TÜRKİYE Mart 2011’de dönemin
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun imzası ile İstanbul Sözleşmesi’ne katılmış,
2012’de TBMM’de grubu bulunan bütün partilerin ittifakı ile bu katılım
onaylanmıştı. Sözleşmenin öne çıkarılan vurgusu, kadınların/çocukların
mağduriyetinin, şiddete uğramalarının engellenmesiydi.
Soru şu: TBMM içinde ve dışında bu sözleşmeye onay verenlerin ne kadarı
sözleşmenin tam metnini okumuştur, bilerek anlayarak “Evet” demiştir?
Bu soruya tatmin edici bir cevap bulmak mümkün değildir.
Sözleşmenin paralelinde, aynı zamanda “Avrupa Birliği müktesebatına uyum”
denilen bir dizi uygulamanın sonunda kısaca LGBT diye adlandırılan cinsel
sapkınlık gruplarının örgütlenme ve faaliyetleri için izin verildi. Bu
grupların büyük şehirlerdeki toplantı ve yürüyüşlerine özellikle CHP ve PKK
çevrelerinin sahip çıkması kısa zamanda toplumun büyük çoğunluğu tarafından
tiksintiyle izlenen ama müdahale edilemeyen görüntüler oluşturmuştur.
***
Sözleşmeyi “kadın/çocuk hakları” ile “LGBT hakları” diye iki ayrı başlık hâlinde
ele almak icap eder. Türkiye’de kadınların pek çok konuda mağduriyet
yaşadığı bilinmektedir. Geleneklerimizin de bütünüyle doğru olduğunu, kadın
haklarını yeterince koruyan bir içeriğe sahip olduğunu iddia etmek mümkün
değildir. Kadınların/çocukların yaşadıkları mağduriyetin tamamının
geleneklerden kaynaklandığı söylenemez. Tabiî bu mağduriyetlere sebep olanlar
da o geleneklere çok bağlı kişiler oldukları için bu saldırganlığı, bu vahşeti
tercih etmiş değildirler.
Kadın cinayetlerini işleyenlerin önemli bir kısmı sarhoştur ya da
uyuşturucu bağımlısıdır. Buna karşılık, hiç kimse kadın cinayetlerini
engellemek için içkinin yasaklanmasını veya kullanımının kısıtlanmasını
söylemiş değildir. Türkiye’de bazılarının keyiflerine göre istedikleri zaman ve
yerde istedikleri şekilde aksırıncaya tıksırıncaya kadar içmeleri bile bir
çeşit dokunulmazlık sınırları içindedir.
Türkiye’de medya öncülüğünde kadın/çocuk mağduriyetinden İslâm’ı/gelenekleri
sorumlu tutan bir kesim vardır. Yönetime, yasamaya İslâm’ı, gelenekleri katmama
özeni gösterenlerin, Batılı lâik/kutsallara göre düzenlenmiş idare ve yasaların
uygulanmasından ortaya çıkan sonuçlardan bile her nasılsa lâik/kutsallar değil
de yine özellikle İslâm ve onun etkisinde olduğu varsayılan gelenekler suç
ortağı ya da suçun kaynağı olarak gösterilmektedir.
***
Türkiye’de diğer ülkelerde olduğu gibi kadın cinayetleri her zaman
olmuştur. Son yıllarda kadın cinayetlerinin veya tacizlerinin daha çok bilinir
olmasının asıl nedeni sosyal medyadır. Sosyal medyanın yaygınlaşması ile
birlikte kadınların/çocukların yaşadıkları mağduriyetler, saldırılar daha çok
görünür, bilinir oldu. Ancak önemli olan, bu cinayetleri, tacizleri önleyecek,
caydıracak yasal düzenlemelerin, suçlularına hak ettikleri cezaların verilip
verilmediğidir.
2011’den sonra kadın mağdurların korunması için birtakım işler de yapıldı.
Bunların en çok bilineni, hemen her ilde (bazılarında birkaç tane olacak şekilde)
kadın sığınma evleri kurulmasıdır. Kadın cinayetlerini izleme merkezleri de oluşturuldu.
