
RAHMÂN ve Rahîm
olan Allah’ın adı ile...
Âdem’e
isimleri öğreten Allah (cc) sordu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
Cevap:
“Belâ (evet), Sen bizim Rabbimizsin.”
“Onlara, ‘Gökleri
ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir.” (Lokman,
25)
“Yaratılış bir var
ediciye ve düzenleyiciye muhtaç olması sebebiyle, herkes Allah’ın Rab oluşunu
kabul etmekte ortaktır. Yaratılışta ve fıtratta uyumsuzluğun bulunmaması bu
anlamdadır. Çünkü Allah yaratıkları o şekilde yaratmıştır ki yaratıklar değişim
süreçlerini, hâlden hâle intikal şekillerini ve her durumdaki değişimin
miktarını bilmeyi düşünseler, buna güç yetiremezler.
Allah’ın,
yarattıklarını bu şekilde yaratması, insanların yaratılışta tevhit delili
bulunduğunu bilmeleri içindir. Resulullah’tan (sav) rivâyet edilen şu sözün
anlamı da budur: ‘Her doğan, fıtrat üzere doğar.’ Yani öyle bir hâl üzere ki,
eğer akıllar ve düşünceler onda serbest bırakılsa, tevhide şâhitlik
edemezlerdi. Bu, aynı zamanda ‘belâ’ sözünün anlamıdır.”1
Efendimiz
bu hadîsi ile insana “ilk verdiği sözü” hatırlatıyor, tıpkı daha önceki
peygamberlerde olduğu gibi...
Millî
eğitim mi, maarif eğitim mi?
Eğitimin
millîsi... Ortak değerler manzumesini kabullenmiş toplulukların eğitimi, insanda
var olan yeteneklerin (marifetlerin) açığa çıkarılmasına yönelik çalışmalarla
olur.
İnsan
ırkını bir erkek ve dişiden yaratan Allah (cc), isimleri (eşyanın hakikatini)
öğretip insanı meleklere üstün kılmıştır. Yani her insan, bilmekle mükelleftir.
Doğru, yanlış, güzel, çirkin dediğimiz kavramlar her kadın ve erkek insan için
ortaktır. İnsanı var etmeyi murâd eden Yaratıcı Allah’ın (cc), Âdem’in (as)
cenneti yeniden kazanması için insan ile iblisi iki düşman olarak yeryüzüne
indirmiştir. İnsana, iyiyi ve güzeli inşâ ederken rehber olarak peygamberleri,
yanlış ve çirkinlikler içinse iblisi (şeytan) görevlendirmiştir. Dünya
hayatında medeniyetler inşâsı ile mükellef insan, peygamberlerin rehberliğinde
hem dünya (geçici hayat), hem de ahiret (sonsuz hayat) için paylaşımcı olan
medeniyet -ki biz buna “Marifetullah” diyoruz- için çalışır; açılımı, “Allah’ın
isimlerinin insan ve eşyada tecellilerinin oluşmasıdır”. Bunda, “Allah (cc) güzeldir, güzeli sever”
anlayışı hâkimdir. Ya da “Çirkinlikleri
güzel göstereceğim” diyen iblisin oyunlarının kabulü ile güçlünün hâkim
olduğu dünya hayatı (geçici), ahiret hayatında sonsuz cehennemi kazanma yolunu
açar.
Bu
kısa girişten sonra meramımıza gelelim...
Medeniyet, Allah’ın
İsimlerinin (Esmâsının) yarattıklarında tecelli etmesidir.
Marifet:
Medeniyet inşâsında rol alarak Marifetullahı gerçekleştirmektir. Ki buna “Sünnetullah”
da diyoruz. Allah (cc), işlerini vesîleler eli ile yaptırır.
Marifet:
“El-Müsavvür” İsmi ile tasavvur ederek güzel olanı yapan... “El-Kayyum” Adı ile
yöneten... “El-Lâtif” İsmi ile de verdiklerini ihtiyaçları bilerek ve
hissettirmeden verenin vekili olmak...
Medeniyet:
İhtiyaçları estetik ve sanat ile buluşturarak yaratılmışların kültür hayatını
oluşturmak...
Aidiyet;
ne olduğumuzdan hareketle, birlikle olacaklarımızı belirleme ve onlarla hareket
etme duygusudur. “Kişi sevdiği ile beraberdir” hadîsinde olduğu gibi...
Bizim
soframıza gelenlerin dili, dini sorulmaz. Ebu’l-Hasan-ı Harakanî, insanın
insana aidiyetinden bahseder. Bu anlayış, İslâm
Medeniyeti’nin temelidir.
