ÜNİVERSİTEDEKİ derslerimizden
biri de “stratejik yönetim” idi. Şöyle kalınca bir kitaptı kaynağımız. İlk
elime aldığımda, “Bu kadar bilgi nerede lâzım olacak?” düşüncesiyle kitaba bir bakış
attım. Ne var ki, bu hatâm tez zamanda yüzüme çarptı. Ders çalışırken zamanı yönetme
noktasında stratejik bir hatâ yaptım ve ilk yıl iki dersten kaldım.
Neyse,
hatânın neresinden dönülse kârdır, değil mi? İşte ben de bu yüzden hemen söylediğim
sözü yutuverdim. Oysa -sadece zaman plânlaması olsa iyi- hayatın tüm
aşamalarında olmazsa olmazı niteliğinde bir dersmiş bu.
Ders
kitabında en çok dikkatimi çeken cümle şöyleydi: “Bazı işletmeler başarılı iken
bazıları neden başarısızdır?”
Soru
basit ve bir o kadar da net. Fakat cevabı bulmak, hocamın, “Bu sorunun cevabını
bulabilmek stratejik akıl gerektirir” şeklindeki ifadesiyle bir hayli
meşakkatli…
Strateji
gelecekle ilgilidir ve öngörebilmeyi gerektirir. Bu öngörünün getirisi ise alternatifli
olası gelişmelere göre yapılması gerekenlerin plânlaması ve gelecekteki başarı
için kaynak ve araç sağlanmasıdır. Bunları yaparken, büyük resmi görebilmek ve
resmin parçalarını ahenk içerisinde nasıl bir araya getireceğini keşfederek
uzun dönemli bir bakış açısına sahip olmak gereklidir. Kısacası “stratejik
düşünmek”…
Stratejik
plânlama sürecinde birtakım kritik soruların yanıt bulması gerekir: Ne yapmak
ve nereye varmak istiyoruz? Şu anda neredeyiz? O noktaya nasıl ulaşırız? Varmak
istediğimiz noktada mıyız? Yoksa neden?
Bu
sorular da stratejik akılla düşünülüp üstesinden gelinebilecek türden. Çünkü…
Stratejik
akıl ile yönetilen, kurumlar arası işbirliğini sağlayabilen, kimin neyi, nasıl,
ne zaman yapacağını önceden plânlayan ülkeler, geleceği daha iyi yönetebilme
yeteneğine sahip olurlar. Önlerine hangi engellerin çıkabileceğini, bu
engelleri nasıl aşabileceklerini de değerlendirebilme imkânına da onlar
sahiptirler.
Türkiye
bugünlerde çeşitli sorunları arka arkaya yaşıyor ve zor zamanlardan geçiyor.
Kimimiz her zaman olduğu gibi sorunlar için politik düşüncelerinden hareketle
kendi bakış açılarıyla her olayı ko-nu-şu-yor. Özellikle -alan bilgisinin
yeterli olup olmadığı fark etmeksizin- medyatik isimler evlerimize her akşam misafir
oluyor ve bağlı olduğu politik görüşün doğrultusunda -futbol tâbiri ile-
taraftara oynuyor. Buldukları ilk fırsatta “Bilmiyorum” ya da “Bilemem”
diyebilmenin bir erdem olduğunu bir tarafa bırakıp, konunun uzmanı kesiliyorlar.
Dinlemiyorum…
Sonuçları
tartışmak sığ düşüncenin işidir. Bu tartışmalarda her ne kadar olaylara
müdahale hızımız, kapasitemiz, varlıklarımız suâl edilse de, görüldüğü üzere, yaşanan
olumsuzlukların açtığı yaraların hızla sarılması için Büyük Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin ilgili birimleri var gücüyle çalışıyorlar. Görünen köy kılavuz
istemez. Benim sözüm, gözünün önünü dahi göremeyenler ya da görmek istemeyenler
için…
Biz
kalkıyoruz, ülkenin dört bir yanında yangınlar varken “Söndürme aracı vardı
yoktu, yeterliydi değildi” tartışmalarıyla yangına körükle gidiyoruz. Bunlar
yerine, elimizde bulunan cihaz, personel, makine ve uçaklardan daha verimli
faydayı nasıl elde edebileceğimiz hususunda yeterli stratejik plânlamaya sahip
miyiz? Ormanlık alanların ortasında yangına maruz kalan dev tesislerin geleceğe
yönelik stratejik plânlarında bu ve benzeri afet durumlarında gerek kendileri,
gerekse çevreleri için tedbirleri var mıydı? Organizasyonların çalışması için
her kurumun sorumlu olduğu bakan bölgeye gitmez ise, devlet mekanizması
yeterince hızlı yol alamıyor mu?