Cinayet sanığı olanlar için elektronik kelepçeler takılıp izlendi. “Kades” adlı
özel bir telefon/çağrı uygulaması başlatıldı. Tehdit veya saldırı altındaki
kadının çağrısı üzerine polisin müdahalesini öngören hayat kurtarıcı önemli bir
adım oldu.
Sözleşmeden sonra 6284 sayılı özel bir yasa çıkarıldı. Bu yasa ile mağdur kadın
ve çocukların şikâyetleri, saldırganların caydırıcı şekilde cezalandırılmaları
düzenlenmeye çalışıldı. Ancak mağdur kadının tek taraflı beyanı ile geçimsizlik
içinde olduğu veya ayrıldığı eşinin cezalandırılması, evden uzaklaştırılması
gibi hükümleri kapsaması apayrı ve binlerce erkek/koca mağdurun ortaya
çıkmasına yol açtı.
Teslim etmeli ki, insanlar kavgalı veya şikâyetçi oldukları kimselere karşı
daha kindar, intikamcı ve önyargılı olurlar. Birbirine eş olmuş olanlarda
(ayrılmaları hâlinde) bu durum daha çok gözlenir. Belki yılların psikolojik
birikiminin bir sonucu olarak ölçüsüz bir intikam alma isteğinde olurlar. Bu
durumda Allah’ın emrettiği gibi tarafların arasını düzeltmek, nasihat etmek
yerine (Nisa, 35) kadının tek taraflı beyanı üzerine olup bitenlerden yalnızca
kocayı sorumlu tutarak birtakım yaptırımların uygulanması, telâfisi giderilemez
sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
6284 sayılı yasa için daha pek çok şey söylenebilir. Yine de bu yasanın
hiçbir işe yaramadığını, hiçbir kadının mağduriyeti için çözüm getirmediğini
iddia etmek zordur.
Ancak Türkiye’de geçerli olan yasal mevzuata göre kadınların/çocukların
mağduriyetine sebep olanların cezalandırılması İstanbul Sözleşmesi’ne göre
değil, Ceza Yasası’na, 6284 sayılı yasa gibi kanunlara göre yapılmaktadır.
Suçluların sözleşmeye göre cezalandırılmaları söz konusu değildir. O hâlde, “Sözleşmenin
iptalinden sonra kadın/çocuk cinayetleri, tecavüzleri serbest bırakıldı,
kadın/çocuklar artık saldırıya, tecavüze daha açık duruma getirildi” gibi ipe
sapa gelmez iddialar boş ve gözü dönmüş siyâsî, ideolojik bir saldırganlık
örneği olmalıdır.
İşin tuhafı, bu saldırganlık örnekleri Türkiye muhalefetiyle sınırlı
kalmamıştır. ABD Başkanı Biden bile Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini
“cesaret kırıcı” saymıştır. Oysa ABD, Kanada, Rusya, İngiltere bu sözleşmeyi
hiç imza etmemiştir. Almanya ve Fransa gibi ülkeler ise çekince koyarak
imzalamıştır. ABD hiç imzalamadığı sözleşme için Türkiye’nin çekilmesini
eleştiri konusu yapmıştır. Elbette ABD benzeri ülkeler için ne Türkiye kadınlarının/çocuklarının,
ne de Afganistan veya Irak kadınlarının/çocuklarının yaşadığı büyük dramların,
felâketlerin bir önemi vardır. Yalnızca bu bahane ile kendilerine hasım
saydıkları Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı suçlama yarışı içine girmişlerdir.
ABD, İngiltere ve Rusya gibi ülkelerin bile imza etmediği sözleşmeyi
Türkiye’nin (AK Parti’nin) alelacele imzalaması çok büyük bir yanlıştı. AK
Parti’yi ağır vebâl altında bırakmıştır. Bunun telâfisi mümkün olabilir mi?
Olursa ne kadar zamanda ve nasıl olur? Bu sorulara cevap vermek kolay değildir.
