
DÜŞÜNME ve konuşma
arasında belirgin bir fark vardır. Yazmak ise bambaşka bir aşamadır. Her biri
bir diğerinin yansıması gibi görünse de görüldüğü gibi değildir. Bazen
düşündüğümüzü söze dökemeyiz. İfade etmeye çalıştığımız kelimeler bizdeki o
duygu ve düşünceyi aktarmada eksik kalır. Hatta bazen düşüncelerimiz
yığılıverir göğüs kafesimizin tam üstüne, bir nefeste kâğıda dökecek gibi
oluruz lâkin kalemi ele alınca bir anda sanki o duygu ve düşünce hâlimiz durur.
Sözel
iletişim işte böyle farklı bir durum. Bazen düşüncenin aynasıdır, bazen
düşüncemizle ve hatta kendimizle çelişiriz. Söze gelince ardı arkası kesilmeyen
kelimeler kaleme anlatamaz bazen derdini. Fakat bazen tam tersi olur. İnsana
karşılıklı olarak saatlerce konuşarak anlatamadığını kalem sırdaş olur ve yazar
da şaşar kalırız.
Sözlü
iletişim kurabilmek insanî vasıflarımızın en değerli melekelerinden biridir.
Tabiî bunda karşılıklı anlayış kurabilecek seviyeye erişebilmek sözün en doruk
noktasıdır. Yoksa sözlü iletişimden kasıt saatlerce konuşmak değildir. O
karşılıklı anlayış kıvılcımını yakalamak ve bazen saatlerce konuşup
anlatamadığını bir başka kişiye tek cümlede aktarabilmek ve tabiî ki en
önemlisi o tek cümleyi kurabilmek…
Edebiyatımızda
“sehl-i mümteni” denilen edebî bir durum var. Sehl-i mümteni, kolayca söylenmiş
gibi görünen ancak benzerinin söylenmesi çok güç olan söz ve ifadeyi belirtir.
Sehl-i mümteninin en belirgin özelliği, doğallık, kısa anlatım ve anlaşılır
olmaktır. Demek oluyor ki, söz mânâdan farklıdır. Sözü söyleyebilmek, kişiyi
farklı kılan bir noktadır. Bu anlamda edebiyatımızda da veciz olarak söylenen
sözler makbul görülmüş ve daima ilgi görmüştür. Bundandır bizdeki şiir sevdası.
Söz bizde Süleyman Çelebi’dir, Yûnus’tur, Akif’tir.
Söz,
insanın en kıymetli icatlarından biridir. Şüphesiz söz de Allah’ın insana
verdiği ihsanlardandır. İnsan konuştukları ile kendini ifade eder, iletişim
kurup bilgisini aktarır ve en nihayetinde de şahsiyet kazanır. Bize vahyedilen
din, söz biçimindedir. İman ve küfür, söz ile aşikâr olur. Dostluk ve düşmanlık
da sözle başlıyor ve söz ile bitiyor. Öyle ki, ondan istifade edebilenler için
söz, sonsuz bir imkâna dönüşüyor. Söz, dede ile torun arasında bağ olur ve yeri
gelir, en değerli miras olur.
Sözlü
iletişimin istenen düzeyde etkili bir üslûp yakalayabilmesi için belirli bir
adaptan geçmesi gerekmektedir. Bizdeki üslûp için ölçü ise Kur’ân ve Sünnet
üzere bir örnekten geçmektedir. Kur’ân sözlü iletişim dilinin güzel, yumuşak,
kolay bir üslûp temeline dayandırılmasını istemiştir. Kaba, çirkin ve sert
sözlerle kurulan iletişimde başarı sağlanamayacağı gibi, ulaştırılması istenen
mesajın etkili olması da söz konusu değildir. Bu yüzden muhatap kim ve
anlatılmak istenilen ne olursa olsun, sözlü iletişim dili, gönülleri
kazanabilecek nitelik ve güzellikte olmalıdır.
Temel
referansımız, “Kullarıma söyle, (insanlara karşı) en güzel sözü söylesinler”
ayeti olacaktır. Öte yandan iletişim ve bilişim teknolojisinin geliştiği
günümüzde “Söz ola kese savaşı/ Söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı/ Yağ ile
bal eder bir söz” cümlesinin tezahürlerini kolayca görmek mümkündür. “Ya hayır
söyle, ya sus” Nebevî mesajının Müslümanlar arasında bile hayâl gibi
algılanarak birçok kimsenin uluorta nefsanî arzusuna göre konuştuğu bir dünyada
Kur’ân’ın sözlü iletişime dair ortaya koyduğu ilkeler hem inanç, hem fikir, hem
de siyaset dünyamızda büyük önem taşımaktadır.
Hazreti
Peygamber, Araplar arasında en güzel, en akıcı, en düzgün konuşandı. Şive
bakımından ve delil serdetme açısından onların en açık sözlü olanıydı. Nerede,
ne şekilde ve neyi konuşacağını en iyi bilendi. Muhataplarının seviyesine göre
hitap ederdi.
“Yürüyüşünde
tabiî ol, sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir.”
(Lokman, 19)
Lokman’ın
(as) oğluna verdiği bu öğüt, bütün müminlere çocuklarını terbiye ederken
kullanmaları gereken eğitimin temel kuralını açıklamaktadır. Birincisi, mütevazı
olmak ve orta yolu tutmak; ikincisi, ses tonunu olması gereken ölçüde, itidal
çizgisinde kullanmak. Kulağı tırmalayacak, bezdirecek ve nefret ettirecek
şekilde uluorta bağırıp konuşmak, iletişim kanallarını tıkayan ciddî
mânialardır. Kur’ân’ın bu meseleye dikkat çekmesinin en temel sebebi,
insanların yumuşak, mutedil ve kolay bir üslûp ile konuşmak ve iletişim kurmaktan
hoşlanmalarıdır. Bu çerçevede şunu ifade etmekte yarar vardır: Muhataba karşı
üstünlük sağlamak maksadıyla bağırıp çağırarak konuşmak ve mesaj iletmeye
çalışmak, en başta iletişim yollarının tıkanmasına vesile olur. Ulaştırılmak
istenen ileti doğru olsa bile, bu tavır ve davranış, konuşanla muhatap
arasındaki irtibatı ya zayıflatır ya da keser. Her fırsatta ifade edildiği gibi,
bağırıp çağırmak, haklılığın bir kanıtı değildir.
Muhatap
kim olursa olsun, anlatılan konu ne olursa olsun, Kur’ân’ın iletişim dilinde
önerdiği kuralları öne çıkarmadan ve onları ulaştırılacak mesajın temeli
yapmadan başarıya ulaşamayız.
İnancımızda,
geleneğimizde, yaşantımızda ve geçmişimizde sözlü iletişimin nasıl olması
gerektiği bizlere aktarılmıştır. Bize düşen, sözü yerinde ve gereken üslûp
üzere söyleyebilmektedir. Her insanla kalbî yakınlık kuramasak bile insanî bir
bağ ile sözü en güzel yerine bırakabilmektir.