“EY Şems-i Tebriz, suskun ol! Sus ki, bu bir ilâhî sırdır. Ancak şu kadar söylenebilir,
dile gelebilir ki, geceleri ve karanlıkları aydınlatan iman mumunun en parlak
ve en üstün aydınlığı edeptir.” (Mevlâna)
“Mâni
oluyor hâlimi takrire hicâbım/ Üzme yetişir üzme firâkınla harâbım.”
Hicazkâr
makamındaki Tatyos Efendi tarafından bestelenen bu şarkının sözleri, Nigâr
Osman Hanım’a aittir. Dizelerde sevgilisinin hasretinden harap olan ve
hicabından hâlini anlatmayan kişinin duyguları anlatılır. Ar perdesi, hicap ve
utanma, kaybettiğimizde ziynetimizden, süsümüzden, korunmamızdan vazgeçtiğimiz bir
vasfımızdır.
“Edeb bir tac imiş nur-i Huda’dan/ Giy ol
tacı, emin ol her belâdan.”
Edep,
Allah’ın nurundan bir taçtır ve bu tacı giyenler her türlü belâdan uzak kalırlar.
Hadîs-i şerifte de, “İçinizde en iyi
olanınız, şahsiyet ve ahlâk olarak en iyi olanınızdır” diye
buyurulmuştur.
“Ehl-i
diller arasında aradım kıldım taleb/ Her hüner makbûl imiş, illâ edeb, illâ
edeb!”
Terapötik
müziğin insanların psikolojisini olumlu yönde etkilediği, bilim çevreleri
tarafından kabul edilen gerçeklerdendir. Müziğin, hastalıkların, özellikle de
aklî ve ruhî hastalıkların tedavi yolu olarak kullanıldığını biliyoruz. Ancak
tam tersi olarak, özelikle aykırılığı işleyen bazı müzik türlerinin gençler
üzerinde olumsuz etki oluşturduğu da bilim adamlarının tespitleri arasındadır.
Dinleyenlere
umutsuzluk, bedbinlik, hatta dünyadan vazgeçme duygularını aşılayan müzik türlerinin
ve özellikle de sözlerinin dinleyenler üzerinde olumsuz tesiri olduğunu
görebilmek için bazı konserlere bakmak yeterlidir. Şarkı sözlerinin ve müziğin
tesir gücünü, kendilerine zarar veren dinleyicilerde görmemiz mümkündür. Bu
duyguların öfkeye, sadizme, tahribata dönüşmesi ise kaygı vericidir.
Edep,
nezaket ve letâfetin insan davranışlarına yansıması sadece yazı ve nazariyatla
olmamaktadır. Bunun mutlak surette sosyal hayat içerisinde temel uygulamalarla
gerçekleşmesi gerekmektedir. Sosyal hayattaki uygulamaların başında da
gelenekler gelmektedir. Gelenekler içerisindeki düğün eğlenceleri, sosyal
hayatımızın vazgeçilmezleridir. Ne yazık ki, son yıllarda yapılan
düğünlerimizde çalınan şarkılar ve sözleri, toplumuzun nezaket ve letâfete sevk
etmekten çok, kabalaşma ve anarşiye yönelmede etkili olacak özelliktedirler.
“Al
kızını, koy çuvala/ Salla, salla, vur duvara”, düğünlerin vazgeçilmez oyun
havası… Genç kızlarımızın, kadınlarımızın, sözlerindeki aşağılayıcı ifadelere
bakmadan kendilerinden geçerek oynadıkları şarkının sözlerine ne kızlarımız, ne
kız annelerimiz, ne de kız babalarımız tepki gösteriyor. Çuvala koyulmasına,
duvara vurulmasına müsaade ettiğimiz kızlarımızla ilgili gün geçmiyor ki kötü
bir haber duymayalım. Gazeteler kadınlara şiddet, cinayet haberleri ile dolu.
Sanki bu şiddet, davullu zurnalı, oyunlu eğlenceli şekilde topluma zerk ediliyor,
benimsetiliyor ve buna zemin hazırlanıyor.
