Sözünü tutmayan, adam sınıfına girmez!

Televizyon ekranından göç edenleri görmek, işte bu yüzden film izlemekten çok farklı bizim için! Avrupalı öyle bakabilir. Dünyanın başka coğrafyalarında yaşayanlar öyle bakabilir. Bir elif miktarı üzülüp sonra kendi hayatlarına dönebilirler. Bütün ortak noktaları bir an için yok saysak, göz ardı etsek bile, o göç edenler, kervan gibi peş peşe dizilmiş insanların istikametindeyiz.

PUTİN’i akıllı bir adam sanıyorduk.

O kadar da değilmiş.

Bizimle iyi ilişki içinde olmanın sağlayacağı avantajları bazen göz ardı edişinden belli.

Tramp kadar kaba saba olmadığı açık.

Açık da…

Saygınlık uyandıran bir yanı var.

Var da…

Kendi ülkesi için kıymetli biri olduğundandır herhâlde, senelerdir yönetimde.

Orası öyle de…

Fakat ara sıra bizi hafife alıyor.

Verdiği sözleri unutuyor, daha doğrusu sözünde durmuyor.

Yalan söylüyor. Veya söyletiyor.

Aramızda imzalanan son derece ciddî anlaşmaların tamamen zıddına hareket ediyor.

Böyle olunca da ister istemez “Rus’tan dost olmaz” darb-ı meselini hatırlıyoruz.

*

Ülkesinin heybetine güveniyor belli ki.

Dünyanın iki büyük süper gücünden biri (esasen ikincisi) oluşuna pek fazla güveniyor olsa gerek.

“Bu hususu hiç aklından çıkarmadığı, yürüyüşünden bile anlaşılıyor” dersek, abartma sayılmaz.

Bir bakın yürüyüşüne, özellikle dikkat edin, ne dediğimi hemen görecekseniz. (Şayet bugüne kadar gözünüzden kaçtıysa tabiî...)

Bilmiyor ki, niceler bu tarz-ı revişten geçti.

(Reviş: Gidiş, yürüyüş, üslûp, tutum, biçim, tarz, davranış, yol, hâl, tavır anlamına gelen bu Farisî kökenli kelimeyi bilmeyenler vardır diye açıklamak gerekir.)

*

Astana Mutabakatı’nı yok mu sayalım?

Heyetlerimiz Astana’ya turistik gezi maksadıyla mı gittiler?

Soçi’deki toplantı, kaplıcada keyif çatmak, romatizmalardan kurtulmak için mi yapılmıştı?

(Ayrıca orada kaplıca olup olmadığını da bilmiyorum. Zaten burada önemli olan husus o değil.)

Anlaşmalara uyulmayacaksa, altına atılan imzalar hangi anlama gelir?

Heyetlerde bulunanlar, birbirlerinden imza bekleyen hayranlar mıydı?

Yoksa o imzalanan anlaşmalar, çocuk oyunu mu?

Böyle mi görelim?

*

Esed vuruyor.

İran vuruyor.

Rusya vuruyor.

“Zavallı Suriyeliler” deyip uzaktan bakanlar var ama biz onlardan değiliz.

Olamayız da.

Ne bugün, ne gelecekte bir gün.

Zira hem ortak bir tarihimiz var, hem coğrafyamız, hem de din kardeşliğimiz.

Ayrıca üç koldan yağan bombaların püskürttüğü insanlar, akın akın bize doğru geliyor.

Amerika’ya gitmiyorlar.

Rusya’ya sığınmıyorlar.

Çin’e selâm bile göndermiyorlar.

*

Televizyon ekranından göç edenleri görmek, işte bu yüzden film izlemekten çok farklı bizim için!

Avrupalı öyle bakabilir.

Dünyanın başka coğrafyalarında yaşayanlar öyle bakabilir.

Bir elif miktarı üzülüp sonra kendi hayatlarına dönebilirler.

Bütün ortak noktaları bir an için yok saysak, göz ardı etsek bile, o göç edenler, kervan gibi peş peşe dizilmiş insanların istikametindeyiz.

Geldikleri yerdeyiz.

Yardım umdukları, vicdanına güvendikleri ülkeyiz.

Bugüne kadar dört milyon kişi gelmiş; daha fazlası gücümüzün ötesinde…

Her fırsatta belirtilen bir husus, kimsenin gözünden kaçmış olamaz.

O yüzden sınırın öbür tarafında, güvenli bölge içinde kalmalarını temin etmek gerekiyor.

Bütün gayret onun için.

*

Onları bombalayanların derdi, o toprakların tamamen “temizlemesi”… Göç edenlerin, sınırı geçerek bize ulaşması ve tahammül sınırımızın üstüne çıkan sorunlarla boğuşmak zorunda kalmamız.

O bölgeyi boşaltmak isteyenler arasında ABD de var.

Avrupa ülkelerinin ödü kopuyor Suriye’den kaçanlar kendilerine karadan veya denizden bir şekilde ulaşacaklar diye.

Haksız da sayılmazlar.

Hiçbir ortak noktaları yok.

Ekonomileri altüst olur, sosyal yapıları bozulur.

Bugün sahip oldukları konforu sağlayana kadar az uğraşmadı adamlar.

Şimdi durup dururken eldekinden olmak istemiyorlar.

*

“Fakat ABD o bölgede teröristlere yol açmak için yıllardır çalıştığına göre, göç etmek zorunda kalan milyonlara sahip çıkabilir. Aynı şekilde Rusya da alabilir. Nasılsa ikisinin de epey geniş toprakları var…” diye bir fikir jimnastiği yapsak bile buradan hiçbir yere varamayız.

Onlardaki bakışın Avrupa ülkelerinden farkı olmadığını biliyoruz.

Almazlar, alamazlar. İhtimâlini bile düşünmek istemezler.

Her durumda iş başa düşüyor. Ve bu defa, ay sonunu beklemeden harekete geçileceği anlaşıldı.

Ay sonuna şunun şurasında ne kaldı?

Allah (CC) kolaylık versin…