OLGUNLUK ve erdem gibi hayatî kavramların baypas
edildiği, boşalan yerlere de -en optimist bakış açısıyla- “çocuksu”; daha
gerçekçi bir yargıyla “kişiliksiz” davranış hâllerinin yamalandığı bir
çarpıklığa değinmek niyetindeyim…
Yakın geçmiş
olarak tanımlayabileceğimiz bir zaman dilimine bakıp da bugünü anlamaya
çalıştığımızda bile, bu çarpık ve kaotik insan profilleri çıplak gözle ayırt
edilebiliyor. Özellikle tarafgirlik gibi kişisel egoları besleyen ve aynı
tarafı temsil eden küçük kitleleri anlatan temâyüllerde, bu kişiliksiz,
erginleşmemiş ve insanı son derece irrite eden tutumla karşılaşmak mümkün.
Spordan siyâsete,
yaşam tarzlarından basit yaşamsal tercihlere kadar her alanda aynı iticilik
hâkim. Bir siyâsî tartışma programına denk gelip de ortamın kibir kokusunda
nefessiz kalmak işten bile değil. Ve daha da kötüsü, aklı iflâs ettirecek
derecede tutarsız davranışlar, kabul görme konusunda hiçbir zorluk çekmiyor.
Farklı görüşlerden üst düzey (!) ve alanında yetkin bireylerden oluşuyor bu
siyâset programları. Ortaya trend bir konu servis ediliyor. Ve taraflar âdeta
meydan kavgasında izleyiciye bir gösteri sergiliyorlar. İnsan hangi tarafı
dinlese, içsel bir çatışma yaşayacak. Bu, kaçınılmaz ve istemsiz bir son!
Ekseri, yapmak ile
yapmamak fiilleri, tartışmaların ana temasını belirliyor. Bir tarafın yaptığına
diğer güruhun karşı çıkmasıyla istenen harâret düzeyi sağlanıyor. İşte tam bu
kısımda “çocuksu” ya da “kişiliksiz” olarak adlandırdığım davranışlar zirve
yapıyor!
Ömür harcanarak
ancak erişilebilecek titrlere sahip koca koca insanların bir tarafı savunmak ve
diğer tarafı alt etmek tutkusuyla giriştikleri söz düellosunda, hiçbir akla
uygunluk bulunmuyor. İçinde saygı ve erdem gibi elzem kavramların esâmesi bile
okunmuyor. Seyirci, bu saygıdan yoksun mahalle kavgası seviyesindeki
programlara, uzun yıllar boyunca alıştırılmış ve uyuşturulmuş bile… Fakat hâlâ
birçoğumuzun şiddetle reddedeceği bu seviyesizlik ve mesnetsizlik, nasıl oluyor
da bu denli rağbet görüyor, anlamak güç!
Bir doğruluk ve
yanlışlık kaygısı üzerine devam edeceğini sandığınız fikir tartışmaları; çamur
atma, lâf ebeliği, açık arama ve tâbir yerindeyse rakibi gafil avlama yolunda
her türlü saldırı argümanını ele alma gibi ucûbe bir hudutsuzluğa evriliyor. Ne
var, ne yok, ortaya dökülüyor. İspat edilemez mutalar dillere pelesenk oluyor.
Hiçbir gerçekliği bulunmayan sayısal veriler havada uçuyor. Güncel konudan
uzaklaşıp bambaşka saldırı yöntemleri geliştiriliyor...
Bugün yapılanı ya
da yapılmayanı konuşmak yerine; rakibin geçmişteki kusur ve eksikleri -sıklıkla
abartılarak- günün meselesinden daha hacimli bir varlığa erişiyor.
Sonuçta kim daha
iyi çamur atıyorsa, o kendini daha galip hissediyor.
İyinin ve kötünün,
doğrunun ve yanlışın ayırdına varmayı hedefleyen bu tartışma programları
bittiğinde, hiçbir fikre temas etmeyecek cılız bir sonuç elde ediliyor. Daha
doğrusu, “sonuçsuzluk”…
Toplum vicdanında
da fazlaca bir etkileşim göremiyor olmak, bu durumun vahametini arttırıyor
yazık ki! İzleyicilerin en büyük handikabı, bu sözde fikir temsilcilerinin çirkin
atışmalarında, bir spor taraftarı gibi kazanmayı önceleyen bir duyguya mahkûm
olmaları. Karşıt fikirlerdeki söz sahiplerinin birbirlerine olan saygısız ve
sevgisiz tavrı, izleyicileri de bir süre sonra keskin bir ayrıklığa düşürüyor.
Ve herkes, en çok da karşı tarafı alt etmenin en mühim konu olduğuna ikna
oluyor.
Zaten bütün bu
taşkın duygular bireyleri ele geçirdiğinde, insanların vicdanlarında yalnızca “haklı
çıkmak” adlı tiran egemen olduğunda, seviyesizlik de göze batmayacak kadar
derinlerde saklanıyor.
Uzun zamandır süregelen
bu seviyesiz fikir atışmaları, hepimizin âşinâ olduğu güncellemelerden. Bu son
insanî yazılımımız, çağın egoizminin esâretinde revize edildi ve saygının,
erdemin ve olgun davranış biçimlerinin ehemmiyeti gitgide azaldı. Alışılmış bir
yanılgıydı bu…
Fakat bir şekilde,
hepimizin kabul ettiği ya da etmek durumunda kalıp da bu akıma ayak uydurduğu
bir gerçek. Gel gelelim, bu kötüye gidiş sonlanmış değil. Şimdilerde profesör,
idareci, milletvekili ve benzeri üst düzey sıfatlara sahip konuşmacılarda çocuksu
bir lâf kavgası dikkat çeker oldu. Bu, çocuk yaştaki bireyler için kabul
edilebilecek kadar safiyane fakat bu denli okumuşluğu ve görmüşlüğü çağrıştıran
sıfatları kazanmış insanlar için son derece itici. Var olan saygısızlık
ortamını daha da çekilmez bir raddeye eriştiren çocukça atışmalar, topluma bir
fikri empoze etmek gibi bir amacı taşımayı bırakalı çok oldu. Artık, “Benim tuttuğum adam, senin tuttuğun adamı
döver” denebilecek bir zavallılıkta, çok önemli şeyler söylüyormuş gibi
koca koca adamlar saatlerce nefes tüketiyor.
O televizyon
kanallarına takım elbiselerini giyinip de çıkan kodamanlara, sosyal medyada “Topluma yön veriyorum” edâsıyla lâf
üreten yüksek sıfatlılara buradan birkaç sözüm var:
Bir müddet
iticiydiniz, bir müddet saygısız ve seviyesiz… Fakat şimdilerde bilimden, gerçeklikten
ve akıldan yoksun lâf cambazlıklarınızla yaşınızın ve titrinizin uyuşmadığı bir
olmamışlıktasınız!
Böyle giderse, tüm
o unvanlarınız, sizi kurtaramayacak kadar sönük kalacak yanınızda. Bir fikri ya
da tarafı savunurken biraz daha saygın ve olgun olmayı denerseniz, bırakın
hemfikir olduklarınızı, karşıt görüşteki insanların bile ihtiramına
erişebilirsiniz. Hani artık, “seviyesiz ve saygısız” bile diyemiyorum. Artık
daha çok “komiksiniz”!