NE tuhaftır ki, tarihte
soykırım denilecek olaylar çok olduğu hâlde, soykırım terimi 1940’larda
Nazilerin Yahudilere yaptıkları katliam ve zulümler için geliştirilmiştir.
Katliam ve zulüm elbette Yahudiler ile sınırlı kalmamıştı. Ancak dönemin hâkim
sömürgecileri yalnızca Yahudilerin uğradığı zulüm ve katliamı mahkeme konusu
yapmış, bunun için 1948’de İnsan Hakları Sözleşmesi metni bile oluşturmuştur.
Polonyalı Yahudi hukukçu Raphael Lemkin, 1940’larda, İkinci Dünya
Savaşı’nın içinde “genocide” terimini ortaya atmıştır. Yunanca “ırk/soy”
anlamına gelen “geneos” ile Lâtince “öldürmek” mânâsındaki “cide” kavramını
birleştirmiş, böylece “genocide” terimini meydana getirmiştir. Savaşın galibi
ülkeler bu terimi sahiplenmiş, Almanya ve Japonya’da kurulan savaş
mahkemelerinde alınan kararlarda “genocide” kavramı tayin edici olmuştur.
Günümüz Türkçesinde kullanılan “soykırım” terimi de işte bu savaş
mahkemelerinde kullanılan ve daha sonra 1948’deki İnsan Hakları Sözleşmesi’nde
yer verilen “genocide”nin karşılığı olarak geliştirilmiştir.
Ermeni dilinde de 1940’lardan önce “genocide”nin karşılığı olan bir terim
yoktur. Ermeniler önceleri genocide yerine “çeghasbanutyun” kavramını
kullanmışken, son 20-30 yıldan beri ise “ırk kırımı/soy kırımı” demek olan
“meds yegen”i tercih etmiştir. ABD başkanları da her yıl 24 Nisan gününde
yayınladıkları mesajlarında “genocide” deyiminin Ermeni dilindeki karşılığı
olan “meds yegen”i kullanmışlardır. “Meds yeğen”in her ne kadar sözlük anlamı
“büyük felâket” diye çevrilse de burada sözünü ettikleri “büyük felâket”,
soykırımdan başka bir şey değildir.
Yani ABD başkanları aslında her 24 Nisan’da genocidenin Ermenice karşılığı
olan meds yegeni kullanmışlardır. Bunun bir istisnası olarak ABD Başkanı Ronald
Reagan, 22 Nisan 1981’de Ermeni Tehciri için yayınladığı bildiride açıkça
“genocide” kavramını tercih etmiştir. Reagan’dan sonra gelen ABD başkanları ise
genocide yerine Ermenice karşılığı olan “meds yegen”i kullanmaya devam
etmişlerdir. Hâlihazırdaki ABD Başkanı Joe Biden ise bu geleneği bozmuş, 24
Nisan 2021 günü Ermeni Tehciri yıldönümü için yayınladığı mesajında hem
“genocide”, hem de “meds yegen” terimlerine yer vermiştir.
Elli ayrı federe devletten (her nedense federe devlet Türkçeye “eyalet”
diye çevriliyor) oluşan ABD’nin bu eyaletlerinin 49’unun meclisleri, Ermeni
Tehciri’ni “soykırım” olarak kabul etmiştir. Yalnızca Missisippi Eyalet Meclisi
kabul etmemiştir.
Finlandiya, İspanya, İngiltere ve Norveç’in dışında bütün Avrupa ülkeleri,
Rusya, (Kaddafi döneminde) Libya, Brezilya ve şimdi ABD, tehciri soykırım
olarak kabul etmiştir. Tehciri soykırım sayan ülkelerin çoğunluğunun ortak özelliği,
sömürgeci bir geçmişe sahip olmaları ve Hıristiyan olmalarıdır. Türklerle Ermeniler
arasında tarihte yaşanmış olan bu olaya “medeniyetler çatışması” çerçevesinden
baktıkları açıktır. Aslında tehcirin mahiyetini bilmediklerinden böyle
davranıyor değildirler.
Adı geçen ülkelerin sömürgeci, katliamcı bir geçmişe sahip olmaları,
Türklerin yaptıklarını “soykırım” olmaktan çıkarır mı? Özellikle Kürtler adına
yazıp konuşmak iddiasında olanların, “bazı Kürtlerin” büyük çoğunluğu bu soruyu
tekrarlamaktadırlar.
