Stephen

Aliya İzzetbegoviç’in mağlûbiyet tanımını fark eden kişi Stephen olamaz. Zira o yenilginin düşmana benzendiğinde gerçekleşeceğini vazetmişti. Evet, asıl yenilgiyi kesinlikle düşmana benzediğimizde yaşarız. Fakat Stephen bunu idrak edemez. Çünkü o, ihanet hamurunda yoğurulmuştur. O iki tarafa da ihanet etmekten kaçınmaz. Yeter ki kendisi yaşasın…

HAYAT Stephen gibi tiplerin kurduğu tuzaklarla dolu. 

“Herkesin bir Stephen’i var” diye yazmıyorum bunu. Ama her olayın, her hareketin, her kırılmanın bir Stephen’i var.

Stephen kim mi?

“Django Unchained” (Zincirsiz) isimli Quentin Tarantino filminin bir karakteri.

Zencilerin köle olarak alınıp satıldığı dönemi aktaran, Oscar ödüllü bir yapıt “Zincirsiz”. Her filmin iyi ve kötü karakterleri olduğu gibi, bu filmin de iyi ve kötü karakterleri var. Bu filmin de bir Beyaz dışında kötü karakterleri Beyaz. 

Ama en kötü karakteri Siyah. İşte o, Stephen!

Stephen (Samuel L. Jackson tarafından canlandırıldı), Beyaz sahibinin sadık hizmetkârı. Aslında bu ifadedeki “sadık” kelimesi doğru değil. Çünkü Stephen, sahibine sadık değil, sahibinin gücünden güç devşiren biri. 

Yani Stephen aslında bir hain!

Hem de çift taraflı şekilde…

Çünkü hem Siyah kardeşlerinin özgürlük dâvâlarına karşı Beyazların yanında kalarak onlara ihanet ediyor. 

Hem de sahibi olduğunu belirttiği kişinin gücünü kullanarak “Sahibim” diye kabul ettiği kişiyi zarara düşürür şekilde ona da ihanet ediyor.

Bu Stephen tipinden Türkiye’nin tarihinde gırla mevcut. Bugün de öyle…

Darbe süreçlerinde gördük meselâ bunları. En yakın olarak 28 Şubat döneminde örneğin…

Okulumuza bir İngilizce öğretmeni atanmıştı. Derse tesettürlü şekilde girdi. Kahraman… İsmi değil, kendisi…

Selâmladı bizi ve yeni İngilizce öğretmenimiz olduğunu söyledi. Dedim ya, Kahraman… İsmi değil, kendisi… Çünkü ismini bizimle paylaşamadan sınıfımızın kapısı sert biçimde açıldı. Gelen okul müdürüydü. “Hemen çık dışarı!” diye bağırdı. 

Kahramanın verdiği cevap şu oldu: “Dersteyim. Dersimi bölemezsiniz!”

Ders mi? İşleyemedi. Ama o günlerin en iyi derslerindendi o kısacık diyalog. Ve Stephenleri o günlerde biraz daha tanımaya başlamıştık. O gün o kahramanın dışındaki herkes birer Stephen olabilirdi. Çünkü herkes daha zalim olarak baş zalimin zulmünden kurtulmaya çalışıyordu. Fakat fark edemedikleri şey, zulümde boynuzun kulağı geçtiğiydi.

Öyle ya, 28 Şubat protestolarına dair görüntülerdeki polisler de, hemşireler de, savcılar da, hâkimler de, akademisyenler de, gazeteciler ve elbette diğer tüm subaylar da birer Stephen’di. 

Sonra… Meselâ Ergenekon yargılamaları… Az Stephen görmedik o süreçte. Ergenekon yargılamalarında yer alanları gömmek için Fergenekon’un yanında saf tutanların her biri birer Stephen’di. 

Tabiî sonra da Fergenekon (FETÖ) yargılamalarındaki Stephenlere şahit olduk. 

Aliya İzzetbegoviç’in mağlûbiyet tanımını fark eden kişi Stephen olamaz. Zira o yenilginin düşmana benzendiğinde gerçekleşeceğini vazetmişti. Evet, asıl yenilgiyi kesinlikle düşmana benzediğimizde yaşarız. Fakat Stephen bunu idrak edemez. Çünkü o, ihanet hamurunda yoğurulmuştur. O iki tarafa da ihanet etmekten kaçınmaz. Yeter ki kendisi yaşasın…

Stephen, iğrenç bir karakter. Kim güçlüyse onun yanında. Her devir değişiminde muhataplarına söylediği şu: “Biz sahibimiz kimse ona çalışıyoruz, emir demiri keser.”

Stephen’i kesecek emir, bu dünyada kulağına ilişmeyecek. Onun duyacağı hiçbir şey olmayacak hatta. Kitabını solundan alacak. Ve kaçamayacak!