Edebin
hazzını/lezzetini sonuna kadar hissettiğimiz şarkı sözlerinin yanı sıra,
günümüzdeki mantıksızlığın, edepsizliğin zirve yaptığı şarkı sözlerinden en
ehven olanlarına bir bakalım…
Tefekkür
sahibi büyüklerimiz, “Beddua etmeyin! Umduğunuza değil, sakındığınıza gelir”
diye tembih eder, tavsiyede bulunurlar. Edep, nefsimizdeki çirkinliklerin
üstesinden gelip haslete çevrilmesidir. Bu güzel tavsiyeler insanları edebe
sevk ederken, gençlerimizin dinledikleri birtakım şarkılar, dinledikçe de belâ
okumanın meşrulaştığı, belânın kabuller dünyası içine girdiği bir dünyanın
içine çekiyor. Eğitimde
başarılı ve etkin öğrenmenin vazgeçilmez unsurlarından biri de tekrardır. İster
siz tekrarlayın, isterseniz tekrar edenleri dinleyin; halk tekrarın
önemini, “Yüz seksen kere de olsa tekrar etmek daha güzeldir” mânâsına gelen “Et-tekrarı
ahsen, velev kâne yüz seksen” sözüyle anlatır.
“Allah
belânı versin/ Allah seni kahretsin/ Bana gelen, sana gelsin/ Hayatımı sen
mahvettin/ Acımadın, neler çektim / Kader seni de kör etsin” veya “Elalarını
elalarını/ Allah versin belâlarını”… Bu dilekler beddua ile kalmıyor, medyada
görüp, okuyup kınadığımız taciz vakaları, orta sayfa faciaları, subliminal
mesajlarla değil, açık açık telkin ediliyor.
Neşet
Ertaş, “Sinemde gizli
yaramı kimse bilmiyor/ Hiçbir tabip bu yarama merhem olmuyor/ Boynu bükük bir
garibim, yüzüm gülmüyor/ Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen” derken, sevda
yarasıyla sevdiğini incitmeyip gizli yarasından da sevdiğini afişe etmemek için
kimseyi haberdar etmiyor.
Bir
başka şarkı sözünde ise, bizi hayrete düşüren terörize bir aşk ile karşı
karşıya kalıyoruz: “Tuttuğumu deli gibi koparırım ama/ İyilikle olmazsa vallahi
zorla/ Benim olmazsan taciz ederim/ Bana gelmezsen yer bitiririm/ İnadım inat,
bunu biliyorsun/ Benim olacaksın, sana yemin ederim.” Mesaj çok açık! Teklifinizi
kabul etmezse zorla kabul ettirirsiniz… Dahası var, kabul etmezse taciz eder,
incitirsiniz. Her yol mubah! Bunlar nasıl şarkı sözleri?! Var gücüyle suça
teşvik!
Bedri
Rahmi, “Sitem” şiirinde, “Yâr, yâr! Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme
sapladılar” der. Sevgilinin sinesine sevdiğinin sevdası kara saplı bıçak gibi
saplanırken, bugün sevgilinin elindeki bıçak, tek suçu güvenmek olan tedbirsiz,
talihsiz ve cahil genç kızlarımızın bedenlerine saplanıyor. Sevdiklerinin elleriyle
hayatları, gençlikleri alınan genç kızların, kadınların yer aldığı liste uzayıp
gidiyor.
Şair, “Yâr, yollarına dökülmedik dilleri
neyleyim?” derken, bugünün şarkı sözlerinde de kadının tenzil, tahkir ve afişe
edildiğini görmekteyiz. “Arabada
beş, evde on beş/ Hoşuma da giderse, bedava!” veya “Tren gelir düttürür/
Düdüğünü öttürür/ Şu zamanın kızları/ Bir sakıza öptürür/ Kutusuyla alayım
yavrum!” sözleri ile bu tahkir devam etmektedir.