Batı ülkelerinin soykırım adlı kararları ahlâkî ve hukukî içerikten yoksun,
tümüyle siyâsî içeriklidir. ABD ve benzeri ülkelerin bu tür kararları
Türkiye’ye karşı siyâsî bir koz olarak kullandıkları kesindir. İşte o
kozlarını, silahlarını da kullanmış oldular!
Katletmek isteyen başka yere taşır mı?
ABD en güçlü döneminde bile her istediğini yapabilme kudretine sahip
değildi. Günümüz şartlarında ABD tehcir için soykırım dedi diye kayda değer bir
şey olmaz. Evet, Türkiye’nin dış ilişkileri ve Türkiye’nin yanlış tanıtılması
bakımından kötü bir propaganda aracıdır. Bundan öteye bir sonuç beklemek
gerçekçi olmaz.
Buna karşılık savaş şartları içinde Osmanlı Hükûmeti’nin Mayıs 1915’te
çıkardığı kanunda “Ermeni” adı olmadığı gibi “tehcir” kavramı da yoktur. Orduya
karşı tehlike teşkil eden ahalinin uygun görülen bir yere “sevk ve iskânından”
söz etmiş ve bunun yetkisini de en yüksek askerî mâkâma vermiştir. Osmanlı Hükûmeti’ne
ve ordusuna karşı Ermeniler isyan hâlinde olduklarından, önemli sayıda Ermeni
de Rus ordusuna katılarak gönüllü asker olup Osmanlılara karşı savaşa
katıldığından dolayı aslında bu kanun Ermeniler için çıkarılıp kullanılmıştır.
Şunu da teslim etmeli ki, Osmanlı Hükûmeti’nin Ermenileri katletmek için
Orta ve Doğu Anadolu’dan alıp Halep ve çevresine kadar götürmesine ihtiyaç
yoktur. Bulundukları yerlerde katledilmeleri mümkündü. Ancak Osmanlı Hükûmeti’nin
Ermenileri topluca katlettirmeye niyeti ve plânı olmadığı için onları Suriye’ye
taşımıştı. Günümüzde ABD ve Fransa’da meskûn olan Ermenilerin büyük çoğunluğu
Anadolu’dan Suriye’ye tehcir edilenlerin devamıdır.
Tarihî tartışmalara boğulmadan sadece şu iki konunun hatırlanması bu tehcir
meselesini açıklığa kavuşturabilir.
Aslında “Ermeni soykırımı” iddialarını Birinci Dünya Savaşı içinde
İngiltere ve Fransa icat etmişti. Bunun bir devamı olarak savaş sonunda
İstanbul’u işgal eden İngiltere, tutukladığı Osmanlı komutanı, bakanı, valisi,
yazarı gibi çok sayıda yöneticiyi Malta adasına götürüp “savaş suçlusu ve
Ermenileri katletme” gibi iddialarla yargılamıştı. Üç yıl süren yargılamaların
sonunda bu tutukluları “suçlarını ispatlayacak delil yokluğundan” 1921 sonunda
serbest bırakmıştı. O gün elde olmayan hangi delili bugün ABD gibi ülkeler elde
edebilmiştir?
İkinci konu ise şu ki, 1919 Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri
ABD’den Türkiye’nin doğusunda Ermeniler için bir manda idaresi kurmasını
istemişti. 1919 sonbaharında Doğu bölgesini dolaşan ABD Generali Harbord
başkanlığındaki heyet, Ermeni nüfusunun azlığı ve ABD mandası için gerekli
olacak ekonomik kaynaklara bölgenin sahip olmadığı görüşüyle Ermeniler için
Doğu bölgesinde ABD mandasının reddedilmesini istemişti. Böylece ABD manda
projesi de çökmüş oldu.
1919’da ABD mandası için olmayan Ermeni nüfusu ve ekonomik kaynaklar bugün
var mıdır? Elbette yoktur!
ABD, Irak-Suriye-Akdeniz ve Ege Denizi’nde Türkiye’ye karşı düşmanca bir
siyâset izlemektedir. Türkiye için asıl tehdit alanları da Irak’tan Ege
Denizi’ne ulaşan bu düşmanlık hattıdır. Ermeni soykırımı iddiası bu hattaki ABD
düşmanlıklarını tahkim etme ve örtme çabası olmalıdır. ABD bu düşmanlık
hattında Türkiye’ye karşı PKK ve türevlerini kullanmaktadır. Çünkü bu hatta
Ermeni nüfusu yoktur. Kürt nüfusunun bir bölümünde ise PKK ve türevlerinin hâkimiyeti
vardır.
