada saatlerimi harcamış ve tahta bir levhayla eve dönmüştüm. Üstelik elim çok yatkın olmadığı için ipleri çok sıkı bağlayamadığımdan olsa gerek, daha eve gelmeden birkaç çivi yamulmuş, birkaç düğüm açılmıştı bile. Tabiî ki tüm aksiliklere rağmen derhâl Instagram’dan ne kadar farklı olduğumu başkalarına göstermek için çok değerli sanat eserimi hikâyeme koyarak farklılaşan ihtiyaçlarımı sergiledim. Satın almanın verdiği o eşsiz haz ve çoktandır unuttuğum/uz bir şeyler üretmek duygusuyla birleşince hayli mutlu olduğum söylenebilir; ancak yine de bunun sanat maskesi takan riyakâr bir pazarlama stratejisi olduğunun farkındaydım elbette.

Yine de koçumuz evlerin duvarlarına yaptığı devasa iplik cümbüşlerini gösterirken, bunları düşünmekten ar ettim. Çünkü sanat; sanat için de, toplum için de, tüketim için de, benim için de ve hatta müzmin bekârlar için düzenlenen etkinlikler için de yapılsa saygı duyulası bir şeydi. Çünkü bütünselden uzaklaşarak dağılan her parçam hâlâ biraz vahdet-i vücuttu. Neyse ki bu yanılsama da çok uzun sürmedi ve bu post-modern rüyadan uyandım. Nasıl mı?

Evrendeki tüm annelerden bir parça daha gerçekçi olan annem sayesinde...

“Bakın, ne yaptım?!” diye hevesle havaya kaldırdığım tahta levhaya gözlüklerinin üzerinden baktı ve şöyle dedi: “Güzelmiş, şimdi ne olacak bu?”

Sonra da güldü. Gülüştük. Hatta katıldık. (Böyle zamanlarda annemin en az Emile Zola kadar natüralist olduğunu düşünüyorum; zira onun gerçekçiliği de tıpkı Zola gibi kimseden çekinmeden ve âdeta rahatsız edici biçimde cereyan ediyor.)

Sahiden, şimdi ne olacaktı bu?

Elimdeki ve gönlümdeki bütün metalar yıkılmış ve yine dedesinin karşısında Kunut duasını ezberlemeye çalışan o kız olmuştum yeniden. Benim post-modern acılarımı dindirmek için takıldığım post-Fordizm tuzakları buraya kadar işliyordu işte: “Allahümme innâ nesteînüke…”