İLK müze ziyaretimde, hayranlıkla izlediğim objeleri
elimdeki flaşlı fotoğraf makinasıyla ölümsüzleştirmek istediğimde görevli buna
izin vermemişti. Nedenini sorduğumda o “klasik” cevabı almıştım: “Yasak!”
İyi de neden?
“Zarar veriyor” diye geçiştirmişti…
Evet, söylediği doğruydu; kameralardaki flaş,
müzelerdeki tablolar için zararlı. Çünkü çok fazla UV ışığı yaymakta, bu da
boyanın parçalanmasına sebebiyet vererek renklerin yapısını bozmaya yol
açmakta. Bir rengin ışıkla solması için uzun bir zamana ihtiyaç var, ancak alınan
bu önlem sayesinde, resimlerin mümkün olduğundan daha uzun süre dayanması
sağlanmış olur.
Yazıya, bir hatıramın içine derç edilen teknik bir bilgiyle
başlamamın sebebi ne ola?
Günümüzde siyâsî arenada yer alan liderlerin, Meclis
aritmetiğinde, genel kurul ve grup toplantılarında, basın açıklamalarında, STK
buluşmalarında, üst düzey yurt içi kabullerde ve yurt dışı ziyaretlerde, açılış
törenlerinde, mitinglerde, televizyon programlarında, bakanlar kurulunda ve
sair kamuoyunu bilgilendirici açıklamalarda bulunmaları sırasında, sıklıkla
bahsi geçen flaş ışıklarıyla karşı karşıya kaldıklarını gördüm ve bu konuya
değinmek istedim…
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dâhil olmak
üzere Başbakanlığı sırasında ve Cumhurbaşkanlığı dönemindeki toplam hizmet
süresi çeyrek yüzyılın üzerinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan’ın son birkaç yıldır
oldukça fazla flaş ışığına maruz kaldığını gözlemledim ve nedenleri sorguladım.
Denilebilir ki, “O iyi bir hatip”. Kabul ama bu onun
yıpranması, daha doğrusu yıpratılması ve renginin soldurulması anlamına gelmez.
Yine denilebilir ki, “Konuşmayı seviyor ve yakışıyor”.
Hayhay, buna da eyvallah ama sonuç yine değişmeyecektir. Belki
“Cumhurbaşkanlığı Sistemi bunu gerektiriyor” denilerek nihaî nokta konulacaktır
ama ben yorumumu değiştirmemekte ısrarlı olacağım.
Kim hangi mâkâmda olursa olsun, ilerleyen yaşla
birlikte her bireyde görülen birtakım özel kabiliyetlerin zayıflaması fıtraten
“normal” karşılanmalıdır. Ama bu bir siyasetçiyse ve son otuz yılını kameralar
ve patlayan sayısız flaş önünde geçiren biriyse bu süreç hızlanacaktır.
“Çözüm nedir?” dediğinizi duyar gibiyim. Çözümü zaten
sistem sunmuş: Belediyelerde “basın sözcüsü” var, Başbakanlık varken “Hükûmet
Sözcüsü” vardı, Külliye’de ise “Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü”… Bu mâkâmlarda
bulunanlar, yıpratmayı önleyen birer filtre görevi görür ve bunu pekâlâ yerine
getirebilirler(di).
“Getirmiyorlar mı?” derseniz, bu bir ithama dönüşür ki
ondan imtina ediyor, kimseye “Vazifesini yapıyor ya da yapmıyor” bağlamında
eleştiri yöneltmiyoruz. Ancak pratikte, işin daha korunaklı bir şekilde yapılma
olasılığından bahsediyoruz.
Bu işi yerine getirebilecek üç ayrı mâkâm ihdas
edilmiş durumda ve o koltuklarda oturan, bu vazifeyi hakkıyla ve dahi
fazlasıyla ifa eden, edecek olan üç isim zaten var: Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü
İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin
Altun ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan…
Ülkenin bekası kadar, başındaki emirin de korunup
kollanması aynı ehemmiyete sahiptir. Tıpkı her türlü saldırı ve tehlikeden
korunduğu gibi, “yorgunluk” belirtisine sebebiyet veren kamera ışıklarından da korunması
gerekir.
Böylelikle kendisine, özel hayatına ve hayatî önem
taşıyan devlet meselelerine daha fazla zaman ayırmasına, evvelce sergilediği ve
aşina olduğumuz performansı göstermesine, yeteri kadar dinlenmesine de katkı sunmuş oluruz.
Elbette konuşması ve yumruğunu masaya vurması gereken zamanlar da
olacaktır. İşte o zamanlar kameraların önüne çıkılması, beklenen bir eylemdir.
15 Temmuz gecesinde olduğu gibi...
Cumhurbaşkanı az göründüğünde ve hâliyle az konuştuğunda iktidarı bekleyen
bir de risk var. O risk nedir? Kontrolsüz açıklamalar… Kimlerden çıkar bu tür açıklamalar?
Hangi birini sayalım? Bakanından milletvekiline, MYK üyelerinden genel müdürüne…
İsimleri sıralamak, bir ceza tahtası oluşturmak değil muradımız. Ama o mâkâmlarda
olanların yine devlet aklına münafi hareket etmemeleri, dolaylı olarak
Cumhurbaşkanı’na zarar vermemeleri ve milletin nezdinde mâkâmın yara almaması
için azamî dikkat göstermeleri gerekir.
Yeri
gelmişken, yaptığı talihsiz açıklamalar nedeniyle Tarım ve Orman Bakanı Vahit
Kirişçi tarafından görevden alınan ESK Genel Müdürü Osman Uzun’un yerine
Mustafa Kayhan’ın atanmasını çok doğru ve yerinde bulduğumu belirtmek sterim.
Gerçi bunu paylaştığımda çok değer verdiğim bir arkadaş bizi muhalefet
çizgisine iteledi ama olsun. Ya o bizi iyi tanımıyor ya da biz kendimizi ona iyi
tanıtamadık…
Mevcut bakanlar içinde itiraf etmeliyim ki en çok Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu’nu beğeniyorum. Çok akılcı ve vakur bir üslûba sahip. İkinci sırada
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu öne çıkıyor ancak ona da “Oldukça sert bir
mizaha sahip ve milliyetçi söylem daha baskın geliyor” diye eleştiride
bulunanlar var.
Dile getirdiklerimin elbette yanlış anlaşılma ihtimâli var, bunu göğüsleyerek
kaleme aldım. Muradım bellidir ve açıktır: Sayın Cumhurbaşkanı’nı UV ışığı yayan flaşlardan korumak…
Söz, sözcülerde…