Kürtler bu konunun neresinde?
Kürtler adına konuşup yazmak iddiasında olan bazı Kürtler, ABD Başkanı
Biden’in soykırım çıkışını sevinçle karşıladılar. Çünkü ABD eliyle Türkiye’nin
cezalandırılması ve Doğu bölgesinin ABD müdahalesi sonunda Türkiye’den
ayrılacağı beklentilerini de yeniden tedavüle sürdüler.
Batı siyâsî çevreleri bilgi eksikliğinden Ermeni Tehciri’ni soykırım olarak
biliyor değillerdir. Siyâsî tercihleri için böyle bir iddiayı gerekli
görmektedirler. Yoksa Ermeniler için para harcamaya da, savaşmaya da istekli
oldukları görüşü gerçekçi değildir. Bazı Kürtlerin de bilgi eksikliği nedeniyle
tehciri soykırım diye bilmeleri mümkün değildir. Batılı ülkelerin sahiplendiği
soykırım iddiasının peşine düşerek Batı’ya yaranma ve onlar ile Türkiye’ye
karşı bir ittifak oluşturma ve Batı, özellikle ABD eliyle Türkiye’yi
cezalandırma hevesinde oldukları açıktır.
24 Nisan 2021 günü HDP’nin “Ermeni soykırımı utancıyla yüzleşin” ve aynı
gün Diyarbakır Barosu adına yapılan açıklamada benzeri ifadelerin
kullanılmasının anlamı budur. Günümüzde PKK/HDP ve Diyarbakır Barosu gibi
kuruluşlar birer ABD üssü durumundadır. ABD’nin askerî üslerinin kapatılmasını
talep edenlerin PKK/HDP ve Diyarbakır Barosu türünden üslerini görmezlikten
gelmeleri akıl dışı bir tutumdur.
ABD’nin üssü olmak konusunda CHP’nin HDP’den geri kaldığını söylemekse
mümkün değildir. CHP’nin bazı yöneticileri, ABD Başkanı ile Türk halkına karşı
aynı jargonu kullanmaktadırlar. Bunun bir tesadüf olmadığı, bilinçli bir siyâsî
tercih olduğu açıktır.
Günümüz Ermenistan Devleti anayasasında Doğu bölgesi, “Batı Ermenistan”
diye adlandırılmıştır. Üstelik İtilaf Devletleri tarafından hazırlanmış olan
Sevr projesinde de Doğu bölgesi yine “Ermenistan” olarak gösterilmiştir. Özetle
Doğu bölgesinin herhangi bir şekilde Türkiye’den koparılması hâlinde, koparan
Batılı ülkeler tarafından Kürtlere bırakılacağı hayâli bazı Kürtler için bir
cezbe nedeni durumundadır.
Türkiye’nin tehcir konusunda ikircikli davrandığı bilinmektedir. Ermeni
isyanlarına ve terörüne karşı en çok mücadele edenler, İkinci Abdülhamid ve
Talat Paşa’dır. Türkiye bu iki yöneticiye ve Ermeni teröristleri tarafından katledilmiş
olan diğer Osmanlı idarecilerine itibarlarını iade etmelidir. Adlarını
üniversitelere, meydanlara, parklara, barajlara, havalimanlarına vermelidir.
Ermeni isyanlarına karşı mücadele etmiş olan yöneticilerin, sanki bir suç
işlemişler gibi adlarının unutulmaya terk edilmesi en azından nankörlüktür, büyük
haksızlıktır. İşgal altındaki İstanbul’da Kürt Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki
uyduruk mahkeme tarafından İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılarak katledilmiş
olan Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey ve Bayburt Mutasarrıfı Nusret Bey’in
heykelleri aynı meydana dikilmelidir.
Bunlar da yetmez. Türkiye, tehcir edilen Ermeni ailelerinin isteyenlerinin
geri dönüşüne izin vermelidir. Geri döneceklerin mülkleri üzerinde bugüne kadar
kimler oturmuş ise kiraları ile birlikte alınıp sahiplerine verilmelidir. Bunun
için başta Ermenici Diyarbakır Barosu üyeleri görevlendirilebilir. İllerde ve
ilçelerde kurulacak komisyonlar marifetiyle bu sorun temelli olarak
çözülebilir.