Neşet
Ertaş’ın, sevdiğine seslenirken seçtiği kelimelerse gönül okşamaktadır: “Tatlı
dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm!/ Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?/
Bütün dertlerimi anlayıp gönlümü bilen…/ Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen…/
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?”
Durun,
daha bitmedi! Bir genç kıza
zarafet, nezaket, vefa ve sadakati telkin etmek yerine, ona telkin edilenlere
bakalım: “Amanın da amanın, kim gelmiş/ Eski
sevgilim gelmiş/ Sütü sıcak içmiş, belli/ Gezmiş, görmüş, öğrenmiş/ Tok
evin aç kedisi/ ‘Aferin’in delisi/ Ben
seni nazlatamam/ Bulunur yenileri/ Ağa takılır biri/ Ben seni paslatamam/ İyi
kötü hoşsun hâlâ/ Buralarda harcanma/ Hiç bana bakma, olmaz oğlan/ Sen kendine
ısmarlan/ Hiç bana bakma, olmaz oğlan/ Başkasına
yuvarlan…”
“Eski sevgilim” diye bahsettiği kişinin
ardından “Bulunur yenileri” diyerek sevgiyi, evliliği, vefayı sıradanlaştıran
zihniyetin karşısında, bir Azerbaycan türküsünde sevgisine sadık kalan vefa
timsali kadının “Ne vahtdır arayıb sormusan meni/ Barı son nefesde gel ey
vefasız” diye seslenişini görürüz. Son nefese kadar sevmek, artık
örneklerine zor rastlanır, nadir durumlardan. “Sevib
mehebbetle gurulan yuva/ Tufanlar gopsa da dağılan deyil” türküsünün sözlerinin
büyüklüğü karşısında da söylenecek söz yoktur.
Eğin türküsünde beklemekten
usanmayan vefanın, sadakatin timsali kadın, sevdiğini beklediğini, davetini “Dön
gel ağam, dön gel paşam, Eğinli misin?” dizeleriyle dile getirir. Daveti bile
ölçülüdür, nezaket çerçevesindedir.
Nezaketi, terbiyeyi
yitirdik. Mahremi paylaştık. Paylaşmaktan da hiçbir hicap duymadık. Biz hicap duymadık,
başkaları da duymasın istedik. Kabullerimiz ne kadar genişse, kadromuz ne kadar
çoğalırsa, yanlışlar doğru kabul edilirse, hayat bazıları için bir o kadar
kolay olacaktır. “A! Bayram değil enişte/ A! Öptürmeyeceğim, oh
işte!” diyen genç kızın karşısındaki mütecaviz kişilere “Tut kulağımdan öp
beni/ Gıdıkla beni” veya “Şapur şupur beni öp/ Çıtır çıtır beni ye” daveti
ve istekleri, bu kişileri arsızlaştırır, yaptıklarını da meşrulaştırır. Bütün
bu usûlsüzlükleri, ahlâksızlıkları yapmaya şarkılarımızla eğlenirken, bu
şarkıları dinlerken teşvik ettik. Müziğin sihirli gücü ile insanlar üzerinde
etkili olduk, sonra da şarkıda olduğu gibi, şeytana büthanda bulunduk, “Şeytan diyor
ki, ‘Tövbeler etmeli’” dedik.
Gönlümüze,
ruhumuza hoş gelen sesiyle, “Mâni oluyor hâlimi takrire hicabım” şarkısını rahmetli
Müzeyyen Senar’dan dinlerken “Neyi yitirdik?” diye kendi kendime soruyorum.
Neyi yitirdik? Nasıl yitirdik? Edebi, feraseti, nezaketi, iffeti, sadakati, şerefi, haysiyeti,
samimiyeti, vefayı, insafı, merhameti yitirdik. Ne de çok vasfımızı
kaybetmişiz!
En makbul hüner olan “edebi” talep edenleri saygı ve sevgiyle selâmlıyor, Allah’tan her zaman edepli insanlarla birlikte olmamızı niyaz ediyorum.