BATI’da bilimler
arasındaki irtibat Doğu’ya göre daha fazla görünür hâldedir. Tarihsel sürece
bakıldığında bunun yüzyıllar öncesinde tam tersi yönde olduğu görülebilir.
Günümüzde Türkiye ve benzer ülkelerde sosyal ve fennî bilimler arasında irtibat
yok denecek kadar azdır. Bu tür tezatlıkları bilimlerden ziyade bilim
insanlarının irtibatsızlığı olarak görmek daha doğrudur.
Bu
bakışı fen ve sosyal alanda farklı gibi görünen, gerçekte ise ortak yönleri çok
fazla olan sosyoloji ve kuantum üzerinden örneklendirmek isabetli bir durumdur.
Zira bu iki bilimin ortak yönleri o kadar fazla ki… Bu ikilinin özellikle bizim
gibi toplumlarda hiç ortak yönleri yokmuş gibi neredeyse tamamen birbirinden kopuk
iki bilim dalı olarak yürümesi düşündürücüdür.
Kabaca,
toplumu inceleyen bilim dalına sosyoloji (toplum bilim) denildiğini biliyoruz. Burada
toplumun tamamının birlikte ele alınması olarak düşünülebileceği öne
çıkmaktadır. Sosyolojinin bu tanımına göre toplumun yapıtaşları olan bireyleri
tek tek ele almadan uzak durulması üzerinde düşünmek gerekiyor.
Toplum
bilimi olan sosyoloji on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkarken hareket noktası
modernliğin iddialarına karşı bir tepki olarak önemli bir noktayı oluşturmuştur.
Bu nokta Albert Einstein’in kuantumun ortaya çıkmasına katkı sağlayıp klasik
dünya görüşünü savunması gibi bir durumdur.
Kuantum
ise bir dalganın ihtimâlleri arasında yer alan olası değer kümelerinden her
biri olarak düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle, klasik sebep-sonuç ilişkisinin
açıklayamadığı ışık ve atomik parçacıkların davranışlarını izah etmek için
doğmuş bir bilimdir.
Kuantum
1900 yılında Alman fizikçi Max Planck tarafından siyah cisim ışımasının
kuantumlu enerji yayımını açılamasıyla doğmuştur. Klasik fizik olaylarının
açıklayamadığı olayları açıklamak için ortaya çıkmış olduğunu düşünmek yanlış
olmayacaktır.
Hem
kuantum, hem de sosyoloji, birer bilim dalı olarak 19’uncu yüzyılda ortaya
çıkmıştır. Kuantum klasik olayların açıklayamadığı olayları izah etmek için
doğarken, sosyoloji de modern iddialara karşı akademik bir çıkış olarak peyda
olmuştur. Bunu bir kez daha vurgulamak gerekir.
Bu
çerçeveden bakıldığında kuantumun ortaya çıkardığı bilimsel verilerin bireydeki
karşılığını dikkate almamak gerektiğini güçlendirecek bir delil olarak sosyolojinin
çıkışını görmek yanlış olmayacaktır. Sosyolojinin ta en baştan toplumun
tamamını değerlendiren bir bilim olarak görülmesi gerektiğini amaç edinmesi,
bilime nasıl bakılması gerektiğini tekrar sorgulatır hâle gelmiştir.
Bu
iki bilimin toplumdaki yansımaları da hem bilime, hem de sosyoloji ve kuantuma
nasıl bakılması gerektiğini yeniden sorgulamaya itmektedir. Bu sorgulamaya
gitmeden, bizim geleneksel kadim kültürümüzdeki konuyla ilgili önemli bir
durumu burada yazmak büyük önem arzetmektedir. O da Şeyh Edebali’nin “İnsanı
yaşat ki devlet yaşasın” sözüdür.
Bu
ifadeye göre devlet ve toplumun bölünmez, parçalanmaz ve değişmez merkez,
yegâne yapıtaşı insan yani bireydir. İnsanın olmadığı, bireyin hiç sayıldığı
toplumların medeniyet kurmaları veya dünyaya örnek olmaları mümkün değildir.
Geniş
çerçeveden bakıldığında, fennî ve sosyal olayları makro ve mikro olarak genel
iki gruba ayırarak mümkündür bu. Makro olayları elle tutulur, gözle görülür
madde ve benzeri görmek mümkün olabileceği gibi, toplumu da bu çerçevede görmek
gerekir. Mikro ölçekte ise daha çok atom altı parçacık, ışık ve bireyi düşünmek
doğrudur.
Elle
tutulur madde ve benzeri durumlar fennî açıdan, toplum ise sosyal açıdan makro
ölçek alanına girer. Elektron ve ışık tanesi fen açısından, kişi/fert ise
sosyal açıdan mikro alanına girer. Fen açısından makro klasik, mikro ise
kuantum biliminin inceleme alanındadır.
Sosyal
açıdan toplum, makro biliminin inceleme alanındadır. Bireyin doğrudan sosyal
yönü noktasında ne kadar ilgili olduğu sosyolojinin düşünmesi gereken bir
durumdur. Zira toplum bilimi olan sosyolojinin toplumu incelerken, toplumun ana
omurgası olan insanı tek tek ele almaması eksiklik olarak görülebilir. Diğer
bir ifadeyle, kişi, birey ve ferdin bireysel davranışlarının toplumsal
yansımalarının sosyolojinin ciddî araştırma alanında olması, bilimsel anlamda
beklenilen bir durumdur.
Makro
ölçekteki fen olaylarının etkileri kuantum bilim çerçevesinde ise açıklama
aracı da kuantumdur. Bu nedenle gerek madde, gerekse toplumlara yön veren
olayların mikro ölçekteki durumları kuantum bilimi ile açıklanması daha doğru
bilimsel sonuç verecektir. Bu noktada sosyoloji ve kuantum örtüşmektedir.
Kuantumda
olasılıklar vardır ve bilim olarak da olasılık üzerinden bilimsel çalışmalar
açıklanır. Toplamda ise olasılıkların tamamı bir bütün eder. Sosyolojide de
kişiler, bireyler ve fertler açısından sadece olasılıklar vardır. Bu yönüyle de
sosyoloji ve kuantum örtüşmektedir.
Kuantumun
ilgi alanına giren istatiksel açıdan atomik parçacıklar, bozonlar ve
fermiyonlar olarak ele alınır. Bozonlar simetrik, fermiyonlar ise antisimetrik
dalga fonksiyonlarına karşılık gelir. Toplum içerisindeki bireylerin yer
değiştirmelerinin toplumun genelini değiştirmeyeceği düşünülmektedir. Burada da
sosyoloji ve kuantum açısından benzer bir durumla karşılaşılmaktadır.
Sosyolojinin en başta modernitenin ilkelerine alternatif olarak çıkışı, kendisini sadece makro ölçeği inceleme alanı olarak görmesinden ibarettir. Günümüzde artık sosyolojinin kendisini sadece toplum (makro) ölçekle sınırlandırmasının prangalarını kırıp birey, fert ve şahısların (mikro) toplumsal etkileri üzerine de ciddî şekilde odaklanması, çalışma sahasını daha fazla genişletmesi beklenilmektedir. Aksi durumda kuantumun doğmasına katkı sağlayan Albert Einstein’in kuantuma katkısının aksine klasik dünya görüşüne kendisini hapsetmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalınacaktır.