Sözüm onlara

Tek başına hiçbir ilim, insanı anlamaya yetmez. Hepsi bir bütünün anlamlı parçası olduğunu bilmeli. Bilimde atılan her adım hayret makamına çekmeli insanı; ama ego, insanı tanrılık makamına göz dikmeye sevk ediyor.

YAZMA sevdam; çocukluğum dağ yamaçlarında, dere kenarlarında kartalları, yılanları, karıncaları, yaban arılarını, leylekleri izleyerek geçtiğindendir. Pınarların gözünde kum kaynarken, kuşları dinlerken, kır çiçeklerini koklarken, mantar toplarken geçtiğindendir. Uzun tefekkür yılları, aklımın sınırlarını yoklarken göz alabildiğine ufuklar açtı. Ve o gün bu gündür yazmak nefesim oldu.

Güzel cümleler kurmayı öyle özledim ki, yağmur sesiyle uyumayı, sobanın fırınından odaya yayılan mayalı kömbe kokusuyla uyanmayı, karlarda elim ayağım üşüyerek kardan adam yapıp sonra kaygısızca ellerimi sobaya uzatarak ısınmayı ve tarhana çorbasının ağzımı yaka yaka boğazımdan geçerken ruhumu ısıtmasını o kadar özledim ki… Yer başka, gök başkaydı o zamanlar. İzzetimiz, edebimiz, hürmetimiz bir başkaydı. Yaşlımızın dili duadaydı o zamanlar. Allah’ın Şanı zaten yüce; yıldızlar, hayvanlar, kumlar, ağaçlar ve melekler her an överek Adını anıyorlar. Ama o zamanlar, insanın Rabbine bağlılığı da bir başkaydı.

Şimdi pervasızca Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân-ı Kerim’e laf ediyorlar. Sanki özgürlüklerinin önündeki en büyük engelmiş gibi diş biliyorlar. “Ateistler, deistler neden çoğaldı?” diye soruyorum. Artanlar ve azalanlar yer değiştirdi. Manyetik alanlar yer değiştirince doğu ve batı yer değiştirecekmiş. Bilimin yorumu, Kıyamet alâmetini doğruluyor. Dini Doğu’ya, bilimi Batı’ya has kılınca her şey yoluna mı girdi? Fiziğin yaratılış harikası olduğunu kabul etmeyenlerin şu soruyu sormalarını isterim: Atomu döndüren sebep nedir?

Beni imanımdan dolayı ifade vermek üzere sanık sandalyesine koysalar, ömrüm boyunca konuşsam, delillerim yine bitmez. Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yine bitmez. Peki, bir ateistin yokluğa dair kaç cümlesi vardır acaba?

“Hangi devirdeyiz, hangi çağdayız, hâlâ bilim yerine Allah’a nasıl inanıyorlar?” diyorlar. Tekerleği bulduğumuz devirlerde çaresizce mi inandık Yaratıcıya? Sonra baktık ki epey icat yapıyoruz, “Ufaktan, şu kalbimizi işgal eden Allah, peygamber, melek, ahiret inançlarından sıyrılalım” dedik, öyle mi? “Peki, bir an için böyle düşünenlerle de empati yapalım, hangi soruma cevap, hangi yarama merhemler, görelim” diye çok düşündüm ancak bana cevap verebileni bulamadım.

İnsanlık ilkellik ve cahillikle başlamadı, yolunu rastgele bulmadı. Atomunu hücresini, etini kemiğini, gözünü kulağını kim yaptıysa, aynı güç, insana rehberler seçti. İlk andan itibaren varoluş amacı ve nihaî hedefi açıklandı. Bilinç ve düzen hep vardı. Tesadüfe mi bağladınız sayısız denklemin sonucunu? O zaman matematik sizin neyinize? Fizik, kimya, biyoloji neyinize? Çünkü bunlar tesadüfe yer bırakmıyor. Uzaydaki sistem, milim şaşmayı kabul etmiyor. Akla önem verip yüceltirken en büyük hakareti akla yapıyorlar. Yerçekimi var olduğu sürece, sular yukarıdan aşağı akacak, başka yolu yok.

