KADINA şiddet olgusu, insanlığın kanayan yaralarından biri.
Üstelik kadına şiddet, modern olarak görülen toplumlarda bile sıklıkla
rastlanan bir olgu.
Kadına şiddet konusu ele alınırken şiddetin temelinde
toplumsal cinsiyet rollerinin olduğuna dair yaklaşımlar kamuoyunda daha fazla
yer alıyor. Ama bu yaklaşımlar alkol, uyuşturucu, ekonomik yetersizlikler,
cinnet, psikosomatik rahatsızlıklar gibi kadına şiddetin en temel nedenlerini
yok sayıp sorunu sadece toplumsal cinsiyet rollerine indirgemesinden dolayı
eksik!
Alkol ve uyuşturucu gibi ana nedenleri atlayarak
sorunu sadece toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden ele alan ve temelde kadın-erkek
eşitliğini savunanlar, bir noktadan sonra eşitliğin ötesine geçerek kadın ve
erkeği aynılaştırmaya çalışıyorlar. Fakat biyolojik farklılıklardan dolayı bu
olanak dışı. Çünkü biyolojik farklılıklar, zihinsel, psikolojik ve ruhsal
farklılıkları doğurur. Bu da daha baştan iki cinsiyetin aynılaştırılmasını imkânsızlaştırır.
Toplumun en temel yapıtaşı olan aileyi yok eden,
evlilik dışı ilişkileri özendiren, lezbiyenlik ve homoseksüelliği meşrulaştıran
bu odaklar, maalesef kadına şiddet olgusunu kendilerine birer maske yaparak
ciddi bir yol almış durumdalar. Bu odaklar sayesinde azımsanmayacak sayıda ülkede
bu tür ilişkiler meşru görülüyor. Hatta bazı ülkelerde hemcinsle evlilik
serbest.
İstanbul Sözleşmesi neden feshedildi?
Bu yaklaşımlar sonucu “kadına şiddeti önleme” adı
altında yapılan sözleşmeler, bir noktadan sonra yeni mağdurlar ortaya
çıkarıyor.
Bunlardan biri de “İstanbul Sözleşmesi”…
Sözleşme, kadına şiddeti önleme adına yapıldı.
Sözleşmenin meseleye yaklaşımı, sözleşmede yer alan cinsel yönelim, birlikte yaşam, partner gibi tanımlamalar ve
bunlar üzerinden ortaya konan yaptırımların muğlaklığı aileyi ve toplumsal
yapıyı tehdit eder hâle geldi. Ayrıca kanıt aranmadan beyanın esas alınması
gibi bazı uygulamalar on binlerce mağdur oluşturdu.
En baştan bu tehlikenin farkında olan birçok ülke, bu
sözleşmeye taraf olmadı. Meselâ İngiltere bunlardan biri… Almanya, Fransa,
İsviçre, İsveç ve Finlandiya gibi çok sayıda ülke ise sözleşmeye çekince koydu.
AB ise sözleşmeyi imzalamasına rağmen onaylamadı. Ayrıca Avrupa Konseyi’nde
gözlemci statüsünde bulunan ABD, Japonya, Kanada, Meksika ve Vatikan ise
sözleşmeyi imzalamadı.
Bu sözleşmeyi koşulsuz şartsız imzalayan ilk ülke
bizdik.
Sözleşme bağlamında hazırlanan kanunlardaki
muğlaklıklar ve mağduriyetlerin önlenmesi için yapılan girişimlere karşı
takınılan katı tutum nedeniyle yaşatılabilecek evlilikler parçalandı. Üstelik
sözleşmenin getirdiği hükümler nedeniyle mağduriyetler giderilemiyor. Örneğin
kadın, kocasının onun ihtiyaçlarını yeterince karşılamadığına dair şikâyette
bulunsa, erkek suçlu sayılabiliyor. Bazen özel bir günde hediyenin alınmaması
bile duygusal şiddet kapsamına sokulabiliyor. Şikâyetler geri alınsa bile
cezalar veriliyor.
Gelinen noktada sorunu sadece toplumsal cinsiyete
indirgediği için İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddeti önlemediği gibi, çok
sayıda mağdur birey ve aile oluşturdu.
Ayrıca sözleşme, gayr-i ahlâkî ilişkilerin en temel
dayanağı hâline geldi.
Sözleşmenin yılmaz savunucuları, sözleşmeye karşı
olanları taassupla, kadına şiddeti meşru görmekle suçlayarak baskıladı. Hâlbuki
biraz izan ve irfan sahibi olanlar biliyor ki,
sözleşmeye kadına şiddeti meşrulaştırmak için değil, gayr-i ahlâkî ilişkilere
zemin hazırladığı, mağduriyetler oluşturduğu ve aile kurumuna zarar verdiği
için karşı çıkılıyordu.
Gelinen noktada sözleşmeye yönelik eleştirilerin haklılığı
görüldüğü için sözleşme feshedildi.
Umarım bundan sonraki süreçte oluşan mağduriyetler de
giderilir. Çünkü sözleşme rafta ama yalan beyanlarla ya da bir anlık öfkeyle
yapılan şikâyetler sonucu oluşan mağduriyetler hâlen hayatta!