Merâmımızı,
olması gereken eğitim sistemine yataklık etsin diye böyle başlayarak anlatmak
murâdındayız.
İnsan
ve gelişimi nasıl olur?
Peygamber
Efendimizin (sav) şu hadîsi, insanın gelişimine açıklık getirmektedir.
Buyuruyor ki, “Her çocuk İslâm fıtratı
üzere doğar; sonra onu ebeveyni Müslüman ise Müslüman, Hıristiyan ise
Hıristiyan, Musevî ise Musevî, Mecûsî ise Mecûsî yapar”.
Bu
hadîsten anlamamız gereken şudur: Bir Türk atasözü, “Ağaç yaş iken eğilir”
şeklindedir. Yani çocuk, ilk şekillenmeyi anne-babasından alır ve devamla
eğitim kurumlarında geleceğe hazırlanır.
Burada
bir detaydan bahsetmek gerekiyor. Anılan hadîs-i şerifle, sanki kişinin
yalnızca dinî hayatının belirlenmesi şeklinde bir algı var ki bu, tamamen
yanlıştır! Zira “din” kavramına Kur’ân ve Sünnet penceresinden bakınca
görüyoruz ki, din hem dünya, hem ahiret hayatı için muamelat ve ibadetler
bütünüdür. İnsan yaptığı işlerde Allah’ın koyduğu ölçülere riâyet ile mükellef
olduğu gibi, ibadetleriyle de Allah ile olan irtibatını koparmamasıdır.
Yani
kişi, her iş ve ibadetini Allah’ın istediği yol ve yöntemle yaparsa tüm işleri
ibadet hükmünü alır. Zaten bununla mükelleftir.
Peki,
bu süreç ne zaman başlıyor? İnsan ve gelişimi nasıl oluyor?
Eğitim
nerede, ne zaman başlar?
Ana
rahmine düşen hücre, döllenerek rahim duvarına yapışır. Önce mudga, sonra
cenin, kemiklerin oluşumu, et kaplanması ve ruh ile buluşması netîcesinde
oluşan varlığın 9 ay 10 gün sonra hayata “Merhaba” demesi, Yaratıcı’nın
marifeti ile olur.
Milyonlarca
hücreden bir tanesinin diğer bir tanesi ile eşleşmesi, gen oluşumu ve ruh
verilmesi, Yaratıcı için “Sübhanallah” demeyi gerektirir. Bu gelişim süreci;
annenin yemesi, içmesi, davranışları ile etkilenir. Yani kişi, daha anne
karnında etkilenmelere muhataptır. Bu yüzden “Helâl lokma, helâl süt” denilir.
Aidiyet
(millîlik) duygusu, önce ait olana sahip
çıkma, sonra ait olduğu yeri kabul iledir. Bu, fıtrîdir.
“Kendileri ile
sükûn bulmanız için size kendinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet
koyması da O’nun delilerindendir. O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri
yaratması, dillerin ve renklerinizin değişik olmasıdır.”
Rûm
Sûresi’nin 21 ve 22’nci âyetleri bize; anne ve babamıza sevgi ve merhamet ile
bağlı olup, dil ve renklerimizle kabile, soy ve de ırklarımıza bağlılığımızı
anlatır. Âyetlerden de anlaşılacağı üzere, ait olduğumuz anne, baba, soy sop ve
ırk değerleri ile bezenerek varlığımızı devam ile yükümlüyüz.
Sosyolojik
bir vaka olarak insanlık âleminin dağılımına bakıldığında, dinlerin ve
toplulukların paralellik arz ettikleri görülecektir. Bu nasıl olacak?
Öncelikle
fıtraten kız anneye, oğlan babaya benzemeye hamleder. Yani rol modeller anne ve
babadır. Bu öyle açıktır ki, kız çocuğu çöpten de olsa bir bebeğe, erkek çocuğu
tahtadan da olsa at ve silaha sarılır ve şekillenme başlar. Çocuğun eğitimi başlamıştır.
Anne ve babanın bunda rolü nedir? Anne ve
babanın artı bir şey yapmasına gerek yoktur. Yapmaları gereken şey, kendileri
hayatın akışı içerisinde kendi görev alanlarında devam ediyorlarken,
çocuklarına rol model olmalarıdır. Böylece, örneklik kız çocukları için mutfak
(evin iç düzeni), erkek çocuklar için de tarlaya (ailenin dış düzeni) devam şeklindedir...
Hidâyet
Allah’tandır, o hâlde O ne dilerse yapar. Dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini
saptırır. Buna iman ederiz; ancak “Kazandıklarınız
yaptıklarınızdır” İlâhî düsturunu göz ardı etmeden... “Saldım çayıra,
Mevlâ’m kayıra” mantığı ile olmaz. Tefekkür ve tevekkül gerekir.