İnanç nasıl oluşuyor?

“İnanç nasıl oluşuyor?” diye kafa yordum. Akıl ince ince hesaplar yapıyor, çıkarımlarını kalbe yolluyor ve orada inanca dönüşüyor. İman edenlerin imanı önce akılda yoğruluyor. Bulabildiği bütün delillerle karara varıyor. Her şeyin mutlak bir zorunlu sebebi olduğunu düşünüp Yaratıcıyı fark eden akıl, fizik kurallarının kaynağını buluyor. Fiziği bulan akıl, fizik ötesinin mantığını kavrıyor. Haydi diyelim ki ahiret, yeniden dirilme gibi konulara inanmıyoruz, peki, öncemiz nerede başlıyor, ilk varoluşun, ilk hareketin kaynağı ne o zaman? O kaynak her neyse, ya da kimse, sonuca hâkim olan güç de O olmalı.

İnsan anne karnında şekillenir ve doğum zamanı yaklaşınca anne, içinde taşıdığı yavrusunu kucağında görmek ister, yüzünü sesini merak eder. Doğmasına ortam hazırlar, kıyafetini bile hazırlar. Sonra doğar ve sütüyle besler, ama sütten kesme zamanı gelince gözünün yaşına bakmaz, keser. Sonra okul çağına gelir; bu, ana karnından ve sütten sonra üçüncü ayrılıştır. Anne, hayatın başladığı ve bittiği yeri görmüştür. Liseyi bitirdiğinde üniversite okusun diye çabalar, başka bir şehirde yaşamasının yolunu kendi eliyle açar. Sonra yuva kursun diye çabalar. Bunların hepsi kopuş ve ayrılıştır, acıdır. Ama anne bunu isteyerek yapar. “İşi olsun, eşi olsun, çocukları olsun” diye dua eder. Doğurduğu çocuğun yaşlılığını bile düşünür.

Film bir anda bitmez. Doludizgin bir nehrin, şelâlenin önü bir anda kesilemez. Nereye gidecek o kadar su? Mezarlar ve şehirler yarım kalmış birer masaldır. Hâlbuki her şey sonuca ulaşmak ister. Evren de bu yarım hikâyeyi sonuca götürmek üzere tasarlanmış. Kıyamet, mahşer ve Cennet-Cehennem, dünya masalının en anlamlı sonucudur. Bize acımasızca gelen ölümü Yaratıcı tasarladı; bir sonraki adım için gerekli bir tasarımdı bu.

Zamanın bütününe hâkim olduğu için Yaratıcıya göre öksüz çocuğun hayatı korkunç değil. Fakirin, hastanın, engellinin hayatı için, kötülerin yaptıkları için, hayatın ölümden sonra tekrar başlaması, akla ve gönle en yatkın sonuçtur. Anne, bütün sevgisine ve merhametine rağmen nasıl ki yavrusunu daima ayrılışa hazırlıyorsa, Yaratıcı da bunu sonsuz merhametine rağmen yapıyor. Çünkü her ayrılış, yeni bir kavuşmaya kapı aralar.

Gerçeği anlamanın yeterlilik şartı nedir?

İnatla itiraz edene ve karanlıklar içinde aydın olduğunu söyleyene ancak hidayet dileyebilirim. Eğer oturur dinlerse, bildiğim ne varsa anlatırım ama taze zihinleri kendi karanlık kuyularına çekmelerine katlanamam. Benim cenk meydanım burasıdır. Sözüm, en keskin kılıcımdır; yazarım. Zaten gerçeğin üstünü örtene “kâfir” denir ve dünyanın formatı gereği onlar hep olacaklar. Şu an yaşadıklarımız, şikâyet sebebimiz olan her durum, hadislerde yüzyıllar öncesinde açıklanmıştı, kaçınılmaz bir dönemin içindeyiz. Dünya son karar yeri. Dünyanın kendisi amaç olsaydı, herkes kusursuz bir mutluluk ve varlık içinde olurdu; hastalık, ölüm, acı, keder olmazdı. Burası hikmet ve deneme yeri, ahiret ise sorgulama ve adaletin gerçekleştiği yer. Ve ateizme götüren en anlaşılmaz kördüğüm de bu: Dünyada adalet arayışı… Sabır boşuna erdem sayılmamış, biraz beklesek neler var neler!