***
Ancak sözleşme konusunda AK Parti’nin vebâlini sabah akşam hatırlatan SP
çevrelerinin, seçim kazandırmakla övündükleri İBB’nin LGBT’lilik kursları
açması hakkında suskun kalmaları yeni bir istismar örneğidir. AK Parti’nin
İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayıp yürürlüğe koymasından dolayı AK Parti
yönetimini haklı olarak eleştirenler, LGBT’lilik kursları düzenleyen ve
LGBT’lilik faaliyetleri için belediye imkânlarını seferber eden Ankara,
İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediyeleri gibi kurumları, onların bağlı oldukları
CHP’yi hiç eleştirmemiş olmaları, LGBT hakkında AK Parti’ye yönelttikleri
eleştirilerinin samimiyetten uzak siyâsî amaçlar için yapıldığı kanaatini
kuvvetlendirmektedir.
Aslına bakılırsa, sözleşmeden Türkiye’nin çekilmesiyle kadın/çocuk
mağduriyetlerinin serbest kaldığı, artık mağduriyetlerde patlamanın olacağı
gibi şamatacılar dolaylı olarak kadın/çocuk istismarcısıdır. Çünkü sözleşmenin
iptali ile birlikte “LGBT’lilik yavaş yavaş görünürlüğünü, örgütlenme,
propaganda hakkını kaybedecek” diyemedikleri için kadın/çocuk mağduriyetlerinin
başlayacağını bir kılıf olarak öne sürmektedirler.
Kadın ve çocuk mağduriyeti, burada bir LGBT örtüsü olarak kullanılmaktadır.
İBB gibi yerlerde LGBT’lilik kurslarının düzenlenmesi ve personelin katılmaya
zorlanması da bunun örneklerindendir.
Muhalefet çevrelerinde, parti, dernek gibi yerlerde taciz/tecavüz olayları
uzun zamandan beri medyada haber olmuşken yalnızca muhalefetin gündemine
girmemiştir. Bu tür suçların sahipleri (başta CHP olmak üzere) partilerinden
atılmamıştır. Aksine örtülmeye, gizlenmeye çalışılmış, böyle bir olay
yaşanmamış gibi davranılmıştır.
Kadınların yaşadığı sorunlar şiddet ve cinsel saldırganlık örnekleriyle
sınırlı değildir. Eşlerine ve çocuklarına karşı yapılan kötülükler de kadınlar
için ciddi bir sorundur. Ortaokul çağındaki kız çocuklarının PKK tarafından
dağa kaldırılarak her türlü tacize/tecavüze maruz bırakan şartlar içinde mayın
tarlalarına sürülmesi veya canlı bomba olarak kullanılması hakkında, “Sözleşme!”
diye yeri göğü inletenlerin hiçbir tepkisi olmamıştır. Ortaokul çağında kız
çocuklarının evlendirilmesine haklı olarak itiraz eden kadın dernekleri,
kuruluşları kırk seneyi aşan bir zamandan beri aynı yaştaki kız çocuklarının
dağa kaldırılmalarını lânetleyen tek söz etmemiştir.
Çocuklarının (kız-erkek ayırımı yapmadan) dağa kaldırılmalarını kınamak ve
onların geri dönmelerinin serbest bırakılmasını temin etmek için iki seneye yakın
zamandan beri PKK’nın siyâsî ayağının il binası önünde yaz kış demeden nöbet
tutan Diyarbakır Annelerinin feryadını, Türkiye sözleşmeden çekildi diye yaslı
olan çevreler duymamıştır. Oysa Diyarbakır Anneleri, büyük bir dramı, kırk
yıldır yaşanan büyük felâketi Türkiye’nin gündemine taşımıştır.
Sözleşmeyi bazı kesimler kutsal, tartışılamaz bir metin olarak takdim
etmektedir. Zaten eskiden beri Batı’da her ne varsa, Batı’da her ne yapılmış
ise onun önünde eğilmeyi marifet sayan, bütün sorunların çözümü gibi gören bazı
çevreler vardır. Yüz yıl önce mandacılık olarak bilinen bu tutum, günümüzde
yine çözümü Batılı değerlerde, onların siyâsetlerinin bir parçası olmakta
görmeye devam ediliyor.