Bu
şekillenme, İslâm Peygamberi Hazreti Muhammed’in (sav) hadîsinde de
bahsedildiği gibi fıtrat gereğidir.
Rol
modellerin (anne-baba) çocuklara vermek istedikleri, kendilerini onlara karşı sorumlu
görmelerindendir. Çocuk bu dönemde sorumlu değildir. Tâ ki, gençlik (bulûğ)
çağı ile doğru, yanlış, güzel ve çirkini anlamaya başlasın... O günden itibaren
sorumluluk sahibidir.
Bu
dönem aynı zamanda kişinin devlet ile de irtibat zamanıdır. Devlet, ortak
değerlerin korunması ve gelişiminde en büyük etkendir. Devlet, kendisine
vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi, içte birbirine ve ayrıca dışarıdan da gelebilecek
saldırılara karşı korumakla mükelleftir. Yönetenler ile yönetilenler, bir de
kurallar vardır. Kuralları Marifetullah kapsamında
ise, maruf (ortak paylaşım), “Maarif Vekâleti”
adını alır. Yaratıcı Allah’a karşı sorumluluk ile inşâ eder devlet. Vekil, Asilin
emrindedir.
Pozitif
bilimler olarak fizik, kimya, matematik, astronomi, tıp ve sair tüm bilimler, insanlığın
ortak değerleridir ve birinden diğerine değişmezler. Bu, İslâm literatüründe
Esmânın hakikatidir. “İlim Çin’de de olsa
alınız” emri gereğidir.
İnsanlar
arası ortak olmayanlar nelerdir? Toplulukları oluşturan değerler manzumesinin
farklılıkları... Bunlar; dil, din, tarih, sanat ve sair unsurlardır. Kısaca,
medeniyetin oluşumundaki etkenlerdir.
Medeniyete
yataklık eden değerler ya maarif olur ve Marifetullaha hizmet eder ya da adına “millî
eğitim” der ve kişiyi, benimsediği kalıpta şekillendirir. Lâik ve demokratik
kavramlar kapsamında yapar bunu. Bunu yaparken kavramları kısırlaştırmak ya da
ona düşmanlık etmek görevindedir.
1928
yılında yapılan Harf Devrimi ile okuma-yazma dilimiz târumâr edilirken, 1949
yılında “Millî Eğitim Şûrâsı” adı altında oluşturulan kurum ile bu konu vesâyet
altına alınmıştır. Ayrıca hâlen câridir. Millî eğitim müfredatımızı oluşturan
kurul, kendimize özgü değerlere düşman vatandaş yetiştirmekle meşguldür.
Değerlere düşmanlığı ise muhalefetinden yapar. Piyangoya (kumara) “millî” der,
şefe “millî” der, vatan ve millet sevdâsına “millîlik” der. Kumarla, içkiyle,
zulüm altında, aç ve işsiz bırakılan kişi, bu yüzden “millîlik karşıtı” olur
çıkar!
Bizce
eğitim “maarif” üzere olmalı ki “Marifetullah” inkişaf etsin! Sanatta,
siyasette, ekonomide, insan ilişkilerinde “Allah (cc) ne der?” inancı hâkim
olsun ki hem dünya, hem ahiret hayatı güzel olsun! Anne ve babanın ebeveynlik
görevini ihmâl etmesiyle, “Netîcede
hepimizin sahibi Allah, O dilediği gibi yapar” diyerek sorumlulukları
unutursak yahut da “‘Önce atalarımız
Allah’a ortak koştu, biz de onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla
saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin?’ demeye
kalkışmayasınız” (Araf, 173) emrindeki gibi, ebeveyni suçlama ve kendi
verdiği “Belâ” (Evet, Rabbimizsin) sözünü unutmuş olanlardan Allah’a sığınırız.
“Mazeret
üretemeyesiniz” diye peygamberler gönderen ve iman etmiş anne ve babalar veren
Allah’a hamd olsun!
Saffat
Sûresi’nin 102’nci âyetinde olduğu gibi, “Babacığım,
sen emredileni yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın”...
“Allah
(cc), işlerini vesîleler ile yapar” gerçeğine imanla, Asr Sûresi’nin (“Asr’a
andolsun ki, insan ziyandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenler -İslam’ı
yaşayanlar-, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır)
muhataplarını var edecek eğitim sisteminin adı millî değil, “maarif eğitim
sistemi”dir.
1İmam-ı
Maturidî, Te’vilâtü’l-Kur’an Tercümesi