Bilim ve teknoloji ile insan kendisine ve dünyaya, hatta evrene ait birçok sırra erdi ama yüksekler hem muhteşem, hem de çok tehlikelidir. “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisi öyle bir bakış açısı sunuyor ki bu açıyı kıl payı kaçırıp yönünü küfre çevirenler keşke neleri kaybettiklerini anlasalardı. Kendini bilmek sadece biyoloji ve genetik bilmekle olmuyor. Tek başına hiçbir ilim, insanı anlamaya yetmez. Hepsi bir bütünün anlamlı parçası olduğunu bilmeli. Bilimde atılan her adım hayret makamına çekmeli insanı; ama ego, insanı tanrılık makamına göz dikmeye sevk ediyor. Damardan kan çekilir gibi inançların, kültürlerin, geleneklerin kurumaya yüz tutması da bu yüzden.

İnsanlık tarihi boyunca onca zulüm ve haksızlık yaşandı, savaşlar oldu, ama hiçbiri bugün yaşadığımız muharebeler gibi sinsice, kalleşçe olmadı. Denizler, karalar ve gökyüzü bu kadar hasar almadı. İnsanlığın cinsiyeti, ruhu, aklı ve bedeni bu kadar bozulmadı. “Kılavuzun gereği yok, yolun sonu görünüyor”, “pek yakında görecekler”. İlâhî ikazın yaşanacağı zamana belki de şahit olacak kadar yakınız. Önce hadislere saldırılarla başladılar, sonra deizmin kapılarını açtılar yeni nesle. Hâlbuki her an yaratmaya ve yönetmeye devam eden Bir Yaratıcı var. Zaten gücünü çekiverse, her şey yokluğa mahkûm. Başıboş bırakıldığını ya da aklıyla yalnız kaldığını düşünenler, nasıl bir dipsiz karanlıktalar, bilseler!

Allah’ı bulduktan sonra, ahiret neden olmasın, mucize neden olmasın, melek neden olmasın? Elbette hepsi sığar akla. Neden didik didik açık arıyorlar ve bir kısmına iman edip diğer kısmına inanmıyorlar? İman, bölünemez bir bütün olduğunda imandır; yoksa iğnenin ucu balonu patlatır, sonra her şey anlamsızlaşır.

İnsan en azılı düşmanı olacaksa bile Kur’ân-ı Kerim’i en az bir kere baştan sona okumalı, sırf tez olarak görse bile bunu yapmalı. “Kimmiş bakalım o evrene, insana, güneşe, aya, yıldıza sahip çıkan, hatta sivrisineğin kanadına sahip çıkan ve rest çeken?” diye efelenerek yine okumalı. Cennet müjdesi var, Cehennem uyarısı var; hiç olmazsa ihtimâl olarak göz önünde bulundurduktan sonra hâlâ inanamıyorsa kendi yolunu çizmeli. Ama bilmeden olmaz! Bir inat uğruna olmaz!

Bu kadar hakikat göz ardı edilecekse, ciddî delillerle edilmeli. İnternette, sanal oyun ortamlarında küfürler havada uçuşurken, anneler kahve falına bakıyor kahkahayla, keyifle. Şimdi durum vahim; küçücük masum çocuklar hiç düşünmeksizin Allah kitap küfrediyor. Anne şefkatine muhtaç o çocuklar, Peygamber’e neler diyor, duysanız, uykuları bırakırsınız!

İnananlar, “İnandık” dedikten sonra hâl diliyle inanmayandan bin beter şeyler yaparlarsa o zaman eyvah! İmanın kalpte korunması zorlaştı yeni nesil için. Şu an bütün kalbiyle iman edenlere çok büyük işler düşerken, elimle, dilimle, kalbimle çabalıyorum. Hardal tanesi kadar bile olsa değeri var, biliyorum.