Bir
taraftan dünya ile birlikte iklim krizini konuşurken, diğer tarafta ise “Dere
yatağına evler yapılırken hangi stratejiler düşünülmüş?” konusunu konuşmalıyız.
Aşıya
ulaşma noktasında ne kadar iyi olduğumuza odaklanmak yerine, Sağlık Bakanı’mızın
“Birkaç gün aşı gelemeyecek” açıklamasını “Aşı bitti”ye kadar getirenler oldu.
Yıllar önce hastane kapılarındaki uzun kuyruklar ve ilâca ulaşmak bu ülkenin en
temel sorunlarından biriyken bugün Batılı ülkelerden çok daha iyi hastanelere
sahip olduğumuzu ve artık herkesin birçok ilâca ücretsiz veya çok cüzî rakamlar
ödeyerek ulaştığını hatırlatmak isterim.
Tekrar
tekrar yazacağım. Sağlık önemli! Unutmak/unutturmak isteyenlere…
Bunun
yerine, meselâ koruyucu sağlık hizmetlerini, peynir ekmek gibi satılan gıda
takviyelerini, obezite tedbirlerini henüz çocukluk çağından itibaren nasıl
devreye alacağımızı, sağlık turizminin önemini konuşmalıyız.
Göçmen
konusuna gelince… “Biz istemeyiz” yerine, en azından şu anda ülkemizde
bulunanları ülkelerine dönünceye kadar Türkiye’deki sisteme entegre etme
konusundaki sıkıntılar ve eksiklikler konuşulmalı. Çocukların okula gitmesi
sağlanmalı, meslekî eğitim verilerek ekonomiye katkıları öne çıkarılmalı. Başta
Amerika olmak üzere dünyada bunun çok iyi örnekleri mevcut…
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin havacılık sanayiini kurmak, askerî, sivil, sportif ve
turistik havacılığın gelişmesini sağlamak misyonu ile kurulan Türk Hava Kurumu’nun
uçaklarının revizyonu için gereken milyon dolarları Devlet’ten isterken büyük
mal varlığını bankalara borç karşılığı ipotek vermesi bir tarafa, THK’nin bu
borcu nasıl yaptığı konuşulmalı.
Yangın
sürecinde iktidarın yangını kasıtlı olarak büyüttüğünü söyleyecek kadar akıl
tutulması yaşayanlar, başka ülkelerden yardım almanın acizlik olduğuna takılıp
kalanlar da yok değildi. Oysa afet durumlarında başka ülkelerden yardım kabul
etmek gurur verici olmayabilir, fakat acizlik göstergesi de değildir. Başka
ülkelerin Türkiye için yardıma koşmasını acizlik olarak görüp negatif algı
yaratmaya çalışanları stratejik akılla düşünmeye davet etmek gerekir.
Özetle,
stratejik aklın çerçevesinde, sistemi parça parça ve tüm boyutlarıyla
değerlendirip farklı senaryolar üzerinden hangi önlemleri ne zaman almamız
gerektiğini belirleyerek, olayların arkasından gitmek yerine önüne geçebilmeyi
konuşabildiğimiz gün, birçok zorluğun üstesinden daha kolay geleceğimizi
düşünüyorum.
“Sun
Tzu” (Savaş Sanatı) adlı strateji kitabında şöyle der: “Ben savaşırken herkes
taktiklerimi görebilir, fakat hiç kimse asıl zaferin kaynağı olan stratejiyi
göremez.”
Elbette
üzerimize düşen, bu afetlerde bir olup yaraları sarmak. Lâkin bu millet -lâyıkıyla
işini yapmayanların yüzünden- hesap ödemekten yoruldu sanki…
Aydınlık
yarınlar dileğiyle…